Yeni bir 25 Kasım’ı kadınlara yönelik erkek şiddetinin ve katliamlarının dizginsiz bir biçimde arttığı koşullarda karşılıyoruz. Ayrıca artan şiddetin yalnızca kadınlarla da sınırlı kalmayıp çocuklara ve LGBTİ+’lara dönükte de sürdürüldüğü bir süreçten geçiyoruz. Öyle ki toplumun genelini içine alan ve her bir alana yayılan şiddet sarmalı adeta toplumsal çürümenin gelmiş olduğu düzeyi gösteriyor. Mafyası, çetesi, dolandırıcısı, katili bizzat devletin kanatları altında her gün suçüstüne suç işliyor, tüm toplumu açıkça tehdit ediyor.
Erkek egemen devletin tüm kurumlarıyla birlikte erkeklere sınırsızca alan açması ve sırtını sıvazlamasıyla erkekler her geçen gün yeni katliamlara imza atıyor. Bu durum AKP/ MHP faşist iktidarının uyguladığı politikalardan bağımsız olmayıp tam da bu politikaların sonucudur, yaşananlar münferit ve özel olaylar değil aksine sistemleşmiş ve yaşamın tüm alanlarına yayılmış, politik bir olgudur. Kadınlar içerisinde bulundukları koşulları kabul etmediklerinde, köleliğe itiraz ettiklerinde, yaşamları üzerinde söz sahibi olmak istediklerinde, toplumsal rollere karşı başkaldırdıklarında, kısacası itaat etmediklerinde en yakınındaki erkekler ve erkek egemen devlet şiddetiyle yüz yüze kalıyorlar. Kadın ve erkeğin eşit olmadığını her fırsatta vurgulayan, kadının görevini çocuk doğurmak ve aileyle sınırlayan, erkeğe kölece bağımlılığını pekiştiren, öz savunma yapan kadınlara ağır cezalar veren, ikincilliğin ve bağımlılığın kadının ‘fıtrat’ında olduğunu belirten, erkeklerin katlettikleri ve şiddet uyguladıkları kadınları suçlu ilan eden iktidar, katleden erkeği mağdur ve haklı göstererek, şiddetti erkeğe en doğal hakkıymış gibi sunuyor.
Katleden erkeği ödüllendirerek salıveren, şiddet uygulayanı gözaltı merkezlerinin ön kapısından alıp arka kapısından bırakan politikalar doğaldır ki kadına yönelik şiddettin ve katliamların önünü açıyor. Faşist iktidar şiddeti meşrulaştırmaya ve olağanlaştırmaya çalışarak kadınların yaşam hakkını dahi yok sayıyor. Erkeğin ayrıcalıkları ve üstünlüğü ile kadının ikincilliği ve bağımlılığını politikalarının merkezine koyuyor. Kadınların tüm kazanımlarını parça parça gasp ettiler, şimdi de geride kalan ve aslında hiç uygulanmayan kazanımlar hedefte. Şiddet ve katliamları engellemek için bırakalım bir adım atmayı tam tersine ısrar ettiği politikalarla durumun daha da ağırlaşmasına sebep oluyor iktidar.
Öz savunma hareketinin örgütlenmesi artık ertelenemez temel bir ihtiyaçtır
Aslında tüm bunlar artık açık bir biçimde gün yüzüne çıkmış ve geniş kesimlerce özellikle de kadınlar tarafından bilinmekte olup iktidar uzun süredir teşhir olmuş durumdadır. Ki zaten iktidar kadın düşmanı politikalarını örtme gereği dahi duymamakta, büyük bir aymazlıkla açıkça yapmaktadır. Kadınların daha fazla bilinçlenmesi, kadın hareketinin gelişmesi faşist saldırıların arttığı bir dönemde kadınların hakları-kazanımları için sokakta olmaları iktidarı ürkütmüş, dolayısıyla iktidar kadınları makbul sınırlarına çekme ihtiyacı duymuştur. Yine iktidarın inşa etmeye çalıştığı muhafazakâr toplum modelinde kadınlara erkeğe, aileye ve sermayeye itaatkâr köleler rolü biçildiğinden iktidarın kadın düşmanı politikaları son dönemde hız kazanmıştır.
Esas mesele iktidarın bu politikaları ve erkek şiddeti karşısında mücadelenin yükseltilmesi görevinde kilitleniyor. Kadınlar için zindan olmuş yaşam ve bu zindan olmuş yaşamın dahi çok görülmesi durumu daha fazla sürdürülemez, bir an önce önüne geçilmesi gerekiyor. Bunun yolu da mücadele etmekten, isyan bayraklarını yükseltmekten geçiyor. Son zamanlarda genç kadınların vahşice katledilmesinin ardından artan öfke ve ortaya konan eylemler çok olumlu olmakla birlikte, yaşanan süreç güçlü bir kadın isyanını şart koşuyor. Bu kadın isyanı geniş halk kesimlerini de mücadeleye sevk etmeli, özellikle erkek emekçiler bu mücadelenin etkili unsurları yapılmalıdır. Süreç, normal ve sıradan bir süreç değildir, mücadele de sıradan olmamalı, farklı mücadele biçimleri devreye sokulmalıdır. Birleşik bir kadın isyanının örgütlenmesi ve bu hareketin tüm toplumu harekete geçirecek eylem hattı ortaya koyması önemlidir. Ancak sürekliliği sağlanmış, kitlesel ve birçok mücadele biçimini devreye koyarak militan bir hatta gelişecek örgütlü bir hareket durdurabilir bu kadın kırımını.
Kadınların kendilerini erkek şiddetinden ve katliamlarından koruyabilmesi için öz savunma hareketinin örgütlenmesi artık ertelenemez temel bir ihtiyaçtır. Kadınlar erkekler karşısında daha fazla çaresiz kalmamalı mutlaka kendisini savunabilecekleri seviyeye ulaşmalıdırlar. Erkek egemen devletin, kadınları bilinçli olarak korumadığı açıktır, katledilen birçok kadının defalarca devletin kurumlarından koruma talebinde bulunduğu, buna rağmen tehdit eden erkeklerin elini kolunu sallayarak kadınları katlettiği bilinmektedir. Bu nedenle kadınlar erkek egemen devletin kurumlarından daha fazla bir şey beklememeli, kendi güçlerine güvenmelidirler. Birleşik kadın hareketinin bu konuda somut adımlar atarak harekete geçmesi elzemdir.
Erkek egemen kapitalist düzeni yıkma mücadelesini örgütlenerek, birleşerek ve savaşarak mücadeleyi yükseltelim
Kadın düşmanı politikalarıyla erkeği teşvik eden ve koruyan erkek egemen sisteme karşı örgütlü mücadelenin büyütülmesi mücadelenin geliştirilmesi ve sonuç almasında atlanamaz bir noktadır. Erkek şiddeti tüm topluma ve yaşamın her alanına yayıldığından bu duruma karşı mücadelede kadınların öncülüğünde tüm topluma yayılmalıdır. Yaşanan cins kırımına ve şiddete karşı duyarsızlaşmış toplum gerçekliği ters yüz edilmeli, bu gidişat durdurulmalı, erkek egemen kapitalist sistemin yarattığı enkaz örgütlü mücadeleyle kaldırılmalıdır.
25 Kasım’a giderken Mirabel kardeşlerin faşizme ve erkek egemenliğine karşı olan militan duruşlarını esas almalı, Onlar’ın mücadele ısrarlarını kuşanmalı, isyan bayraklarını daha güçlü kaldırmalıyız. Kadınlara, çocuklara, LGBTİ+’lara ve emekçilere ölümden başka bir şey vermeyen erkek egemen kapitalist düzeni yıkma mücadelesini örgütlenerek, birleşerek ve savaşarak mücadeleyi yükseltelim…
Bu yazı ilk olarak Halkın Günlüğü‘nde yayımlanmıştır.