Malumunuz; MHP, Türk burjuva siyasetinin en şoven ve gerici eğilimini temsil ediyor. Nitekim MHP; CHP ve AP’nin yetersiz kaldığı bir siyasal ortamda, NATO’nun komünizme karşı mücadele için tezgahladığı “Yeşil Kuşak” konsepti içinde semirtilmiştir. 1970’lerin ünlü Milliyetçi Cephe hükümetlerinden beri devlet içinde örgütlüdür.
Bugün MHP açısından özel bir konjonktür yaşanıyor. Çünkü MHP yarım asırlık tarihinin en güçlü döneminde. MHP güncel olarak kurucu resmî ideolojiyle, 12 Eylül’le güncellenmiş yeni-resmî ideolojiyi bünyesinde taşıyabilen bir siyasal hattı temsil etme niteliğiyle, diğer Türk burjuva siyasal özenlerden kendini ayırt ediyor.
Özellikle 15 Temmuz sonrasında bütün refleksleri MHP’lileşen bir Türk burjuva devlet pratiği yaşanıyor. Sadece yerüstü MHP’lileşmiyor, bütün yeraltı faaliyetleri de MHP’lileşerek kurumsallaşıyor.
Bahis çetelerinden, uyuşturucu ticaretine; TSK’den emniyete, bakanlıklardan müdürlüklere uzan bir MHP’lileşme söz konusu.
Keza, bu süreçte “iç hesaplaşma” gereği eski bir ülkücü “reis” öldürüldü. Burjuva siyaseti o denli MHP’lileşti ki, artık ülkücü çeteler birbirine sıkıyor.
Bahçeli muntazam olarak öldürülen ülkücünün ailesini tehdit ediyor. AKP bu durum karşısında sessiz kalıyor.
Çarpıcı bir örnek olması bakımından, Yargıtay seçimlerini de hatırlayalım. Seçimler defalarca tekrarlandı, günlerce sürdü. AKP “içeride” dirençli bir MHP ile karşılaştı.
Bahçeli bu mevzilerden Gezi, Kobane ve Can Atalay davalarına müdahale edebiliyor.
Erdoğan bir ara MHP’den duyduğu “rahatsızlığı” cumhurbaşkanlığı seçim sisteminin değişmesi gerektiğine ilişkin bir çıkış yaparak, üstü kapalı bir biçimde ifade etti. Bahçeli sessiz kalmadı, o da üstü kapalı bir minvalde Erdoğan’a yanıt verdi. Ardından bu mesele sanki hiç konuşulmamış gibi AKP-MHP ilişkileri sükûnetle devam etti, hâlâ da ediyor.
Daha sonraki süreçte; belediye seçimlerinde AKP ağır bir yenilgi aldı, CHP seçimlerden birinci parti olarak çıktı. AKP-MHP bloğundaki sükûneti bu yenilgi de bozmadı.
CHP seçim sonrası sürece yeni başkanıyla, yumuşama söylemiyle girdi.
CHP’nin bu söylemi rakip burjuva bloğu değil, CHP’nin kendi birlikteliğini sarstı.
CHP yumuşadıkça Bahçeli sertleşti.
Derken Türk burjuva ahırının açılış gününde, Özel’i daha bir gün önce şahsına çürük diyen Bahçeli’nin yanında gördük. Bahçeli’ye selam veriyordu. Bahçeli “Birbirimizi kırmıyoruz değil mi?” diye sorduğunda ise Özel, “Yok efendim, birbirimizi kırmıyoruz” diye yanıt verdi.
Şimdi gelelim asıl meselemize…
Aynı gün Bahçeli DEM Parti sıralarına yöneldi ve DEM Partili vekillere selam verdi. Evet, Türk burjuva siyaseti içerisinde en Kürt düşmanı eğilimi temsil eden, “DEM Parti kapatılsın” diyen MHP’nin şefi, Kürde selam vermek için Kürdün sıralarına gitti.
Bu fotoğraf Bahçeli’nin “anlaşılmaz” gibi görünen ilk tutumu değildi. Bahçeli 2017’de de Kürt düşmanlığın devlet eliyle, olağanüstü yöntemlerle sergilendiği bir ortamda, Ahmet Türk’ün tutuksuz yargılanmasını istedi. Ahmet Türk bir süre sonra tahliye edildi.
Bahçeli’nin Türk burjuva devletin en Kürt düşmanı eğilimi olarak Kürde yaklaşması, her koşulda Türk burjuva devletinin Kürde verdiği örtülü bir mesajdır. Ahmet Türk olayında da meclisteki selamlaşma müsameresinde de Türk burjuva devletinin niyeti farklı değildir. Devlet Kürde havuç uzatma telaşındadır.
Bahçeli havuç uzatma meselesini olay sonrası yaptığı açıklamada açıkça da ifade etti, gizlemedi.
“Siyasette hiç kimseyle, hiçbir partiyle kategorik olarak alıp veremeyeceğiz, konuşup çözemeyeceğiz bir şey yoktur” diyen Bahçeli, “Uzattığım el, milli birlik ve kardeşliğimizin mesajıdır. ‘Gelin Türkiye partisi olun’, ‘milli birliğimizde kenetlenin’ teklifidir. DEM’e düşen sorumluluk uzanan elin kıymetini anlaması ve eşik olarak değerlendirmesidir” dedi.
Yalnız bu açıklamanın da öncesinde, Bahçeli, bir gazetecinin DEM Parti’yle tokalaşma sorusu üzerine “Yeni bir döneme giriyoruz, dünyada barışı isterken kendi ülkemizde barışı sağlamamız lazım” karşılığını verdi.
Özetle Türk komprador burjuvazisinin bölgesel-hegemonik çıkarları için, Türk burjuva siyasetin en gerici ve şoven partisinin şefi olan Bahçeli, Kürt’ün ayağına kadar gitmiştir. “Türkiye partisi olun” ve “Kendi ülkemizde barışı sağlamalıyız” çıkışları, 2008’de Kürde uzatılan “Birlikte büyüyelim, bölgesel güç olalım” havucunun güncellenmiş ve farklı yöntemlerle sergilenmeye hazırlanan yeni hâlidir.
Erdoğan’ın “İsrail, Lübnan’dan sonra gözünü topraklarımıza dikecek” sözlerini de bütün bunlardan ayrı düşünmemek gerekiyor.
Şimdi bu durumda iki olgu ve çelişme ortaya çıkıyor:
Bir; Türk burjuva siyasetinin egemen bloğu, en kudretli göründüğü konjonktürde, “sınır içi” yetmemiş sınır dışında da katlettiği Kürde öyle ya da böyle yanaşma ihtiyacı hissetmiştir.
İki; 2008’deki açılımın 2015’te dehşet verici bir devlet terörüne dönüşmesinin ardından güç kaybeden ve son iki seçimdir CHP iktidarına umut bağlayan Kürt dinamiği, Bahçeli’nin ağzından çıkan devlet “teklifine” ne yanıt verecek?
Aslında bu denklemde alacağı tutum açısından uzun uzadıya kafa patlatılmaması gerekilen taraf, iktidarıyla muhalefetiyle Türk burjuva siyasetidir. Geçtiğimiz bir asrın dersleri zihinlerin netleşmesi açısından ziyadesiyle yeterlidir ama sadece 2008-2015 süreci sonrası yaşananlar da tek başına yetmez mi?
Devletle kurulan masanın bakiyesi daha fazla Kürt kanıdır. Dünyaya Mars’tan da baksanız bu hakikat değişmez.
AKP’yle ya da CHP’yle, Türk burjuva devletle uzlaşma reflekslerinin sonucu Kürde daha fazla ölüm getiriyor. Örneğin; Kürt dinamiğinin desteklediği Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanı olsaydı, Özdağ iç işleri bakanı olmayacak mıydı?
CHP bugün kuruluş ideolojik kodlarıyla tutarlı bir şekilde, yana yakıla Türk burjuva devletin itibarını kurtarma derdine düşmüş, Erdoğan Türk burjuva ahırına girince ayağa kalkıyor.
Bu denklemde belirleyici olan Kürt dinamiğinin alacağı tutum olacaktır.
Kürt dinamiği yüzünü nereye dönecek, çözümü nerede arayacak? Asıl yanıtını merak ettiğimiz soru budur. Yoksa, zaten devlet devlettir ve uzatanın siyasal tonu değişse de bir asırdır aynı havucu uzatıp aynı sopayı vurmaktadır.
Düzen içi anlamda, Kürt ulusunun önünde bir asırdır sopadan başka seçenek yoktur. Burada mesele Kürt dinamiğinin hangi sınıfların siyasetiyle meseleye yaklaşacağıdır.
Sırtında devlet sopası paralanan Türkiyeli işçi, isyan eden köylü şimdilik birleşik, güçlü ve devrimci bir mücadele aracından yoksundur ama mücadelesi dinamiktir. İşte o mücadelede kurtuluş vardır.
Her yıl İstiklal Caddesinde erkek-devletine karşı ayağa kalkan Türkiyeli kadının, rektör-kayyumlara karşı mücadele eden öğrencinin de henüz birleşik bir mücadele aracı yoktur ama diğer yandan öfkeleri büyümektedir, suyun altı kaynamaktadır.
Yani, dememiz o ki bütün eksiklerine rağmen Türkiye komünistleri; işçiler, köylüler, kadınlar ve öğrenciler yeni bir Gezi’de, yeniden ve daha güçlü ayağa kalktığında Kürt dinamiği bu isyanın ne kadar içinde olacak?
2013’teki gibi şüpheyle bakıp, sonradan cılız bir biçimde mi dahil olacak, yoksa başından sonuna kadar bütün gövdesiyle isyanın bir parçası mı olacak?
Devletin havucuna el uzatmak kolay ama ucunda daha fazla ölüm var.
Devletin sopasına daha fazla maruz kalıp, Türkiye halkının en direngen kesimleriyle; Türkiye emekçileriyle birleşmek zor olanı tercih etmektir ama sonunda da özgürlük vardır.
Hülasa: Ya havuç ya özgürlük!