Bizimle iletişime geçin

Makale

Tarihsel Materyalizm ve Diyalektik Yöntem Üzerine- 2

Göreli nedensellik kavramına ilişkin olarak, neden-sonuç ilişkisinin birbirine dönüşümünü kavrayabilmek içinse, tıpkı, Marks’ın Kapital’deki meta ontolojisinin tahlilinde yaptığı gibi bir metanın iç çelişkisine karşılık gelen kullanım değeriyle değişim değeri arasındaki karşıtlık ilişkisinin kavranmasına benzer bir düşünsel çaba gerekir.

Ben, bu çalışmada, tıpkı, bir metanın kullanım değeri ile değişim değeri arasındaki karşıtlığın, metanın ontolojik çelişkisine karşılık gelmesi gibi, ürettiği ürüne özdeş olan insanın iç çelişkisinin de tıpkı metanın iç çelişkisi gibi değişim değeri ile kullanım değeri arasındaki karşıtlığı yansıttığını, sınıflı toplumlar tarihinin, bu çelişkinin, halkla devlet, devrimin öncü özneleriyle karşı devrimin taşıyıcı kimlikleri ve dolayısıyla doğanın diyalektiği ile sınıflı toplumun ekonomi politiği arasındaki bir çelişki olarak geçmişten geleceğe taşınan bir süreç olduğunu ve bunun da dilin matematiğinin diyalektiğine olduğu gibi yansıdığını göstermeye çalışacağım.

Yukarıda, ikiz açıları 37 derece, tepe açısı 106 derece olan ikizkenar üçgenin açıları ve alanının karşılıklı etkileşimleri üzerinden etkinlik gösteren evrensel hareketin göreli ritm yasası, böyle bir ikizkenar üçgenin, aynı zamanda evrendeki hareketin iç çelişkisine de karşılık gelmekte, ikiz açılardan her biri, herhangi bir çelişkinin karşıt kutuplarına, tepe açısıysa, karşıt kutupların birlikte bir tarihsel ontoloji oluşturduğu, karşıtların birliği olarak herhangi bir çelişkinin öznesine ya da özneye özdeş nesnesine karşılık gelir. Ekonomi politik olarak ise zamanla mekan arasında birbirine dil aracılığıyla göreli bir içkinlik ifade eden karşıtlık şahsında, değer yasasının, ikiz açıları kullanım değeri ve değişim değeri parametreleri arasındaki karşıtlığa özdeş olup geniş açısı ise metanın kendisine karşılık gelir ve böylelikle, kapitalist ekonomi politiğin üç temel parametresi arasındaki göreli karşıt ilişkiyi ifade eder. Bu ikizkenar üçgenin soldaki ikiz açısına  tabanı ile doksan derecelik açı yapan teğet, görelilik yasasının zaman parametresine karşılık gelir, söz konusu yasanın etkinlik gösterdiği mekan parametresi ise zaman parametresiyle birbirine içkin göreli bir karşıtlık halinde olan üçgenin alanıdır.

Bu ikizkenar üçgen, aynı zamanda, aklınıza gelebilecek her şeye özdeş olup bir tarla, bir televizyon, bir bilgisayar, bir otomobil, bir insan olarak da düşünülebilir. Çünkü hem herhangi bir metanın ekonomi politik parametrelerine karşılık gelmesiyle her metaya özdeş olarak alınabilir ve hem de herhangi bir çelişkinin parametreleri arasındaki ilişkiyi, görelilik yasası bağlamında matematiksel bir ilişki olarak ifade etmesiyle her çelişkiye uyarlanabilir. Böylelikle, biz görelilik yasasının, ışık hızı parametresi üzerinden tanımlanmış olan zaman parametresini, soyut bir zaman kavramı olarak değil ama Hareketin Evrensel Göreli Ritm Yasası bağlamında, mekana içkin göreli bir karşıtlık olarak ele alıyoruz ve enerjinin maddeye, maddenin de enerjiye dönüşüm diyalektiği içinde, evrensel hareketin bir biçimden başka bir biçime dönüşüm süreçlerini, aynı zamanda, soyut zamanın, mekana içkin göreli bir karşıtlık ilişkisi içinde somut bir ontoloji kazanması olarak değerlendiriyoruz. Bu anlamda, gerek doğal ve gerekse toplumsal varlığın ontolojisini statik değil dinamik bir diyalektik oluş süreci olarak tanımlıyoruz.

İkiz açıları 37 derece ve tepe açısı 106 derece olan ikiz kenar üçgene çizilecek zaman ordinatı, bize, çelişkinin parametreleri arasındaki matematik ilişkiyi vermekte ve herhangi bir çelişkinin matematiksel ifadesini vermektedir. Bu, çelişkinin karşıt kutuplarından birinin her zaman ya bir soyutlamaya karşılık geldiğini ya da hareketin tarihselliğine bağlı olarak bir soyutlamaya dönüşeceğini, başka bir ifadeyle, çelişkinin kutuplarından birinin, ikizkenar üçgenin ikiz açılarından birinin, üçgenin tabanıyla, ona dik çizilen ordinatın zaman parametresine karşılık gelmesinde olduğu gibi sıfıra karşılık gelmesi, her çelişkinin, çözülürken, karşıt kutuplarından birinin, zaman parametresiyle ilişkisi içinde, geçmiş zamanı temsil eden kutbun sıfıra karşılık gelecek biçimde, çelişkinin, zaman parametresiyle ilişkisi içinde çözüldüğünü ifade eder. Bu, tıpkı, değer yasasının kullanım değeriyle, değişim değeri arasındaki karşıtlığında olduğu gibi, değişim değerinin, komünist toplumun ikinci aşamasında, üretici güçlerdeki muazzam gelişmeye bağlı olarak sıfıra karşılık gelecek biçimde ortadan kalması örneğinde olduğu gibi, her çelişki için geçerli olan evrensel bir yasadır. Herhangi bir çelişkide, çelişkinin, diğer ikiz açıya karşılık gelen parametresi ise matematikteki ‘’sonsuz’’ kavramına özdeştir.

Biz. Bu çalışmada, görelilik yasasının zaman ve mekan parametreleri arasındaki ilişkiyi, birbirine içkin göreli bir karşıtlık olarak ele alıyoruz. Böylelikle, tıpkı, emek-zamanın bir metanın değişim değerinde nesnelleşmesi gibi, hareketin ve dolayıyla maddenin bir biçimden başka bir biçime dönüşüm sürecini, aynı zamanda, zamanın mekansallaşması ve tersine mekanın da zamansallaşması olarak değerlendiriyoruz. Böylece, zaman kavramının soyut kavranışına maddi varlığın ontolojisinin hareket ettirici iç çelişkisi bağlamında somut bir nitelik kazandırıyoruz. Bu, herhangi bir çelişkinin karşıt kutuplarının karşılıklı olarak birbirine dönüşümünü, aynı zamanda, zaman parametresiyle birbirine içkin bir süreç olarak ele almak, zaman parametresinin maddenin hareket ettirici iç çelişkisinin kendisiyle dolayımlı bir korelasyon ilişkisi içinde nesnelleşmesi olarak değerlendirmek anlamına gelir. Böylelikle, görelilik yasası da pratik yaşamdan kopuk soyut bir formülasyon olmaktan çıkarak doğa ve toplum tarihinin gelişim diyalektiğinin, doğa ve toplum ontolojisinin somut bir parametresi haline gelir. Böylelikle, biz, Marks’ın, Kapital’de metanın ontolojisinin tahlilinde kullandığı diyalektik yöntemi genelleştirerek doğa ve toplum tarihinin ontolojisine uyarlıyoruz.

Burada, bir metanın değişim değerine karşılık gelen, onda nesnelleşmiş olan toplumsal bakımdan gerekli emek zamanı, nasıl hem bir soyutlamaya ve hem de meta üretiminin somut bir parametresine karşılık geliyorsa, tıpkı bunun gibi, görelilik yasasının zaman parametresinin, mekanla birbirine içkin göreli bir karşıtlık olarak ele alınması da hem bir soyutlamaya, fakat, hem de doğa ve toplum tarihi için somut bir ontolojiye karşılık gelmektedir.

Görelilik yasasını, doğa ve toplum yasalarıyla diyalektik bir ilişki içinde ele aldığımızda ise mekanik nedensellikle karşılıklı olarak birbirini koşullayan ve birbirine dönüşen göreli nedensellik kavramına ulaşırız. Görelilik yasasının zaman ve mekan parametrelerini birbirine içkin göreli karşıtlık olarak ele almak, bunların bir birine dönüşebileceğini öngörmek, aynı zamanda, geçmiş zamanın neden-sonuç ilişkisinin de şimdiki zamana tam bir karşıtlık halinde, yani, birbiriyle yer değiştirmiş olarak taşındığını da öngörmek anlamına gelir ki biz bu yaklaşımımızı aşağıda çeşitli örnekler üzerinden temellendirmeye çalışacağız. Aslında, bir nehrin tıpkı zamanın akışı gibi denize akması ve deniz suyunun buharlaşarak yağmur biçiminde tekrar nehire dönmesi, mekanik nedensellikte neden –sonuç ilişkisinin birbirine dönüşebilirliğini ortaya koymaktadır. Göreli nedensellik kavramına ilişkin olarak, neden-sonuç ilişkisinin birbirine dönüşümünü kavrayabilmek içinse, tıpkı, Marks’ın Kapital’deki meta ontolojisinin tahlilinde yaptığı gibi bir metanın iç çelişkisine karşılık gelen kullanım değeriyle değişim değeri arasındaki karşıtlık ilişkisinin kavranmasına benzer bir düşünsel çaba gerekir.

Biz bu metinde, evrensel hareketin bir biçimden başka bir biçime dönüşürken, karşıtların birliği ve savaşımı olarak tanımlanan hareketin ve dolayısıyla doğal ve toplumsal varlığın iç çelişkisinin, Hareketin Evrensel Göreli Ritm Yasası bağlamında, herhangi bir çelişkinin matematiğine karşılık gelen ve ikizkenar üçgenin 37 derecelik ikiz açılarıyla, 106 derecelik tepe açısı arasındaki ilişkinin, bu ikizkenar üçgene dik olarak çizilecek zaman ordinatıyla görelilik yasasının parametreleri bağlamındaki diyalektiği üzerinden, 37 ve 106 günlük periyodların tekrarlandığı bir ilişki gösterdiğini, evrensel hareketin iç çelişkisinin, geçmişten geleceğe doğru zamansal yolculuğunda, karşıtların birliği ve savaşımının periyodik bir biçimde gerçekleştiğini göstermeye çalışacağız.

Evrensel Hareketin Göreli Ritm Yasası’nın kavranabilmesi için, öncelikle, görelilik yasasının, pratik yaşamdan kopuk soyut bir formülasyon olmayıp, zaman ve mekan parametrelerinin birbirine içkin göreli karşıtlık biçiminde, doğa ve toplumsal yasalarla diyalektik bir ilişki içinde doğal ve toplumsal varlığın ontolojisinde nesnelleştiğini kavramak gerekir.

Fakat, zaten, Marks’ın elinde Hegel diyalektiğinin ters yüz edilmiş, yani, materyalist bir zemine oturtulmuş bir yöntemden ve doğa ve toplumlar tarihine ilişkin olarak verili bilgiden başka bir şey yoktu. Örneğin, Marks, görelilik yasasını bilmiyordu. Daha başka, karanlık madde, karanlık enerji, kuantum fiziği bilgisine de sahip değildi. Fakat, Hegel diyalektiğinin tersyüz edilmiş hali bile, örneğin, kapitalist ekonomi politiğin iç çelişkilerini açığa çıkarmak için yeterliydi. Ama aynı yeterliliğin, örneğin, bir evren ve doğa ontolojisini bütünüyle ortaya koyabilmek için söz konusu olduğunu idea etmek, bilimin bugünkü yeni kavramları bağlamında Hegel diyalektiğini çözümünü başaramayacağı bir problemi çözmeye zorlamak olacaktır. Yani, ekonomi politik gibi bir bilim için yeterli olan Hegel diyalektiği, bir evren ve doğa ontolojisi için yetersiz kalır. Biz, bugün, gözün evriminin aşamalarını biliyorsak da halen gözü göz yapan nedenselliğin ontolojisini bilmiyoruz.

Dolayısıyla, evren ve doğa tarihi konusundaki bilgilerimiz, halen epistemolojik bir sınırlılık içinde ontolojiyi bütünüyle ortaya koymakta yetersiz kalmaktadır Marks’ın kendi zamanı için bir mantık kitabı yazabilmesi ancak, Hegel diyalektiğinin tersyüz edilmiş biçimini, toplumsal yapının ekonomi politikle dolayımlı olan moral, sanat, din, dil, kültür gibi üst yapısal olgulara uyarlamak biçiminde olabilirdi. Bunun ötesinde, Marks, mevcut epistemolojik materyal ve Hegel diyalektiği ile bir evren ve doğa ontolojisi ortaya koymayı denememiştir bile. Çünkü, bir bilim insanı olarak Marks, epistemolojinin o günkü olanaklarıyla bütünlüklü bir evren ve doğa ontolojisi ortaya koymaya çalışmanın yetersizliklerinin farkındaydı. Marksizmin, evren ve doğa ontolojisi üzerine çalışmaları, Engels’in Doğanın Diyalektiği çalışmasıyla sınırlı olup o çalışma da pozitif bilimlerin yegâne yönteminin, ancak, maddenin hareket yasalarının kendisi olan diyalektik yöntemden başka bir şey olamayacağı savını ispatlamak üzere, içerik olarak, ontolojik bir temellendirmeden ziyade epistemolojik bir bakışla sınırlıdır.

Benim bu çalışmamın asıl zemini, Marksizm’de sözünü ettiğim tarihsel nedenlerden dolayı yetersiz kaldığını düşündüğüm, doğa yasalarıyla ekonomi politiğin ve dilin evrimi arasındaki ilişkiyi görelilik yasası bağlamında yeni bir epistemolojik zemine oturtmaktır. Matematiğin, bir formel bilim olduğu iddia edilmektedir. Oysa, matematik diğer her şey gibi diyalektiktir. Matematiğin diyalektiğini kavrayabilmek için tıpkı, meta, kullanım değeri ve değişim değeri arasındaki diyalektik ilişkide olduğu gibi bir (1), sıfır (0) ve sonsuz kavramaları arasındaki diyalektiğin ortaya konulması gerekir. Ben, Mao’nun çelişki kavramını ifade etmek için kullandığı ”bir ikiye bölünür, iki, bir olmaz.” ifadesinin bir çelişkinin matematiğini ifade etmekte yetersiz kaldığını, çelişkiyi basite indirgediğini düşünüyorum. Bunun yerine ”bir, aynı anda sıfıra ve sonsuza bölünür, bu bölünme hiçbir zaman bir olmaz.” ifadesi çelişkinin matematiğini ifade etmek için daha doğru bir söylem olacaktır. Burada, sıfır kavramını dildeki ”yok” ya da ”hiçbir şey” kavramına tam olarak eşitlemiyorum. Sıfır, bu kavramları içerse de bana göre tam da yadsımanın gerçekleştiği momenttir. Ben, teşbihte hata olmaz söylemine güvenerek sıfırı gastro intestinal sisteme, sonsuzu ise ürüner sisteme benzetiyorum. Sıfır, tıpkı gastro intestinal sistem gibi maddesel içeriği kendi dışına iten bir rol oynamaktadır.

Dolayısıyla, çelişkinin iki karşıt kutbu özdeş olsa da bu iki kutup aynı ontolojiye karşılık gelmediği için birin ikiye bölünmesi olarak ifade edilemez. Çelişkiyi tanımlamak için kullanılan böyle bir ifade kaba diyalektik bir yaklaşıma karşılık gelir. Mao’nun çelişkiyi kavrayışı, kutuplar arasındaki tarihsel olan ontolojik farklılığı ihmal ettiği için aynı zamanda, yadsımanın yadsınması yasasının da kavranamamasına neden olmaktadır. Çelişkilerin kutupları arasındaki ontolojik farklılık tarihsel olup ancak zaman dolayımıyla çözülebildiği için zaman burada, herhangi bir çelişki için dördüncü boyut işlevini temsil eder ve diyalektiğin en önemli kategorisidir. Dolayısıyla, tıpkı, tarihin, ilkel komünden komünist toplumun ikinci aşamasına doğru hareketinde olduğu gibi yadsımanın yadsınması yasasının gerçekleşmesi de sınıflı toplumlar tarihinin bütün çelişkilerinin tarihsel çözüm sürecini kapsayacak biçimde, bütün sınıflı toplar tarihini kapsar. Fakat, yadsımanın yadsınması yasasının kavranabilmesi için öncelikle, bizim burada yaptığımız gibi çelişkinin matematiğinin ortaya konulması gerekiyordu. Bu, nedenle, söz konusu yasanın varlığından Stalin ve Mao’nun kuşku duymasının da kendilerince haklı bir tarihsel epistemolojik zemininin olduğunu da söylemek gerekir.

Matematikte, 1 / 0 = ‘’Tanımsız’’ olarak ifade edilir. Bu ifade, matematiğin formel mantığına karşılık gelir. Oysa, aşağıda ifade etmeye çalışacağımız gibi 1 / 0 tanımsızlık değil yadsımaya, yani, olumsuzlamaya karşılık gelir. 1 / sonsuz ise olumlamaya karşılık gelir. ‘’ Bir, ikiye bölünür, iki, bir olmaz.’’ İfadesi, çelişkinin diyalektiği için hatalı bir ifadedir. Diyalektiğin formel mantığa indirgenmesinin bir başka biçimine karşılık gelir. Bir, mutlak olana, daha doğrusu, görelilik içindeki mutlaklığa karşılık gelir. Bir, iki aynı ontolojiye değil, iki karşıt ontolojiye bölünür. Bir başka söylemle, bir, aynı anda, sıfıra ve sonsuza bölünür. 1 / 0 olumsuzlamaya, 1 / sonsuz ise olumlamaya karşılık gelir. Çelişkide yadsıma ve olumlama aynı anda gerçekleşir. Her yadsıma, aynı zamanda bir olumlamadır.

‘’Bir, ikiye bölünür, iki, bir olmaz’’ ifadesi karşıtlığı ifade etmek için ne kadar yeterliyse de çelişkinin karşıt kutupları arasındaki ontolojik, yani, tarihsel farklılığı ifade etmekte yetersiz kalır. Oysa, herhangi bir çelişkiyi tarihselliğinden ayrı olarak değerlendirmek, yöntem olarak diyalektiği tarihsel materyalizmden ayrıştırmak, başka bir ifade ile çelişkinin kutupları arasındaki ilişkide zaman kategorisini ihmal etmek anlamına gelir. Oysa, herhangi bir çelişkinin karşıt kutupları arasındaki ontolojik farklılık tam da zaman kategorisinin yarattığı bir farklılıktır. Dolayısıyla, yöntem olarak diyalektiği, öz, biçim, ilişkisellik, zamansallık vb. gibi kategorilerinden soyutladığımızda elimizde, tarihsel materyalizm bilimi için anlamlı hiçbir veri kalmayacağı gibi yöntem olarak diyalektik de ölü bir formülasyona dönüşür.

Bunu bir örnekle açıklamak gerekirse, örneğin, metanın iç çelişkisine karşılık gelen kullanım değeri ve değişim değeri arasındaki karşıtlık, aslında, bir emek ürününün iki farklı ontolojik görünümü arasındaki karşıtlıktır. Bir emek ürününe meta formunda bir görünüm veren bu karşıtlık tarihseldir, yani, emek ürünlerinin meta olarak üretildiği bir tarihsel kesite karşılık gelir. Meta, bir çelişki olarak kullanım değeriyle değişim değerinin birliğidir. Burada, kullanım değeri ve değişim değeri kategorilerinin her biri metanın iç çelişkisinin göreliliğine, metanın kendisi ise bu göreli karşıtlığın meta üretimi koşullarındaki mutlaklığına karşılık gelir. Başka bir söylemle, herhangi bir meta, kendi tarihselliği içinde bir mutlaklık olarak bire (1), kullanım değeri ve değişim değerinin her biri ise metanın üretim süreci ve dolaşım sürecinde birbiriyle yer değiştiren sonsuza ve sıfıra karşılık gelir. Metanın üretim sürecinde kullanım değeri sonsuza, değişim değeri sıfıra karşılık gelirken, dolaşım sürecinde kullanım değeri sıfıra, değişim değeri ise sonsuza karşılık gelir.

Böylelikle, tıpkı, görelilik yasasının formülasyonunda olduğu gibi herhangi bir metanın üretimi için ön koşul olan, ona değerini veren emek gücü metasını, enerjiye (E), kullanım değeriyle değişim değerinin birliği olarak metayı kütleye (m), kullanım değeri ve değişim değerinin her birini ışık hızıyla göreli bir ilişki içinde olarak toplumsal bakımdan gerekli olan emek zamanına eşitlersek E = m.c.c formülasyonu yerine, Toplam Toplumsal Emek zamanı = Toplam Toplumsal Meta . Kullanım Değeri-Değişim Değeri formülasyonunu elde ederiz. Dikkat edilirse, burada, Toplam Toplumsal Meta ve Kulanım değeri aynı ontolojik varoluşa, yani, somut bir nesneye ya da bir ihtiyaca karşılık gelirken, değişim değeri, soyut bir ontolojik varoluşa, yani, metada gerçekleşmiş bir eş değer olarak toplumsal bakımdan gerekli emek zamanına karşılık gelir. Böylece, aynı formülasyonu, Toplam toplumsal meta Değeri = Kullanım değeri. Kullanım değeri/değişim değeri olarak da ifade etmek mümkündür. Burada, değişim değeri, toplumsal bakımdan gerekli emek zamanı formunda, zamanın özel bir kesitine, kullanım değeri ise emek ürününe karşılık gelir. Böylece, Toplam Toplumsal Meta Değerinin, Kullanım Değerinin karesiyle, Değişim değeri olarak toplumsal bakımdan gerekli emek zamanın çarpımına eşit olduğu sonucuna varırız. Başka bir ifadeyle, toplam toplumsal meta değerinin, toplumsal bakımdan gerekli emek zamanıyla göreli bir ilişki içinde olduğu sonucuna ulaşırız.

Burada, kullanım değeriyle değişim değerinin birliği olarak metanın iç çelişkisi, toplumsal bakımdan gerekli olan emek zamanıyla göreli bir ilişki içindeyken, meta olarak meta kendisiyle bir mutlaklık ilişkisi içindedir. Çünkü, ister ilkel komündeki gibi salt bir kullanım değeri olarak olsun ve isterse sınıflı toplumda meta formunda bir değişim değeri olarak olsun insan gereksinmelerinin nesnesi olarak o mutlaktır. Çünkü, gereksinmeleri olmadan bir insan ve insanlık ontolojisi tanımlanamaz. Marks’ın tabiriyle “insanın kişiliğini belirleyen gereksinmelerinin doğasıdır.”

Böylelikle de sıfır, soyut ile somut, varlık ile yokluk yani, olumlama ile olumsuzlamanın birlikte gerçekleştiği bir momenttir. Bir (1) ise sıfır ile sonsuzun birlikte aktığı bir nehir, zaman ya da doğa ve insanlık tarihinin kendisine karşılık gelen karşıtların birliğinin kendisidir. Bir, görelilik içindeki mutlaktır. Ben, toplumlar tarihini sınıf mücadeleleri tarihi olarak değerlendirmekle birlikte, toplumlar tarihinin doğa yasalarıyla ekonomi politiğin yasalarının birbiri dolayımıyla etkileşim halinde tarihi biçimlendirdiğini, bu anlamıyla da görelilik yasasının somut insan yaşamı için soyut bir formül olmanın ötesinde oldukça pratik bir işleve sahip olduğunu, çünkü, söz konusu yasanın, tıpkı enerjinin ve maddenin bir birine dönüşümü gibi mekanın zamana, zamanın da mekana dönüşümünü tanımladığını, bunu, enerjiyle madde arasındaki birbirine içkin göreli karşıtlık üzerinden tanımladığını iddia ediyorum. Dolayısıyla dilin formel mantığa karşılık gelen sözlük anlamının değil ama matematiğinin tam da zaman ile mekân arasındaki bu birbirine içkin göreli karşıtlığı ifade ettiğini ortaya koymaya çalışıyorum

Fakat, matematiğin sıfır (0) kavramının, burada, sanıldığı gibi, ‘’yok’’ anlamına gelmediği, çelişkinin, iki kutbu arasındaki karşıtlığın, görelilik yasası bağlamında, birbirine, dönüşebilirliği anlamında, ikizkenar üçgenin tepe açısına karşılık gelen çelişkinin öznesinin, örneğin, değer yasası için söylersek, ‘meta’ parametresinin, ikiz açılardan her birine karşılık gelen değişim değeri ve kullanım değeri arsasındaki diyalektiğin, bu parametrelerin her birinin karşılıklı olarak birbirine içkin bir ontolojik ilişkisine karşılık gelmesi gibi, çelişkinin, zaman parametresiyle ilişkisi içinde çözümünün, bu parametrelerden herhangi birinin nesnel olarak ortadan kalkması biçiminde değil ama bu parametrelerin her birinin birbiriyle içkin bir biçimde, aralarındaki çelişmenin ortadan kalkarak, bir tek parametreye dönüşmesi anlamına geldiğini ifade eder. Ki bu diyalektiğin yadsıma yasasına karşılık gelir.

Böylece ne doğa tarihi için ne de toplum tarihi için sıfır (0) kavramı hiçbir zaman ‘’yok’’ kavramına eşitlenemez. Çünkü, örneğimizdeki, kullanım değeriyle değişim değeri arasındaki karşıtlıkta da olduğu gibi, matematiğin sıfıra karşılık gelen sayısının, nesnel karşılığı, dildeki ‘’yok’’ kavramı değil, çelişkinin kutupları arasındaki karşıtlığın tarihsel gelişimine bağlı olarak zaman parametresiyle göreli bir ilişki içinde birbirine dönüşebilen ve zamanla, çelişkinin çözümüyle birlikte bir tek parametre olarak bir özdeşlik ifade edecek bir ontolojiye karşılık geldiği anlamına gelir. Fakat, örneğimizde olduğu gibi kullanım değeriyle değişim değeri arasındaki çelişkinin, Komünist toplumun ikinci aşamasında, üretici güçlerdeki olağan üstü gelişmenin ‘’herkese ihtiyacı kadar’’ şiarına olanak tanımasıyla çözülerek, metanın, değişim değeri parametresinin kullanım değeri parametresiyle özdeş bir hale gelerek, metanın da meta olarak ortadan kalkarak, bir kullanım değeri biçiminde yeni bir ontolojik varlık kazanması örneğinde olduğu gibi, çelişkinin karşıt parametrelerinin, zaman parametresiyle göreli bir ilişki içinde bir tek parametre halinde özdeşleşerek çözülebileceği anlamına gelir ki, bu, aynı zamanda, her çelişkinin zaman parametresiyle göreli bir ilişki içinde, tarihsel olduğunu ve ancak tarihsel olarak çözülebileceğini ifade eder.

Böylece, vardığın ontolojisinde matematikteki sıfır (0) kavramının dildeki ‘’yok’’ kavramına özdeş olmadığı, çelişkinin karşıt parametrelerinin zaman parametresiyle göreli bir ilişki içinde çözülürken birbiriyle özdeşleşerek bir tek parametreye indirgenen, iki karşıt kutuptan birinin diğeriyle çatışmasının, zaman parametresiyle göreli ilişkisini temsil edeceği, bu örnekten de anlaşılabilir.



Kasım 2024
PSÇPCCP
 123
45678910
11121314151617
18192021222324
252627282930 

Daha Fazla Makale Haberler