Herhangi bir çelişkinin parametreleri arasındaki, matematiksel ilişkiyi ifade eden ikizkenar üçgenle, zaman parametresi arasındaki göreli ilişki bağlamında, görelilik yasasının parametreleri arasındaki ilişkiyi irdelediğimizde ve ikizkenar üçgenin tepe açısını kütle, her iki ikiz açıyı ise ışık hızına özdeş olarak ele aldığımızda, bu parametrelerin zaman parametresiyle göreli ilişkisi içinde, her iki ikiz açıya karşılık gelen ışık hızı (c) parametreleri arasında, aslında, nesnel ontolojik bir karşıtlık olmaması ve bu ışık hızı parametreleriyle kütle arasındaki ilişkinin zaman parametresiyle göreli bir ilişki determinantı tarafından belirlenmiş olmasından gelen bir zorunluluk nedeniyle, ışık hızı parametrelerinin, birbiriyle karşıtlık oluşturmasının yegane nedeninin, kütlenin evrendeki varoluşunun, bu iki parametre, ((ışık hızı) arasındaki ilişkiyi göreli bir karşıtlık haline getiren zaman parametresiyle göreli bir ilişkiye karşılık gelmesinden ve maddenin enerjiye, enerjinin de maddeye dönüşümünde, ışık hızına endeksli zaman parametresinin varoluşun ontolojisinin evrensel bir determinantı olmasından başka bir anlam ifade etmemektedir. aynı şekilde, değer yasasının kullanım değeri ve değişim değeri arasındaki karşıtlık da aslında, özünde bir kullanım değerinden başka bir şey olmayan toplumsal olarak üretilmiş ürünün, zaman parametresiyle göreli bir ilişki içinde meta üretimi koşullarında, aynı zamanda bir değişim değeri gibi görünmesinden ve kullanım değeriyle değişim değeri arasındaki karşıtlığın tamamen üretici güçleri kuşatan ve onların potansiyellerini sınırlayan zaman, yani, tarih parametresi tarafından yaratılmış bir zorunluluğu ifade ettiği de görülecektir.
Burada, nasıl ki tek başına ışık hızının enerjiye oranının değil ışık hızının karesinin enerjiye oranının evrendeki toplam kütleye karşılık gelmesi gibi tek başına kullanım değeri miktarının değil ama kullanım değeri miktarıyla değişim değerinin çarpımı toplam meta değerine karşılık geldiği için insan gözüyle algılanabilen sınırlı bir zaman kesitine karşılık gelen ışık hızının kendisiyle çarpımından daha küçük bir matematiksel değerin kütleyle çarpımı nasıl ki evrendeki toplam potansiyel enerji miktarına karşılık gelmeyecekse, tıpkı bunun gibi toplam kullanım değeri miktarının toplam değişim değeri miktarından daha küçük bir matematiksel değerle çarpımı da toplam meta değerine karşılık gelmez. Fakat, nasıl ki görelilik yasasındaki ışık hızının karesi fiziksel olarak mümkün olabilen bir matematiksel değer değil bir soyutlamaysa, tıpkı bunun gibi toplam kullanım değeri miktarıyla, toplam değişim değeri miktarının çarpımı olan toplam değişim değeri miktarı da bir soyutlamadır. Çünkü, toplam değişim değeri miktarı, burada, herhangi bir sonlu değere değil meta üretimi boyunca gerçekleşen matematiksel sonsuza karşılık gelir; ve tıpkı bunun gibi ışık hızının karesinin kütleyle çarpımı da sonsuz bir potansiyel enerji miktarına karşılık geleceği için belirli bir zaman kesitinde bu potansiyel enerji miktarının ancak toplam kütle miktarıyla göreli bir kesri açığa çıkabilir, yani, evrensel enerjinin ancak göreli bir miktarı evrensel işe dönüşebilir.
Bu, insanın hayal gücüyle gerçeklik arasındaki ilişki gibi de düşünülebilir. Nasıl ki hayal gücünün sınırsızlığına rağmen gerçek dünyanın üretici güçlerinin olanakları sınırlıysa, tıpkı bunun gibi, 18. Yüzyılda birinin aya gitmeyi hayal etmesiyle, bu hayalinin gerçekleşmesi arasında üretici güçlerin olanakları tarafından belirlenen bir zaman boyutu farkı olacaktır. Aynı şey, komünist toplumun ikinci aşamasından önce, üretici güçlerin olanaklarının herkese ihtiyacı kadar şiarına olanak tanımaması örneği için de geçerlidir. Dolayısıyla, zaman boyutu, tarihsel materyalizm biliminin diyalektiğini anlamlandıran en önemli kategori olup herhangi bir çelişkinin yalnızca karşıtların birliği olarak ifade edilmesi bize tarihsel materyalizm bilimi için anlamlı ne ontolojik ve ne de epistomolojik bir bilgi vermeyecektir.
Bu, toplumsal üretimin, emek-gücünü de bir meta haline getiren meta üretiminin tarihsel olarak, yani, zaman parametresiyle göreli bir koşutluk gösteren determinantın, öncelikle üretim araçlarını toplumsallaştıran bir devrimle ve sonrasında, bu toplumsal devrim sayesinde sermaye boyunduruğundan özgürleşmiş olan üretici güçlerdeki gelişmenin olağanüstü bir ivme kazanmasıyla, ‘’herkese ihtiyacı kadar’’ şiarının gerçekleşmesiyle birlikte aslında, özü itibarıyla, bir kullanım değerinden başka bir şey olmayan toplumsal ürünün, meta üretimi yasaları tarafından, tarihsel olarak yaratılmış zorunluluklardan özgürleşerek, kullanım değeriyle değişim değeri arasındaki karşıtlığın, bu iki parametrenin bir tek parametre olarak toplumsal üründe özdeşleşmesiyle, başka bir söylemle, kullanım değerinin değişim değeri parametresini kapsayarak aşmasıyla, çelişkinin zaman parametresiyle göreli ilişkisi tarafından belirlenen tarihsel determinant nedeniyle, yine, ancak, tarihsel olarak aşılabilir.
Dolayısıyla, nasıl, görelilik yasasının, ikizkenar üçgenin ikiz açılarına karşılık gelen, ışık hızına endekslenmiş enerji ve madde arasındaki birbirine dönüşüm diyalektiği ve birbirine içkin karşıtlık, tamamen bu karşıtlığın, ışık hızına endeksli zaman parametresiyle göreli ilişkisi tarafından belirleniyorsa, toplumsal ürünün kullanım değeriyle değişim değeri arasındaki karşıtlık da aynı biçimde, bu iki parametrenin tarihselliğine karşılık gelen zaman parametresiyle göreli ilişkisi tarafından belirlenen ve meta üretimi koşullarına özgü bir karşıtlığı ifade etmektedir. Ve dolayısıyla, görelik yasasının ışık hızı parametreleri şahsında, evrensel hareketin temel çelişkisi olan enerji ve madde arasındaki diyalektik ilişkiyi bir birine karşıt hale getiren zaman parametresinin, bu iki parametreyle ilişkisinde olduğu gibi, her çelişkinin karşıt kutupları arasındaki ilişki, zaman parametresinin bu iki karşıt parametreyle göreli ilişkisinin, belirli bir tarihsel süreç için etkin olan görünümünden başka bir şey değildir. Dolaysıyla, biz, herhangi bir çelişkinin karşıt kutupları arasındaki ilişkinin somut bir nesnelliğe mi yoksa bir soyutlamaya mı karşılık geldiğini, ancak, çelişkinin karşıt kutuplarının zaman parametresiyle göreli ilişkisine göre ele alabiliriz.
Zaman ve mekan, birbiriyle dolayımlı olarak var olabilir. Zaman ile mekan arasındaki dolayım ise doğa ve toplum yasaları aracılığıyla gerçekleşir. O halde, doğa tarihi için zamanla mekan arasındaki birbirine içkin göreli karşıtlık biçimindeki dolayımın, toplum tarihinde, bizzat, insan bedeninin kendisinin zaman ile mekanın birbirine doğa ve toplum yasaları aracılığıyla dolayımlı ilişkisinin alanı olduğu sonucuna varırız. Başka bir söylemle, insan bedeni, zaman ile mekanın doğa ve toplum yasaları dolayımıyla birbirine içkin göreli bir karşıtlık biçiminde gerçekleştiği alandır. Bu, insan bedeninin, toplumlar tarihinin bütün çelişkilerini geçmişten geleceğe taşıyan bir ontolojik varoluşa sahip olduğu anlamına gelir.
Bu demektir ki, her çelişkinin karşıt kutupları arasındaki ilişki, zaman parametresinin bu kutuplarla göreli ilişkisiyle tarihsel bir determinant olarak hem bir soyutlamaya hem de nesnel somut bir ontolojiye karşılık gelir. Çünkü, her türlü çelişkiyle birlikte evrensel hareketin sonu demek olan ve zamanla mekan arasındaki birbirine içkin göreli karşıtlığı ortadan kaldıran, ışık hızının karesine karşılık gelen bir hıza ulaşmak hiç bir zaman mümkün değildir ve bu nedenle, evrende, doğada ve toplumdaki her çelişki, hareketin bir biçimden başka bir biçime dönüşmesinden başka bir şey olmayan, dolayısıyla, görelilik yasası bağlamında zaman ve mekan parametreleri arasındaki birbirine içkin göreli karşıtlık biçiminde kendisini ortaya koyan hareketin tarihselliğinin, belirli bir zamansallıkla ilişkisi içinde görünümünden başka bir şey değildir. Bu, aynı zamanda, evrensel hareketin bir biçimden başka bir biçime dönüşürken, çelişkinin zaman ve mekan parametrelerinin de tıpkı neden -sonuç ilişkisinde olduğu gibi birbirine içkin bir biçimde birbirine dönüştüğünü, başka bir söylemle, hareketin belirli bir evresinde zaman parametresinin, hareketin başka bir evresinde mekan parametresine dönüştüğünü, evrensel hareketin dilin matematiğinin diyalektiğine yansımasının ve dilin formel mantığa karşılık gelen sözlük anlamının değil ama matematiksel diyalektiğinin, evrensel hareketin hakikatini doğru bir biçimde yansıtma nedeninin de buradan geldiğini ifade eder.
Biz, burada, ikizkenar üçgen modelinde, her hangi bir çelişkiyi, zaman parametresiyle birbirine içkin bir göreli karşıtlık olarak alırken, örneğin, metanın iç çelişkisi olan kullanım değeriyle değişim değeri arasındaki çelişkiyi matematiksel bir ilişki olarak ifade ederken, ikizkenar üçgenin her iki ikiz açısına karşılık gelen çelişkinin kutuplarını, hem birbiriyle bir matematiksel çarpma işlemi ve hem de bir bölme işlemi ilişkisi içinde ele alıyoruz ve görelilik yasasının zaman ve mekan parametrelerini de tıpkı, metaya içkin değer ölçüsünün emek-zamanı olması gibi, birbirine içkin bir ontolojik varoluş olarak ele alıyoruz.
Bu anlamda, görelilik yasasının, zaman ve mekan parametreleri arasındaki ilişki, tüm zamanları kapsayan bir ilişki olarak, tıpkı, E = m.c.c formülasyonunda olduğu gibi, herhangi bir varlığın kütlesinin, yani, mekanik olarak işgal ettiği alanın, ışık hızının karesiyle çarpımına ve hem de m= E / c.c formülasyonunda olduğu gibi, herhangi bir varlığın kütlesinin onun potansiyel enerjisinin ışık hızının karesine bölümüne karşılık gelir.
Fakat, ışık hızının karesi herhangi bir varlığın hiçbir zaman ulaşamayacağı bir hız olması nedeniyle, kütleyle, onun potansiyel enerjisi arasındaki bu ilişki, ışık hızının karesinin altındaki hızlarda, yani, pratik yaşamda, kütleyle, potansiyel enerjinin birbirine dönüşümünün, belirli bir an için, her zaman eksik, tamamlanmamış bir ifadesine karşılık gelecek bir biçimde, potansiyel enerjinin, şimdiki zamandan geleceğe doğru kesintisiz hareketinde, belirli bir an için kütleye eşit olması gereken denkliğin hiçbir zaman kurulamayacağını ve varlığın potansiyel enerjisinin bir bölümünün, şimdiki zamandan geleceğe doğru zaman parametresiyle birbirine içkin göreli karşıtlık biçiminde taşınacağı anlamına gelir ki bu da, varlık şimdiki zamanda, artık eski biçimiyle var olmasa, örneğin, evrendeki bir yıldız ya da bir devrim şehidi gibi ölmüş bile olsa, potansiyel enerjisini kesintisiz hareketine devam edeceğini ve varlığın evrendeki varoluş biçimini değiştiren çelişkinin, aynı zamanda, varlığın evrende varoluş biçimini, bir biçimden başka bir biçime dönüştürürken, onun potansiyel enerjisini de çelişkinin bir biçimden başka bir biçime, dolayısıyla, hareketin bir biçimden başka bir biçime dönüşümünde olduğu gibi kendisine içkin yeni bir çelişki, yeni bir hareket olarak geçmişten geleceğe taşıyacağını, tıpkı, ölü bir yıldızın ışığının milyarlarca yıl sonra bile dünyadan görünebilmesi gibi, fiziken ölmüş bir devrim şehidinin potansiyel enerjisinin, onun ölümüne sebep olan çelişkinin parametreleri bağlamında, başka bir çelişki, başka bir hareket olarak geleceğe doğru hareketin sonsuz ve kesintisiz akışında taşınacağı anlamına gelir ki devrim şehitlerinin ölümsüzlüğü kavramının bilimsel bir gerçeklik ifade ettiği yer de görelilik yasasının parametreleriyle varlığın ontolojisi arasındaki bu göreli ilişkidedir.
Bu metnin ikinci bölümünün başında, Engels’in mekanik iş formülasyonundaki, hareketin bir biçimden başka bir biçime dönüşürken kaybolmuş gibi görünen potansiyel enerjinin hiçbir zaman kaybolmadığına dair yaklaşımını, biz burada, görelilik yasası bağlamında, zaman ve mekanın birbirine göreli karşıtlık içinde içkinliği biçiminde hareketin kesintisiz olarak geçmişten geleceğe doğru akışında, potansiyel enerjinin, hareketin bir biçimden başka bir biçime dönüşüyle, potansiyel enerjinin de geçmişten geleceğe başka bir hareketin çelişkisine içkin olarak taşındığını göstererek desteklemeye çalışıyoruz ki Engels, eğer görelilik yasasının bilgisine sahip olsaydı, varlığın potansiyel enerjisinin, zamanla mekan arasındaki birbirine içkin göreli karşıtlık üzerinden, başka bir harekete içkin başka bir çelişki biçiminde kesintisiz olarak taşındığına ilişkin bizim buradaki yaklaşımımızı hiç kuşkusuz paylaşırdı. Ve belki de Engels’in mekanik işin formulasyonunu, m.v.v olarak değil m.v.v / 2 olarak değiştirmesi gibi, görelilik yasasının formülasyonu da E = m.c.c değil, E= m.c.c / 2’dir. Bu, evrendeki toplam kütle miktarını karanlık maddeyle dolduran bugünkü fiziğin de yanıldığını gösterir.
Yukarıda örneklerini verdiğim, Evrensel Hareketin Göreli Ritm Yasası, Hegel’in Mutlak Tin dediği, evrenin hareketinin temel çelişkisinin, yani, evrendeki hareketin nedenselliğinin matematiğinin parametrelerinin toplumsal varlığın ontolojisine yansıyan görünümünden başka bir şey değildir ve bu parametreler arasındaki ilişkinin matematiksel diyalektiği her çelişki için evrensel olup bu durum, devletle devrim arsasındaki tarihsel karşıtlığın görelilik yasası bağlamında toplumsal ontolojiye de yukarı da örneklerini verdiğim gibi yansıdığı anlamına gelir. Çünkü, evrendeki, doğadaki ve toplumdaki her hareket, özünde evrensel hareket olarak bir tek hareketin farklı hareketlere dönüşerek, zaman ve mekanı bir birine içkin göreli bir karşıtlık haline getiren görelilik yasası bağlamındaki uzamsal ve tarihsel ontolojiye bürünmesinden başka bir şey değildir.
Hareketin Evrensel Göreli Ritm Yasası, herhangi bir çelişkinin parametreleri arasındaki diyalektiğin matematiksel ifadesine karşılık gelmekte, evren, doğa ve toplum tarihini birbirine içkin diyalektik bir ilişki içinde bir tek evrensel hareketin farklı biçimlere bürünerek evren, doğa ve toplum tarihinin matematiğini yaratmasıyla etkinlik göstermektedir. Söz konusu yasa, doğa ve toplum yasalarıyla diyalektik ilişkisi üzerinden devrim ve komünizm davasına iradi bir nitelik kazandırmanın yanında, doğanın kendiliğindenliğinin nedenselliklerini değilse de bu nedenselliklerin yönü ve olasılıklarını da iradileştirme olanağı üzerinden, bilince çıkarıldığında, sınıf mücadelesinin iradi niteliğini, tarihinin hiç bir döneminde olmadığı kadar güçlendirebilir Çünkü, söz konusu yasanın parametrelerine karşılık gelen nesnel öncüller, doğa yasalarıyla toplum yasaları arasında bir göreli özdeşlik yaratmakta ve doğanın nedenselliğini değilse bile nedenselliklerin olasılığını değiştirme olanağı yaratmaktadır. Ben, Hareketin Evrensel Göreli Ritm Yasasının parametrelerinin, örneğin, elektron, nötron ve proton gibi maddenin temel üniteleri arasındaki ilişkide de gösterilebileceği düşüncesindeyim. Fakat, bunun gibi bir çalışma için kapsamlı olanaklar gerektiği için biz, bunu bugün gerçekleştirebilecek durumda değiliz.
Hareketin Evrensel Göreli Ritm Yasası çelişkinin matematiğidir. Dolayısıyla, felsefi anlamıyla, varlığın ontolojisine ilişkin sorunsallıkta tam da idealizmle materyalizmin kesiştiği yere karşılık gelir. İnsanın evrimi süreci, aynı zamanda, doğanın kendiliğinden hareketinin iradileşme sürecidir. Çünkü, insan, pratik üretim sürecinde doğayı değiştirirken, soyutlama yetisiyle de doğal ve toplumsal tarihin eski bağıntılarını değiştirme, yeni bağıntılar yaratabilme yeteneğine sahiptir. İnsanın soyutlama yeteneği, doğa ve toplum tarihinin iç çelişkilerinin yasalarını kavrama düzeyiyle doğrudan ilişkili olup bu yasaların bilince çıkarılmasıyla sürekli gelişmektedir.
Örneğin, değer yasası nasıl ki insanla doğa arasındaki madde alışverişinin meta üretimi koşullarındaki biçimiyse, Hareketin Evrensel Göreli Ritm yasası da herhangi bir çelişkinin matematiği olarak doğa yasalarının ekonomi politikle diyalektik bir ilişki içine girdiği momente karşılık gelir. Dolayısıyla, söz konusu yasa, bize, bir doğa yasası yerine ( örneğin, elektriksel yüke bağlı olarak itme ya da çekme) ekonomi politiğin değer yasasını ikame etme olanağı vermektedir. Çünkü, zaten, değer yasası, insanın doğa ile madde alışverişinin meta üretimi koşullarındaki biçiminden başka bir şey değildir.
Herhangi bir çelişkinin matematiğine karşılık gelen, ikizkenar üçgenle, zaman parametresi arasındaki ilişkiyle gösterilebilecek olan Evrensel Hareketin Göreli Ritm Yasası bağlamında, sıfırın (0), aynı zamanda, görelilik yasasının parametreleri arasındaki ilişkide olduğu gibi, birbirine, zaman parametresi aracılığıyla göreli bir içkinlik ilişkisi içinde olan ışık hızı parametreleri arasındaki karşıtlıkta da görebileceğimiz gibi, sıfır (0), aynı zamanda, ışık hızı parametreleri arasındaki birbirine içkin karşıtlığın zaman parametresiyle dolayımlı ilişkisi içinde, bu iki parametrenin ( ışık hızı ) karşılıklı olarak birbirinin yerini aldığı bir uğrak olarak, ikizkenar üçgenin tabanı ile yüksekliğinin çarpımının yarısına karşılık gelen alanının, görelilik yasasının denkleminde olduğu gibi ( E= m.c.c ) enerji parametresine karşılık gelmesiyle, görelilik yasasının, nesnellikle, yani, evrenin ontolojisiyle ilişkisi içinde sıfırın (0), aynı zamanda, madde ile enerji, yani, hareketin bir biçimden başka bir biçime dönüşürken enerji ile madde arasındaki karşıtlığın diyalektiğinde, yani, evrensel hareketin diyalektiğinde, tam da madde ile enerji arasındaki bu birbirine dönüşüm diyalektiğinin özel bir uğrağı, başka bir söylemle, görelik yasasının ifade ettiği gibi, madde ile enerji arasındaki birbirine dönüşüm diyalektiğinde, herhangi bir çelişkinin kutupları arasında bir birine içkin karşıtlığın zaman parametresi ile göreli bir ilişkiyi yansıtan diyalektiği bağlamında, bu iki parametrenin birbirine dönüştüğü, birbirini yadsıdığı özel bir uğrak olarak, hareketin bir biçiminden başka bir biçimine dönüşümünde, hareketin önceki biçimi için ‘’olumsuzlama’’, sonraki biçimi için ‘’olumlama’’ya karşılık gelir. Böylelikle, sıfır (0), olumlama ve olumsuzlama üzerinden, enerji ile kütle arasındaki bir birine içkin göreli karşıtlık, evrensel hareketin kendiliğindenliğine karşılık gelen nedenselliğinden başka bir şey değildir
Hareketin bir biçimden başka bir biçime dönüşümü, aynı zamanda neden- sonuç ilişkisinin de tam karşıtına dönüşmesidir. Sıfır (0), burada, bir çelişkinin çözülüp yeni bir çelişkinin ortaya çıktığı özel bir uğraktır ve yadsımaya karşılık gelir. Bu anlamda, dildeki ‘’var’’ ve ‘’yok ‘’ kavramları tarihsellikten bağımsız olarak değerlendirilemez. Bir şeyin varlığı da yokluğu da o şeyi hareket ettiren çelişkinin tarihselliği tarafından belirlenir. Bugün, burada var olan bir şey gelecekte başka bir şeye dönüşerek yok olabileceği gibi, bugün nesnesi yok olan herhangi bir soyutlama gelecekte somut bir varlık da kazanabilir.
Matematiğin sıfır (0) kavramı, bir analoji olarak değil ama işlevsel olarak, gastrointestinal sisteme karşılık gelir ki tıpkı bu sistemin işlevselliğinde olduğu gibi kendisinde maddi bir içerik barındırmaz ve tüm maddi içeriği kendi dışına öteler. Matematikteki sıfırı başka bir analoji üzerinden tanımlamak gerekirse, evrendeki karadelikler tıpkı sıfır gibi düşünülebilir. Nasıl ki karadelikler içerisine düşen her maddeyi atom altı parçacıklarına kadar parçalıyor ve enerjiye dönüştürüyorsa, yani, madde olarak maddeyi yadsıyor, öteliyorsa, tıpkı bunun gibi matematikteki sıfır da felsefi olarak kavramlaştırıldığında bir karadelik gibi maddenin yadsındığı, başka bir ifadeyle maddenin enerjiye dönüştüğü bir moment olarak düşünülebilir. Nasıl ki evrendeki karadelikleri yok sayamıyorsak, matematikteki sıfır kavramını da felsefi anlamıyla yok sayamayız. Kaldı ki bugünkü bilgilerimizle karadeliklerin nereye açıldığını, örneğin paralel bir evrene açılıp açılmadığını bilmiyoruz. Eğer, karadelikler paralel bir evrene açılıyor ve enerjiye dönüştürdükleri madde açıldıkları paralel evrende tıpkı bizim güneşimiz gibi bir güneşe dönüşüyorsa ki enerjinin sakınımı kanunu gereğince bunun böyle olması çok muhtemeldir, o halde karadelikler tam anlamıyla diyalektiğin yadsıma ve yadsımanın yadsınması yasasının birlikte gerçekleştiği evrendeki özel momentler olabilir ve böyle bir şey de evrenin oluşumuna ilişkin olarak bing bang teorisini yeniden gözden geçirmemizi gerektirebilir.
Yine, matematikteki sıfır kavramını tanımlamak için başka bir örnek olarak elektriksel yük verilebilir. Nasıl ki elektriksel yük bir maddenin kütlesinde hiçbir değişikliğe neden olmuyor ve fakat maddenin hareketini değiştiriyorsa, tıpkı bunun gibi matematikteki sıfır kavramı da negatif elektrik yükü ile pozitif elektrik yükünün birbirine dönüştüğü, yani, elektriksel yükün yadsındığı özel bir moment olarak da düşünülebilir. Bu anlamıyla matematiksel sıfır, karşıtların birbirine dönüştüğü moment olarak felsefi ve pratik anlamıyla ‘’hiç bir şey’’ değil, işlevsel olarak olumlama ve olumsuzlamanın birlikte gerçekleştiği çelişkinin çözüm aşamasının özel bir uğrağıdır. Bu nedenle, matematiksel sıfırı herhangi bir olguya, çelişkiye uyarlarken, çelişkide ve olguda matematiksel sıfırın rolünü işlevsel olarak yerine getiren parametreyi dikkate almak gerekir.
Çelişkinin kutuplarından birinin matematiksel sıfıra, yani, olumlama ya da olumsuzlamaya, diğerinin ise sonsuza karşılık gelmesi, aynı zamanda, çelişkinin tarihselliğine karşılık gelir. Örneğin, metanın, kullanım değeriyle değişim değeri arasındaki iç çelişkisini ele alalım. Burada, meta 1’e, yani, mutlaklığa, kullanım değeri ve değişim değeri karşılıklı olarak yer değiştirmek üzere sıfıra ve sonsuza karşılık gelir. Böylece, meta, kullanım ve değişim değerinin çatışmalı birliği olarak sıfıra, yani, olumlama ya da olumsuzlamanın ve sonsuzun çatışmalı birliği, başka bir ifade ile bir kesirdir. Metanın bu iç çelişkisi çözülmeden, kullanım değeriyle değişim değeri, matematiksel sıfır, yani, olumlama ya da olumsuzlamayla sonsuz arasındaki çatışma da çözülmez.
Komünist toplumun ikinci aşamasında, üretici güçlerdeki muazzam gelişme ‘’herkese ihtiyacı kadar’’ şiarının gerçekleşmesine olanak tanıdığında, değişim değerinin fiilen sıfıra karşılık gelmesi, yani, metanın iç çelişkisinin yadsınarak çözülmesiyle, meta da kullanım değeriyle değişim değerinin çatışmalı birliği olarak ortadan kalkar ve ilkel komünal toplumda olduğu gibi salt bir kullanım değerine dönüşür. Böylece, komünist toplumun ikinci aşamasının ekonomi politiği de meta üretimi toplumlarının ekonomi politiği olarak ortadan kalkacak ve insanlık ilkel komünal toplumdaki gibi tam ortaklaşmacı bir toplum yapısına yeniden geri dönecektir. Bu, aynı zamanda, ilkel komünal toplum şahsında, yadsımanın yadsınması yasasının gerçekleşmesi ve insanlığın ilk toplum biçiminin bu kez muazzam derecede gelişmiş üretici güçler zemininde yeniden ortaya çıkmasıdır.
Böylelikle, herhangi bir çelişki için yadsımanın yadsınması yasasının gerçekleşmesinin, yani, başka bir ifade ile herhangi bir çelişkinin tarihinin dairesel bir hareket gösterdiği, bu dairesel hareketin ikiz kenar üçgenin tepe açısına karşılık gelen 106 derecelik diliminin çelişkinin çözümünün tarihine, örneğin, sınıflı toplumlar tarihi ve meta üretimi tarihine karşılık geldiği, her iki 37 derecelik ikiz açının da çelişkinin sıfıra ve sonsuza karşılık gelen ve birbirine içkin olan kutuplarına karşılık geldiği anlaşılacaktır.
Böylece, evrensel hareketin iç çelişkisinin, yani, enerji ile madde arasındaki temel karşıtlığın, aslında, özle biçim arasındaki karşıtlık olduğu görülebilir. Çünkü, kâinatın başlangıcında enerji vardı. Madde yoğunlaşmış enerjinin bing bang ile patlamasından sonra oluştu. Dolayısıyla, enerji evrensel hareketin özü ve madde ise biçimidir. Biçim, özün kesintisiz hareketiyle sürekli bir değişim halindedir. Dolayısıyla, evren. Doğa ve toplumsal ontololoji tamamlanmamıştır, halen oluş halindedir. Yadsımanın yadsınması yasasının, başlangıçtaki içeriğin bütün bir gelişim ve dönüşüm tarihi sonucunda edinilmiş pozitif içerikle zenginleşmiş olarak yeniden ortaya çıkması biçiminde gerçekleşmesi, bize, aynı zamanda, evren, doğa ve toplum ontolojisine ilişkin olarak kimi öngörülerde bulunma olanağı da vermektedir.
Matematikteki sıfır kavramına böyle bir felsefi bakış, belki de karanlık madde ve karanlık enerji olarak tanımlanan oluşumların bir tür elektrik yükünden başka bir şey olmadıklarını da düşündürmektedir. Çünkü, karanlık madde ve karanlık enerjinin bugüne kadar çekim kuvvetinden başka bir etkisi gösterilememiştir
Başka bir söylemle, sıfır, görelik yasasının parametreleri arasındaki ilişkide olduğu gibi herhangi bir çelişkide, çelişkinin kutupları arasındaki birbirine içkin karşıtlığın zaman parametresiyle göreli ilişkisinde hem çelişkinin çözülüp karşıt kutupların, ikizkenar üçgenin tepe açısına karşılık gelen çelişkinin öznesiyle özdeşleşerek bir ve aynı şey haline geldiği durumun özel bir uğrağı ve hem de görelilik yasasının ifade ettiği gibi birbirine zaman parametresi dolayımıyla karşıt ve göreli bir içkinlik halinde olan ışık hızı parametresinin hiç bir zaman ışık hızının karesine özdeş olamayacağı ve bu nedenle de evrendeki hareketin hiç bir zaman sıfıra eşit olamayacağı gerçekliğinde olduğu gibi, varlığın ontolojisinin hiç bir zaman var olmayacak olan bir durumunu ifade eder. Bu demektir ki, herhangi bir çelişki çözülse ve bu çelişkinin birbirine zaman parametresi aracılığıyla göreli karşıt içkinlik durumu aşılarak, ikizkenar üçgenin tepesine karşılık gelen çelişkinin öznesinde, karşıt parametreler bir ve aynı şey olarak özdeş bir ontolojik varoluş kazansa bile, çelişkinin zamanla görelilik içindeki hareketi durmayacak ve çelişki, farklı iki karşıt parametre arasında, yine, zaman parametresiyle dolayımlı bir ilişki içinde birbirine içkin bir karşıtlık gösteren yeni bir ontolojik yapı olarak yeniden, farklı bir biçim altında ortaya çıkacaktır. Bu, evrensel hareketin durdurulamaz kesintisiz niteliğinin mutlak bir yasasıdır. Başka bir söylemle, bu, evrenin ontolojisinin yegane mutlak yasasıdır. Eğer, bu böyle olmasaydı, evrenin hareketi sonlu olurdu. Fakat, evrenin hareketi sonsuzdur.
Hegel’in tez, anti-tez, sentez biçiminde ifade ettiği diyalektiğin momentlerini, evrensel hareketin göreli ritm yasasına, yani, ikizkenar üçgenin parametrelerinin zaman ordinatı ile göreli ilişkisine ikame edersek, onun ‘’mutlak tin’’ ya da ‘’mutlak fikir’’ dediği şeyin matematiksel ifadesini elde ederiz. Şöyle ki ikiz açılardan her birine tez ve anti-tezi, tepe açısına ise sentezi yerleştirdiğimizde, tez ve anti-tezin zaman parametresiyle diyalektik ilişkisinde birbirine içkin göreli karşıtlığının, bize, varlığın belirli bir zamansal momentte, senteze karşılık gelen varlığın ontolojisini verdiğini görmek mümkündür. Ama, Hegel, tez-anti-tez, sentez arasındaki diyalektik ilişkiyi tersinden kurduğu için evrenin hareket ettirici bu çelişkisini bir ‘’mutlak fikir’’ olarak ifade eder. Aslında, burada mutlak olan görelilik yasasından başka hiçbir parametre yoktur. Görelilik yasası ise, insan öznesi ve onun üretim ilişkilerinin yasaları bağlamındaki toplumsal etkinliğinden soyutlandığında, evrensel bir yasa olarak evrenin kendiliğinden hareketinden başka bir anlam ifade etmez.
Nasıl ki madde atomun çekirdeği ile elektron arasındaki karşıtlıkla, yani kendi iç çelişkisiyle deviniyorsa, kapitalist ekonomi politik de metanın kullanım değeriyle değişim değeri arasındaki karşıtlıkla devinmektedir. Fakat, maddenin kendi iç çelişkisiyle devinimiyle, kapitalist ekonomi politiğin devinimi arasında ontolojik bir farklılık vardır. Maddenin devinimi doğal, kapitalist ekonomi politiğin devinimi sentetiktir. Başka bir ifadeyle maddenin aklı olan diyalektik nesnel, kapitalist ekonomi politiğin diyalektiği özneldir, yani, üretim araçlarının özel mülkiyetine ilişkin tarihsel koşullarca belirlenen, bu nedenle de kalıcı değil geçici olan bir çelişkidir. Kapitalist ekonomi politiğin bu iç çelişkisi üretim araçlarını toplumsallaştıran bir devrimle komünist toplumun ikinci aşamasına kadar olan bir süreç boyunca aşama aşama çözülecektir.
Bütün bu göstergeler, devrimle karşı devrim arasındaki sınıf çelişkisinin, doğa ve toplum yasalarıyla diyalektik bir ilişki içinde yalnız üretim ilişkilerinin çelişkisi olarak değil ama aynı zamanda Hareketin Evrensel Göreli Ritm Yasası aracılığıyla da özel bir enformasyon olarak, devrim ve karşı devrimin politik özneleri arasındaki elektriksel alan karşıtlığı biçiminde geçmişten geleceğe taşındığını ortaya koymaktadır.