Bizimle iletişime geçin

Makale

Post Modern Yapı-Söküm Bağlamında Devrimci Siyasetin Değişen Doğası Üzerine Tezler- 8

Postmodernizmin etki altına aldığı toplumsal hareketlerde devrimci olmanın muhtevası da değişmektedir. Artık “devrimci” olmak için pratiğin ve bilginin ateşinde dövülüp tava gelmekten ziyade dijital bir pazarda marka olmak yeterli gelmektedir adeta. Tabi ki burada bu sentetik devrimcilerin siyaseti ele alış tarzı bir sivil toplum kuruluşu gibi sermayenin iktidarlarmış azgın kanatlarını karşısına almamak şeklinde olmaktadır. Radikal olmanın kendisi bile imaja dayandığı için, sermayeye karşı pratik olarak konumlanmış politik tutumun kendisi de özünde bir imajdan ibaret kalmaktadır.

Postmodernizme göre toplumsal sorunları çözebilecek bütüncül bir bilgi olmadığı için aynı soruya değişik cevap verme biçimlerinin tüm çeşitleri birer gerçekten ibaret kalmaktadır. Evrende kaos ve rastlantı hâkim olduğundan dolayı toplumu birleştirebilecek nesnel üst anlatım tarzı hiçbir zaman ortaya çıkamayacağı için ortak bir bilinçten de bahsedilemez. Çünkü postmodrnizme göre toplum ve dolayısıyla toplumsal örgütlenmeler birbirleriyle aidiyet duygusuyla bağlı olmak yerine çapraz söylem karmaşasının hâkim olduğu bir alaşım gibidir. Bu durum maddenin ve dolayısıyla toplumun doğası gereği böyle olduğu için her şeyin kökeninde belirsizlik, kestirimsizlik, kargaşa ve kaos vardır.

Toplumsal anlamda içinde bulunduğumuz dünyayı kolektif algılama ve değiştirme seçeneğimiz ortadan kalkmışsa eğer, örgüt olmanın bugüne kadar ki bütün öğrenilmiş biçimleri de ortadan kalkmış olmalıdır. Zaten postmodernizm, her şeyin epistemolojisi bütüncül anlamda belirsiz olduğu gerekçesiyle ideoloji ve örgütün kendisinin de rasyonel anlamda tanımlanamaz bir durumda olduğunu iddia etmektedir.

Devrimci kuram ve kurumların anlamının ve işlevinin tek tek gözlemcinin bakış açısına göre değişiklik gösterdiği politik olmayan bir politik kültürü ret etmeliyiz. Bireyi bir sınıfla ilişkili olarak tanımlanamaz kılan ideolojik sınırları belirsiz yaklaşımların kendisi de aslında birer ideolojik yaklaşımdır. İstikrarlı politik kimliklere sahip insan çoğunluğundan oluşmayan örgütsel yapıların en belirgin özelliği, bu tür yapılarda istikrarsız bir politik kültürün önceden kabul edilmiş olmasıdır. Bu nedenle her türlü ideolojik eğilimin kabul gördüğü bir politik ortamın gelişmesi sosyalist demokrasi mücadelesi veren güçler açısından arzu edilen bir durum olmamalıdır. Politik geleneğimizin sosyolojik saflarında aynı soruya değişik cevaplar verme olgusuna karşı çıkmamak temel bir eğilim olarak yaygınlaşmaktadır. Herkesin aynı anda haklı olduğu bir karmaşık ruh ve bilinç hali oportünizm ve sınıf uzlaşmacı çizgilerin tanımlanmasının önünde engel teşkil etmektedir. Sorun çözme amaçlı genel geçerli bilimsel yöntemlerden çok, gerçeği tümel yöntemlerle tarif etmekten kaçınan, kişilerin önceden oluşmuş sağduyularına endeksli ve maddi temelinden sapmış algısal bilgiye olan ilginin arttığı ortadadır. Halbuki aynı soruya değişik cevapların verildiği bir politik ortam kabullenmenin ve uzlaşının değil bilakis ideolojik mücadelenin habercisi olmalıdır.

Peki bütün bu eğilimlere neden olan ve bu anlamda keşfedilmeyi bekleyen toplumsal kaynak nedir? Neden görsel motifler ideolojik çekişmeleri tetikleyebiliyorken, bilimsel anlatımlarla kendisini ifade eden ideolojik çizgilere karşı çoğunlukla kayıtsız kalınmaktadır? Çünkü postmodern kültür paradigması tarafından kuşatılan politik ortamlarda görmek, bilmenin yerini almaktadır. Hatta bu konuda postmodernizme atfen, demokrasi ve karşılaştırmalı siyaset alanında çalışmaları bulunan İtalyan siyaset bilimcisi Sartori; İncil’de yer alan “Önce söz vardı” ifadesinin artık “Önce görüntü vardı” şeklinde değiştirilmesi gerektiğini önermişti. İşçi sınıfı mücadelesinin teorik ve pratik sorunları çözüm beklerken bizlerin günlerce bir gece afişi üzerindeki resim anlaşmazlığı nedeniyle tartışma yürütmek durumunda kalmamız böyle politik ve kültürel paradigma değişimiyle açıklanabilir. Her şeyden önce temel bir postmodern yapı -söküm etkisi olarak nesnellik algısı yitirilince, gözlemciyi gözlenenden ayıran mesafeler de ortadan kalmaktadır.

Avrupa’da çeyrek asırdır yaşayan bir kısım politik kökenli insanın adeta bir “Halk Savaşı Simülasyonu” içerisinde yaşıyor oluşunun nedeni bu nesnellik algısının yitimidir. Bu değişim tarihsel yabancılaşmadan parçalanmaya doğru evrilmektedir. Sosyalist demokrasi mücadele kurumlarına olmayacak keskin radikal önermeler genelde bu sorunlu kesimler tarafından gelmektedir. Ayrıyeten bir kısım gelenek mensubunun Kaypakkaya anma ritüellerinin yıldönümlerinde verdiği politik mesajlarda olayların içinde geçtiği zaman ve mekân algısı parça parçadır ve tarihsel sürekliliğini yitirmiş durumdadır. Mesela Kaypakkaya döneminin sosyo-ekonomik yapısı değişken bir olgu olarak görülmediği için dönemin iktisadi tespitlerine bağlılık ideolojik bağlılığın bir gerekçesi yapılmaktadır. Oysa çağın yeni şartları açısından genel geçerlilik iddiası taşıyan önermelerin reddedilmesi ve bu şekilde düşüncenin tarihsel evriminin dondurulması ya da ontolojik kaynaklarıyla ikileme koyularak karmaşık hale getirilmesi felsefi gericilik anlamına gelmektedir. Bu anlayış geçmiş süreci, kendi tarihsel koşullarının somut ifadesinden yola çıkarak ve bu koşulların sürekli değişime tabi olduğunu gözeten bilimsel bir nedensellik esprisiyle anlamaktan çok, kişiler arası karşılıklı etkileşimden yola çıkan hikâye anlatımlarından ele almaktadır. Bu durum ise bazı problemli kesimleri geleneğimiz aydınlarına dönük negatif yönelimiyle yakın zamanda gördüğümüz gibi; post-truht bir ruhsal tetiklenmeyle tarih içerisinde suçlular arayışına itimlemektedir.

Postmodern bilince bağlı dilsel dönüşümün çeşitlenmesi ve parçalanması sonucu sentetik bir özgürlük yaratımı olan gerici söylemler etik ve değer tanımamaktadır. Bireysel ve toplumsal kimliklerini devrimci aydınları çarmıha gererek inşa etme girişimi postmodern zamanın yapısal kodlarını bizlere bildirmektedir. Tarihsel bir bütünlük ve tutarlılıkla günümüzde kendisini ifade eden orijinal bir Kaypakkayacı eğilim ile taklidi arasındaki ayrımı gözeten maddi bilinçte karmaşa ve gerileme gözlemlenmektedir. Mesela bazen Kaypakkaya’yı tanımlamada sınıfsal bir gerçeklik algısının yerini bireylerin gerçeklik algısı almaktadır. Peki burada soruyoruz o zaman; herkesin kendi gerçekliğinin olduğu bir politik evrende doğa kaynaklı asıl gerçekliğe nasıl ulaşacağız? Oysa gerçek kişinin kendi subjektif bakış açısıyla sınırlı bir şey değildir ve kişinin yokluğunda bütün çıplaklığıyla hükmünü sürdürmektedir.

Politik geleneğimizin formasyonunu oluşturan kurucu ideoloji ile organik ilişkinin dünyevi manada görünmez olması, bilgisel reaksiyonun yerini alan duygusal reaksiyonun belli komut, sembol ve mitlere kodlanması nedeniyle yanlış hedeflere karşı sinyal vermesi ve ayrıca somutun yerine geçmişin hayalinin konması gibi başlıca özellikler geleneğe dair bazı insan öbeklerinin karakteristik sosyal hareketlenme biçimlerinin özünü oluşturmaktadır. Bilimsel olanla bilimsel olmayanı ya da devrimci olanla revizyonist olanı açıklayan bilgi değil imaj olmaktadır burada artık. Mesela bazı insanların “legal parti” adını duydukları an akıllarına sadece revizyonizme karşı mücadeleyi getirmeleri gibi. Bu temel reaksiyon, belli sembol ve komutlara kodlanmış bir politik kültürü tarif etmede başarılı bir örnektir. Halbuki revizyonizme karşı mücadele edebilmek için onu göz ile görmekten daha fazlasına ihtiyacımız olduğu açıktır. Bu ise tarihsel materyalist bir bilinçten başka bir şey değildir.

Gövdesi Avrupa da olduğu halde bir “Halk Savaşı Simülasyonu” içinde yaşayan bazı insan öbeklerinin sosyal davranış ve düşünceleri incelenmeye değer durumdadır. Yaşam biçimi, sosyal rolleri ve felsefesi emek kategorisinden kopmuş olduğu halde bir kısım eski gelenek mensubunun radikal içerikli motif ve kodlar ile olan bağımlı ilişkisi bizlere gerçekte devrimci olmak yerine devrimci oluyormuş gibi yapma imajının kodlarını bildirmektedir. Peki bütün bunlar postmodern yapı kırımının etkileri bakımından nereden gelmektedir? Bir kısım kadın, eşcinsel ve ekoloji orjinli sosyal hareketlenmelerde olduğu gibi politik içerikli küçük burjuva toplumsal hareketlerin postmodern özellikler kazandığı bir dönemdeyiz. İçinden geçtiğimiz, kenarları ve sınırları belli olmayan bu karmaşık dönemde imaj ve pazarlamanın örgütsel siyasetin yürüteçleri olmaya başladığı bir gerçektir. Mücadele etmektense mücadele ediyormuş gibi yapmak ya da kahredici gerçek pratiğin yerine onun imajını koymak siyaseti bir simülasyon gösterisine çevirmektedir.

Postmodernizmin etki altına aldığı toplumsal hareketlerde devrimci olmanın muhtevası da değişmektedir. Artık “devrimci” olmak için pratiğin ve bilginin ateşinde dövülüp tava gelmekten ziyade dijital bir pazarda marka olmak yeterli gelmektedir adeta. Tabi ki burada bu sentetik devrimcilerin siyaseti ele alış tarzı bir sivil toplum kuruluşu gibi sermayenin iktidarlarmış azgın kanatlarını karşısına almamak şeklinde olmaktadır. Radikal olmanın kendisi bile imaja dayandığı için, sermayeye karşı pratik olarak konumlanmış politik tutumun kendisi de özünde bir imajdan ibaret kalmaktadır. Postmodern solculuk genelde bir sivil toplum örgütü muhtevasıyla ortaya çıkarken, kısmen postmodernizmin etki altına girmeye başlayan bizim gibi politik geleneklerde ise nesnel gerçeklikle azalan ilişkinin sonucu olarak bu yapı söküm süreci yaşanmaktadır.

Bir devrimci birey ya da topluluk, içinde yaşadığı sosyo-ekonomik uzayın formasyonel niteliğini anlayamadığında talep edebileceği mücadele yöntemi doğal olarak bir yerde hayali olandan yada dünyevi olmayandan beslenmiş anlamına gelecektir. Bu durum aynı zamanda yanlış bir tarih bilincine de işaret olduğu için nesnel gerçek dünyayla azalan bir ilişkinin sonucu olarak idealar dünyasının kapısının aralandığı anlamına da gelmektedir…



Kasım 2024
PSÇPCCP
 123
45678910
11121314151617
18192021222324
252627282930 

Daha Fazla Makale Haberler