Sınırların kaldırılması, tek para birimi ve ekonomik bütünleşmelerle ilan edilen Avrupa Birliği projesi ulusal güvenliği önceleyen faşist partilerin artan kitle desteğiyle çatırdamaya başladı. Avrupada son dönemlerde manipüle edilen güvenlik kaygısı, Rusya-Ukrayna savaşının uzaması, yoğun göç ve ekonomik kriz gibi nedenlerle sözde demokratik/burjuva diktatörlüğünün terkedilmesini savunan faşist partilerin yükselmeye devam ediyor. Geleneksel burjuva hükümetlerini ayak sesleri işitilen gelecekteki emperyalist paylaşım savaşlarında kendi tekelci sermaye çıkarlarını yeterince gözetmemekle suçlayan finans kapitalin terörist kliklerinin avrupa siyasasındaki baskılarını ve etkilerini büyüttüklerine şahit oluyoruz.
Avrupada yeniden ete ve kemiğe bürünmek için gezinen faşizm hayaletinin geri dönüşünü, kapitalizmin çöküşüne ve buna bağlı olarak ekonomik pazar, hammadde, enerji ve ulaşım yollarının yeniden kanlı bir şekilde paylaşılmasına duyulan kaçınılmaz bir ihtiyaçta aramalıyız. Tekelci sermaye paylaşılmış dünyada azalan paylarını yeni bir paylaşımla avantajlı pozisyonlar almak için yeni tipte gözü pek faşist temsilcilerini sahneye sürmektedir; bu çok açık bir gerçekliktir artık. Dünyanın değişen jeo politik dengeleri emperyalist güçleri nasıl ki yeni konum almaya itiyorsa, buna karşılık uluslararası proletaryanın devrimci kuvvetleri de değişen bu koşulları iyi gözlemleyerek kendisini bu değişmekte olan koşullara göre konumlandırması da aciliyettir.
Tabii ki sermayenin dolaysız diktatörlük yöntemini esas alan faşist hareketlerin yükselişinin bir çok nedeni olmakla birlikte biz bu yazıda ikisini incelenmeye değer görüp ayrıntılı ele alacağız.. Birincisi, pandemi döneminde ortaya çıkan ekonomik durgunluk nedeniyle Avrupa’daki küçük burjuva sınıfı ile orta ölçekli sınıfın yaşadığı iflas dalgasıdır. Tarih boyunca faşizme sosyal taban oluşturmuş bu sınıfların ekonomik imtiyazlarını kaybetmiş olmaları faşist hareketlerin güç kazanmasına zemin sunan sosyolojik faktörlerin başında gelmektedi. Ayrıca Avrupa kır küçük burjuvazisinin son yıllarda yaşadığı ekonomik bunalımını da buna ekleyebiliriz. Son zamanlarda Almanya ve Belçika gibi ülkelerde de dahil olmak üzere çok sayıda Avurupa devletinde köylülerin yolları traktörleriyle bloke edip kamusal alanları felç eden eylemler yaptığın tanık olduk. Tarım proletaryasının bir kısmı hariç, kırsal alandaki üretim araçlarının sahibi olan Avrupa köylüsü ürettikleriyle elde ettikleri artı değer oranını enflasyon, faiz ve enerji maaliyeti gibi nedenlerle kaybetme noktasına gelmiş olması faşist hareketlere dayanacakları maddi güç olarak tanımlanırken, bir kez daha gördük ki, sermayenin fanatik ve haydut kanatları kapitalizmin krizinden bunalan kitleleri kendi emellerinin sosyal temeline dönüştürmeye çalışıyor. Tarihte görüldüğü gibi yine sosyalizmin argümanlarını kullanarak güç edinmektedirler. Tabi ki bütün bu emelleri başarıya dönüştürmeleri bilimsel sosyalizm ilkelerine bağlı komünist bir muhalefetin yokluğunu bize göstermektedir.
Durum böyle olunca da, post modern yapısal dönüşüm gereği toplumun algıyla kolayca yönlendirilebilir oluşu ve popüler kültürün revaçta olması gibi nedenlerle toplumsal sağduyuyu okşayan, popülaritesi yüksek politikalar iş görmektedir. Dolayısıyla bu boşlukta esen rüzgârdan işsizlik, evsizlik ve enflasyon ile boğuşan işçi sınıfının bir kesimi de nasibini almaktadır. Emekçi sosyolojisinden bireyler, yığınlar halinde kapitalizmden kurtulmak için bilemediği bir tarafa doğru kaçarken yine kapitalizmin yedi başlı ejderhalarının pençesine düşmektedir. Geçmişte Hitler’de benzer toplumsal bir kriz ortamında iktidara gelmişti.
Geleneksel liberal sol ve sağ partilerin Ukrayna’ya sağlamış olduğu savaş bütçesi nedeniyle ekonomik refahının bozulduğundan rahatsızlık duyan geniş kesimler, diğer haydut kliklerin peşinden daha kolay sürüklenmektedirler. Zaten tarihin en trajik komedyası adeta bu zeminde bir gerçeğe dönüşmektedir. Çünkü kitleler savaşın yol açtığı sosyal yıkımlardan kaçmak isterken tam da en kestirme ve kısa bir yoldan onlardan saklanarak planlanmış daha büyük ve kanlı bir yıkımın içine toplu olarak sürüklenmektedirler. Bu süreçte incelenmesi gereken ikinci faktör tam da buradan başlıyor. Rusya ile kurulan ticari ilişkiler nedeniyle ucuz enerjiye sahip olabilen Avrupa’da, Ukrayna savaşı nedeniyle enerji krizinin baş göstermesi hayat pahalılığı ve yoksulluk, kitlelerin sistemi sorgulamasına yol açtı. Savaşın uzaması ve Rusya’nın savaşta inisiyatifi ele geçirmesi ve beklenenden uzun sürmesi nedeniyle ekonomik olarak kayıplar yaşayan toplumsal kesimleri büyüttü.
Gezegenimizin bir revizyonizm bataklığına dönüşmüş olan Avrupa’daki işçi sınıfının öncü kurmaylarından mahrum oluşu emperyalist sermayenin maskesiz haydut ve terörist kanatlarının işine yaramaktadır. Bu faşist hareketler iç politikada en fazla göçmen ve mültecilik olgusunu istismar etmektedirler. İlkel komünlerin çözülüşünden sonra ortaya çıkan ekonomik sapkınlık kitlelerin binlerce yıllık özel mülk uygarlığı boyunca tarih bilincini de bozdu. Her şey ekonomik hayatın doğasından sapmasıyla beraber sapkın bir bilincin ortaya çıkmasıyla başladı. Bu nedenle sıradan kitleler emperyalist bölgesel savaşların yol açtığı göçmenlik olgusunu bağlamından kopararak sanki kendi ekonomik sorunlarının bir otonomlaşmış nesnesi olarak algılamaya başladılar. Kitlelere doğru tarih bilinci ancak komünistler tarafından dışarıdan verilebileceğine göre, bunun gerçekleşmediği durumlarda insanların yönünü, onların yanlış bilincini istismar eden kanlı sınıflara döneceğini her zaman hesaplamak gerekiyor. Ne var ki her şeye rağmen kitlelerin yabancılaşmış bilincinin de, sınıf çelişki ve mücadelelerinin belirleniminde tarihsel bir momentle birleştiğinde eninde sonunda kendi öz doğası ile karşılaşılacak oluşu de bir gerçekliktir.
Uluslararası komünist dalganın şimdilik geri çekilmesi nedeniyle kitleler burjuva yürütme gücünün daha da sertleştirilmesi gerektiğini savunan sermayenin dolaylı diktatörlük biçimini savunan parlamenterist maskeli ve verili sözde demokratik anayasa koruyucusu faşistlerle, sermayenin dolaysız diktatörlüğünü savunan maskesiz faşistler arasında bir seçime zorlanmaktadırlar. Tabii ki ikinci seçeneğin egemen gelmesi işçi sınıfı için demokratik kazanımların bir çırpıda kaybedilmesi anlamına gelmektedir ama bu tablo halkın bir kesimi için sıtma ile ölüm arasında tercih yapmak gibi olmaktadır.
Parlamentonun yerini yeraltı mücadelesinin ve kalemin yerini silahın aldığı bir Avrupa’nın geleceğine doğru sürükleniyor olabiliriz
Faşizmi tarihsel toplumsal bağlamından kopararak onu liberal ekonomiden bir sapma ya da kopukluk olarak gösteren bu dönemin iktidardaki geleneksel burjuva hükümetleri tarihin en büyük yalanını söylemektedirler. Bu durumu kitlelerin güvenini yeniden kazanmak için ahlaki çözülmenin ve liberal demokrasiden sapmanın bir biçimi olarak gösteren Fransa’daki Macron tipi çıkışların yaygınlaşacağını anlıyoruz. Halbuki faşizm liberal ekonomi ve onun diktatörlük biçimi olan liberal demokrasiden bir sapma ya da uzaklaşma değil, aksine onun doğasının kaçınılmaz olarak belli koşullarda içine düştüğü yeni bir halidir.
Finans kapitalin en gerici, en militarist, en barbar ve en kanlı iktidar biçimi, liberal ekonomideki derin çöküş ve açığa çıkan statükodan yaygın memnuniyetsizlik karşısında sermayenin kendisini yeniden son bir gayretle var etme biçimidir. Kendi içinde ürettiği çelişkiler kendi karşısında belirme ihtimali bulunan ve kendisiyle bin bir bağla dolayımlanmış başka çelişkilerle birleşince faşizm bir gerçeğe dönüşür. Yani faşizm bu kendi içsel koşullarda ya işçi hareketini ve sosyalist devrimi engellemenin son çaresi olarak ya da bu engellerin olmamasını bir fırsat bilerek iktidara taşınır. Faşizmi aynı anda hem bir şey ve aynı anda hem onun karşıtı gibi yapan ideolojik karmaşa finans kapitalin doğasına en uygun şeydir. Günümüzde iktidarda olan Avrupa hükümetlerinin bazı liberal kanatları, faşist hareketleri, kendilerini güçlü bir devletin kurucusu olarak sunmaya çalışarak aslında yıkıcı bir hizip ya da gizli bir örgüt gibi burjuva devletin çözülmesine sebep olacak araçlar kullanmakla itham etmektedirler. Güç dengelerini yeniden oluşturmak için baş vurulan bir yalandan başka bir şey değildir bunlar. Çünkü açıktan faşizm ya da burjuva diktatörlüğünün en yoğunlaşmış dolaysız biçimi burjuva devletinin niteliğini değiştirmez. Kendisini yeniden üretme içgüdüsüne koşullamış tekelci büyük sermaye bu ihtiyacını güvence altına almak için uygun iktidar biçimlerini de üretecektir.
Kapitalist kriz ve bunalımların yarattığı burjuva iktidar biçimlerinin geleneksel devlet siyasasında nitel değişimlere sebebiyet vereceğinden Avrupa’da ki sınıf ilişkilerinin güç dengelerini değiştireceğini açıkça görebiliriz. İşçi sınıfı açısından durum henüz belirsizliğini korumaktadır ve tabii ki bunun uluslararası işçi sınıfına da farklı yansımaları olacaktır. Şimdilik odaklanmamız gereken nokta, somut koşulların somut tahlili ilkesi gereği Avrupa’daki sınıf çelişki ve güç dengelerinin analizidir. Bu ise politik geleneğimizin Avrupa’da ki demokratik mücadele kuvvetlerinin yeniden yapılandırılması gibi bir tarihsel göreve karşılık gelmektedir. Tarihsel bir sistem krizi içerisinde debelenen ve hücrelerine kadar çürüyen kapitalizmi hafife almamak gerekiyor. Özel mülk rejimi hayatta kalmak için en sinsi kampanyaları yürütüp en zalim yöntemlere başvurabilir. Gelecekte parlamentonun yerini yeraltı mücadelesinin ve kalemin yerini silahın aldığı bir Avrupa’ya doğru sürükleniyor olabiliriz. Tekelci burjuvazinin kriz ortamında baş vurduğu gerici silahı alt etmenin yöntemleri ile örgüt ve mücadele biçimleri üzerine şimdiden hazırlanmak gerekmektedir. Kapitalist devletler sisteminde jeopolitik krizlerin yaşandığı bir dönemde proleterlerin de silahlarını yenilemek kaçınılmaz bir zorunluluktur.
Devam edecek…