Yönetmenliğini Arin İnan’ın, danışmanlığını da Bülent Küçük’ün yaptığı “Aşkla Sana” adlı Hüseyin Cevahir belgeselini seyrettim. Arin’in daha önce kısa metrajlı filmlerini seyretmiştim. Bana oldukça yakın duran, gülümseyen, vicdanını açan bir doğa ile bir insan… Böylesi bir imaj oluşmuştu o zamanlar bende. Yalın, dolambaçsız, kuzu bakışı gibi bir şey…
Görsel ve yazılı arşivin beslediği, müziğin döneme yönelik çağrışım yarattığı uzun bir belgesel bu. Köyden gelmiş bir delikanlı, hem arkadaşlarının, hem yakınlarının, hem de bizzat kendi mektuplarının ete kemiğe büründürdüğü, ruh üflediği bir devrimci delikanlı çıkıyor karşımıza. Cevahiri ve onu kuşatan, siyasal olarak var eden 68’i tanımış oluyoruz. Anlatıcılar, can alıcı noktalara dikkati çekiyorlar. Kendini berrak ve çok yönlü bir şekilde açığa vuramayan bir renk beliriyor sanki; itilmiş, ötelenmiş, inkar edilmiş ama kendi ısrarına sarılmış Kürdistani bir renk, 68’i zenginleştiren bir renk.
Mektuplar ve anlatılar, dikkatimizi Cevahir’in kültür dünyasına ve artistik yaratıcılığa olan ilgisine de çekiyor. Siyasal dünyasını, kültürle renklendirmeye, daha bir anlamlı kılmaya gayret eden bir devrimci imajı çıkıyor ortaya. Bana mı öyle geliyor yoksa bilmiyorum. Belgeselin derin bir yerinden bir ses geliyor sanki, bizi hüzünlendiren bir ses:
“68’in hep bilinenlerini anlatıyorsunuz, ama ben 68’in bilinmeyen en derin yerinden, derin acısından geliyorum.”
Belgeselin anlamlı bir hüzün ve yaşamı anlamaya yönelik bir gayret yarattığı ortada. Ben şahsen, keşke bunu da anlatsalardı gibi bir eksiklik duygusuna girmedim. Çekimin çok ustaca ve çarpıcı olduğunu söyleyemem. Ama bu rahatsız etmiyor bizi.
1972’de Düzgün Dağları’ndan Mazgirt’e giderken, genellikle Şobek’ten geçer, Cevahir’in kız kardeşiyle eniştesine uğrardım. Yolum tam da Cevahir’in mezarının yanı başından geçerdi. Taze bir toprak yığınıydı. Mezarını yapmak ve toplu halde ziyaret etmek yasaktı. Her geçişimde, kocaman dik bir kayayı getirip, mezarın baş ucuna hece taşı gibi dikmek gelirdi içimden.
Mezarının durumu şimdi nedir bilmiyorum. Doğup büyüdüğü evi müze haline getirmek, bu belgeseli de o müzeyi ziyaret eden ziyaretçilere o müzede göstermek güzel olur. Müzenin önünde bir cevahir büstü, içinde ressamlara yaptırılan orijinal Cevahir resimleri, elbiseleri, el yazmaları, hakkında yazılan kitaplar ve makaleler….
Müzeler, geçmişin geleceğe ders veren hafızalarıdır. Kütüphane olarak bildiğimiz yer de müzedir, kitap müzesidir. Müzeler, bilcümle geçmiş kültürün hazineleridirler. Geleceğe, bu hazinelerin rahle-i tedrisatından aldığımız feyzle birlikte yürürüz.