Bizimle iletişime geçin

Makale

Post Modern Yapı-Söküm Bağlamında Devrimci Siyasetin Değişen Doğası Üzerine Tezler- 9

Bir politik tutumu bilgiyle değil, geçmişe karşı duyulan nevrotik bir öfkeyle oluşturmanın kendisi zaten post modern siyasal karakterin temel özelliklerinden birisidir. Zaten bu durumun yine post modern yabancılaşmanın sonucu olarak ortaya çıkan bir çürüme haline de kapıyı araladığını eklemek gerekiyor.

Post modernizm aslında uluslararası sermayenin kâr güdüsüne koşullanmış olan siyasetinin serbestçe at koşturduğu toplumsal bir alan olma yolundadır. Bu nedenle post modernizme karşı ideolojik mücadele vermek, aynı zamanda kapitalizme karşı ideolojik mücadele vermenin çağdaş biçimi olmaktadır. Küresel düzeydeki özel mülk rejiminin bu son ideolojik ve kültürel kuşatmasının, emek sınıfları başta olmak üzere yüzyıla özgü meta ilişkilerinin hüküm sürdüğü insan toplumlarının sosyal ve siyasal yaşamını sessiz bir şekilde dönüştürmeye çalıştığı ortadadır.

Kapitalizmin tarihi boyunca ortaya çıkmış olan en tanımlanması zor ve karmaşık bir ana akımla karşı karşıya olduğumuz anlaşılmaktadır. Bu anlamda post modernizme karşı ideolojik mücadele vermek, dokunduğu her şeyi başkalaştıran birçok başlı toplumsal hayalete karşı mücadele vermek anlamına da gelmektedir. Bu görev tabi ki sağlam bir tarihsel ve ideolojik temeli olan biz Kaypakkaya ardılı komünistlerin omuzunda yükselecektir.

 Bir süredir devam ettiğimiz makale dizilerimizle Kaypakkaya hareketinden etkilenmiş bazı sosyal çevrelerdeki post modern yapısal dönüşümün izlerine işaret etmek istedik. Tabi hiçbir politik hareketin bizzat kendisi örgütsel sosyolojisi itibariyle bu eğilimlere karşı tamamen izole değildir. Ama biz bugüne kadarki tezlerimizde, iç politik işleyiş itibariyle bizzat kolektifin kendisini değil, çevresini oluşturan politik kitle sosyolojisinin bir kısmını esas aldığımızı buradan okuyuculara hatırlatmak isteriz. Bizim saflarımızda muhtelif olarak ortaya çıkma ihtimali olan yabancı şeyler dünyasıyla ideolojik kavgaya tutuşmak biz komünistlerin başlıca görevleri arasındadır.

Aslında “Sınıf Teorisi” ve “Partizan” dergilerinin öncülüğünde Kaypakkayacılar tarafından son dönemlerde bizzat toplumsal yaşam alanlarında yürürlüğe koyulan bazı praksis deneyimlerin kendisi zaten yüksek perdeden post modernizme karşı sınıfsal tavır almak anlamına geliyor. Biz bu olumlu tutumu makalemizin gelecek bölümlerinde; “Post modernizmin sosyalist demokrasi süreçlerinde örgütsel ayrılık ve birlik politikalarına etkisi” başlığı altında ayrıyeten inceleyeceğiz. Elimizden geldiğince bu yüzyılda birlikte iş yapmanın ve birleşmenin kendisinin post modern kuşatmaya karşı neden bir eylem yoluyla karşı koyuş olduğunu açıklamaya çalışacağız.

Son yıllarda geleneğimizin sosyal çevresinde devrimci birer özne olmak yerine, taşınan sınıfsal kimliğin düşünce ve davranışın merkezinden ötelendiği, bunun yerine çoklu ve çatışmacı kimliklerin koyulduğu ve bir bölünmüşlük duygusuyla hareket eden eklektik bir eğilimin boy verdiği anlaşılmaktadır.

Kaypakkayacılığın evrensel ve bütüncül özelliklerini yerelleştirerek, çoğul ve göreli hale dönüştüren bu anlayış sahipleri, dünyevi bir kavramlaştırmanın karşısında kendilerini konumlandırmaktadırlar. Bu tutum, ideolojiyi canlı bir organizmaymış gibi günümüz koşulları içerisinde yeniliklere açık bir şekilde kavramlaştırma yerine popüler gösteri kültürünün bir argümanına çevirmek anlamına da geliyor. Bu konuda radikal motifli bir imaja oynayan bazı eğilimlerin, merkezsiz ya da çok merkezli her türlü post modern düşünce sistemine oldukça açık oldukları gözlemlenmektedir. Çünkü post modern insan bütünsellikten ve tutarlılıktan yoksun haliyle karşıtlıkları içinde barındıran, gerçek bir özne olmaktan çıkmış çoklu bir özne durumundadır.

En ilginç olanı da sözde en tutucu Kaypakkayacı kimliği taşıyan bazı bireylerin, karşıtlıkların birbirini dışlamadan bir arada olabileceği bir politik dünyasının olmasıdır. Post modern restorasyona tabi olmaya başlayan bu tür bireysel eğilimlerin yüksek perdeden radikal önermeli slogancı çağrılarının özünde devrimci olmadığını burada belirtmek gerekiyor. Bir politik yorumun nesnel doğruluğundan ziyade onun imaj yoluyla inandırıcılığını esas alan bu hastalıklı eğilimler için doğrular doğadan gelmemektedir.

Devrimci çevrede sentetik olarak oluşturulmuş yabancı bir kültürel paradigma tarafından bir kısım insana bir şeyi doğru olarak kabul ettirilebiliyorsa eğer, kurgusal olarak doğruları üretme yeteneğinizi elinizde bulundurduğunuz için doğruları başka yerde aramanıza da gerek kalmamaktadır. Halbuki doğruları ontolojik kaynaklarıyla uygunluk içinde kavramlaştırmanın biricik yolu diyalektik ve tarihsel materyalizm yardımıyla olmaktadır. Sosyalist demokrasi kuvvetlerine karşı bilgi teorisini merkezine almadan muhalif olma iddiasıyla konumlanan bazı insan öbeklerinin, felsefenin insanın özgürleşmek için gereksinim duyduğu birliği gerçekleştiremeyeceğine inanan kesimler olduğu bir gerçektir. Bir politik tutumu bilgiyle değil, geçmişe karşı duyulan nevrotik bir öfkeyle oluşturmanın kendisi zaten post modern siyasal karakterin temel özelliklerinden birisidir. Zaten bu durumun yine post modern yabancılaşmanın sonucu olarak ortaya çıkan bir çürüme haline de kapıyı araladığını eklemek gerekiyor.

Post modernizmin kuramcılarından Lyotard, “Postmodern Durum” adlı ünlü yapıtında evrensel bilgiye ve temellendirici nesnel anlatım metinlerine düşman olmasının sebebini, felsefenin artık geçersiz olduğu savına dayandırmaktadır. Ona göre doğanın işleyişine dair bütünsel bir anlatım tarzı hiçbir zaman ortaya çıkmayacağına göre, gelecekte toplumsal yaşamın evrensel bir biçimi de asla ortaya çıkmayacaktır. Lyotard’a göre; tek bir us değil, çeşitli uslar olmasından dolayı artık çağın perdesi bütünleştirici teorilere kapanmıştır. Yani buradan anlamamız gereken, postmodern politik yapısal özelliğin başlıca karakteristik özellikleri arasında; bireysel tutumun yüceliği, bulunduğu formasyonu parçalama, bozma ve asla parçaları birleştirmemek gelmektedir.

Post modernizm önce insanın toplumsal ve kurumsal ilişkilerinin içeriğini bozmaktadır, sonrada insanın kendisini… Kurumsal ilişkiler toplu halde bozulup değişmediği durumlarda, yani kişinin içinde bulunduğu örgüt postmodern değişime uğramayıp sadece bireyin kendisinden kaynaklı olarak örgütle ilişkisi post modern bozunuma uğradığı durumlarda kişi daha önce içinde bulunduğu kolektife ideolojik düşman bile olabilmektedir. “Sosyalizm geçmişte toplumlara vaat ettiği kazanımları koruyamadığına göre gereksizdir.” şeklinde alışılagelmiş burjuva yakınmaların beslendiği zeminin aynı zamanda Lyotardcı post modern öfke ve tepkiselliğinde kaynağı olduğu açıktır. Bunun bizim gibi alt kültürden gelen insanlarında olduğu sosyal kesimlerde karşılığı ise; geçmişte kurumda sahip olduğu örgütsel statüyü koruyamamış olmanın ve düzen içerisinde de doyuma ulaşamamış olmanın verdiği hayal kırıklığı, öfke ve pişmanlık duygusudur. Özellikle son zamanlarda sosyal medyada kişisel nefret ve öç duygusuyla ortaya çıkan politik kökenli meczuplaşmanın ruhsal şekillenişinde bu durum çok açık bir şekilde gözlemlenmektedir.

Post modernizmin ruhsal ve kavramsal anlamda yeni bir sosyal yapı ortaya çıkardığı bir gerçektir. Bu sosyal yapının parke taşları bir kısım sol motifli çevre alanına kadar uzanmaktadır. Yakın tarihlerde geleneğimiz ile geçmişte ilişkisi bulunan bazı çevrelerin ürettikleri yozlaşma ve çürümenin dijital ağlara kadar yansıdığını hep birlikte izledik. Bu tür yaklaşımlara karşı, “Bırakınız yapsınlar”, “Her şey mümkün” ve “Ne olsa gider” şeklindeki post modern ruhsal ve kültürel özellikler gösteren kabullenmeci anlayışların bizlere gösterdiği en önemli olgu; herhangi bir ilke, etik ve sınırlama olmadan devrimciliği mümkün gören bir bohemleşme durumuyla karşı karşıya olduğumuz gerçeğidir. Bu aynı zamanda iftiracı ve şantajcı olmamayı gerektirmeyecek bir tarzda her türlü belirlenmiş değer ve üst anlatıyı ayaklar altına alma pahasına ve herhangi bir standart olmadan devrimci olarak pekâlâ hayatın devam ettirilebileceğine dair inancı kitlelere kanıksatma anlamına da geliyordu.

Politik geleneğimizin proleter kültürel ve gelenekselleşmiş doğru alışkanlıklarını sorgulama eğilimi taşıyan marjinal yönelimlerde Lyotardcı post modernizmin ayak izleri olduğu gibi, beslendiği sınıfsal zeminde ise başı bozuk lümpen proletaryanın önemli oranda payı olduğu anlaşılmaktadır. Bireyi varlık aleminin odağı olarak ilan eden ve neredeyse devrimci yenilikçi ve ilerlemeci olan her şeye saldıran kontrol dışı grupların, geleneğimizin yarım asırda kan, göz yaşı ve ter içinde oluşturmuş olduğu politik kültürün proleter niteliğine vermeye çalıştıkları zarar ortadadır. Bu olumsuz eğilim; “Eğer bugüne kadarki bütün bilme etkinliği tamda post modern kültürel paradigma değişimi gereği sadece yorumdan ibaretse, yani gerçeklik belirsizse, o halde bizde birey olarak yorumlarımızı şeylere yansıtıp kendimize göre bir gerçeklik algısı yaratabiliriz.” anlayışından beslenmektedir. Çünkü bu anlayışa göre; epistemolojik verilerin ontolojik kaynaklarıyla uygunluğu içerisinde evrensel bir gerçeklik tanımı hiçbir zaman ortaya çıkmayacağından dolayı, ne kadar dilsel ölçüt varsa o kadarda sonsuz gerçeklik tanımına doğa ve toplu fırsatlar vermektedir. Gerçeğin tanımlanamadığı bir yerde doğal olarak etiğinde bir tanımlanması mümkün olmamaktadır.

İşte son yıllarda dijital ağlarda ortaya çıkan ve post modern yapısal özellik kazanmış ihbarcılığın yeterince kınanmamasının altında bu bilinç karmaşası yatmaktadır. Hakikatle ilgili iddialı söylemlerin küfür ve hakaretler eşliğinde gerilmiş bir sapandan fırlatılır gibi piyasada boy vermesi hadiseleri kültürel formasyon yeteneği kazanma yönünde emareler göstermektedir.

Devrimci aklın, bilimin ve etiğin yaşamda bir ölçüt olarak kabul edilmesiyle muhalefet içinde olan sosyal eğilimler, komünist aydınları bu paradigmalar eşliğinde kuşatmaktadırlar…



Ekim 2024
PSÇPCCP
 123456
78910111213
14151617181920
21222324252627
28293031 

Daha Fazla Makale Haberler