Bizimle iletişime geçin

Makale

Sınır Uyuşmazlığı Emperyalist Güçleri Yeni Savaşlarda Buluşturmakta

Uluslararası emperyalist güçler birleşerek kendi dünya düzenini korumak adına Rusya-Ukrayna savaşında açıktan taraf olurken, şu an itibarıyla aynı gerekçelerle Ortadoğu’da İsrail-Filistin savaşında Filistinlilerin soykırıma uğramasına seyirci kalmış durumdalar.

Emperyalist müttefikler bir ülkeye “yardımda” bulunurken; ajandasında saklı tuttuğu istisnasız ve de kaçınılmaz olarak hep bir gelecek hesabı kurgulanır. Kapitalist dünya sisteminin ruhuna uygun olarak; anlıyoruz ki ülkeler arası ilişki ve dayanışma birliği en genelde çoklu çıkar hesabına dayanan beklentiler toplamıdır. Emperyalist güçlerin savaşlarda “yardımlaşma” amacı uzun ve kısa vadeli planlar üzerine bina edilirken -ve bunun ısrarla jeostratejik/jeoekonomik çıkarların sağlaması ile sürdürülen bir hesap olmuştur. Bu saptamayı daha anlaşılır bir dille vurgulamak gerekirse; işin içinde esaslı olarak, savaş sonrasında “ne verilir ve ne alınır” beklentisi belirleyici olmuştur! 

20. ve 21. yüzyılın savaşları kapitalist dünya sisteminin içinde bulunduğu krizlerin dışa vurmasıyla başlamıştır. Savaşlarda yaşanan uzlaşmazlıklar ve nihayetinde içinde barındırdığı çözümsüzlükler emperyalist/kapitalist ülkelerin tatmin olamadığı pay bölüşümü olmuştur. Bu kapışmalar zaman zaman ülkelerin sınır belirleme noktasında veya mevcut zenginliklerin paylaşımı üzerindeki anlaşmazlıklar sonucu savaşlara yol açmıştır. Birinci (1914-1918) ve İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda da (1939-1945) görüldüğü gibi, yine Rusya-Ukrayna (24 Şubat 2022 …) ve İsrail-Filistin Savaşı’nda da (1948 …) bir sınır sorunun neden olduğu ve bu anlaşmazlığın tarifi imkânsız hak ihlaline dönüştüğünü gözlemliyoruz. Tüm bu çatışmaların uluslararası etkisi ve paralelinde bölgesel boyutu emperyalist güçlerin müdahale ve hakemliğinde sürekli bir savaş hali olarak acı, gözyaşı ve katliamlarla anılır olmuştur.

Kuşku yok ki uluslararası emperyalist güçlerin en kapsamlı ve acımasız işgal planı Afganistan üzerinden bir deney laboratuvarı olarak yapıldı ve kendince belli bir süreye kadar da başarılı oldu. Afganistan işgalinde kullanılan metot ve savaş yöntemi geçen yüzyılın 60’lı yıllarında ABD’nin “Çevreleme Politikası” (Containment) olarak dönemin Sovyetler Birliği’ne karşı yürürlüğe konulan askeri ve politik bir müdahale siyasetiydi. Bu yapılanma adım adım bütün Müslüman ülkelerde “Yeşil Kuşak Projesi” olarak belli bir “politik stratejiyle” antikomünizm mücadelesine dönüştürüldü. Dolayısıyla geniş İslam coğrafyası ABD’nin ve de Batı müttefiklerin kontrollü olarak birer arka bahçesi oldu. “Yeşil Kuşak” stratejisi üzerinden ABD Afganistan’da yerleşik bir konuma gelmeye önem verdi, tıpkı diğer İslam coğrafyasında olduğu gibi. Yazar ve gazeteci Bob Woodward ABD küresel düzeyde kirli savaşın oransal boyutunun en büyüğünü Vietnam’a ve sonrasında da Afganistan’a taşıdığını belirtir.

Zira, 60’lı yıllarda Kabil Teknik Fakültesinde CIA’ye için çalışan birçok Amerikalı eğitim görevlisi bulunur ve bunlar ülkedeki farklı dinci gruplarla iş birliği yaparak Sovyet karşıtı ideolojik ve politik çalışmalarda aktif yer alırlar. CIA’nın bu çalışmaları sonuç verir ve 1969’da iş birliği içinde olduğu “İslam Öğrenci Derneği” kurulur. Bu dernek çatısı altında yürütülen yapı 1970 yılından kendine “İslam Gençliği” diye tanıtır. Bu derneğin başına Gulbeddin Hikmetyar ve Burhanuddin Rabbani getirilir. Bu iki dernek yöneticisi Afganistan’da sol, sosyalist ve ilerici çevreye karşı yaptıkları katliamlarla anılırlar. Bu dönemde birçok ABD karşıtı devrimcilerin infazı gerçekleşir ve tüm bu yapılanlar kuşkusuz “Yeşil Kuşak Proje” politikasından kaynaklı uygulama talebiydi. Bu işleri eksiksiz yapmak için örgütsel altyapı ve kitle tabanı gerekiyor, işte CIA bu boşluğu yukarıda sözünü ettiğimiz iki dernek üzerindengerçekleştirir. Gulbeddin Hikmetyar’ın (1993-1994, 1996-1997 Afganistan Başbakanı) Türkiye ziyareti ve kendisine verilen önem ve desteği, dizine çökenlerle yansıyan o meşhur fotoğrafından anımsıyoruz (Daha fazla bilgi için bak: A. Can Ataş, “Küçük Amerikaların Entegrasyonu”, s. 76-77, Altınçağ Yayımcılık, İstanbul 1996).

İşin özü şudur; o dönemlerde kurulan “İslam Öğrenci Derneği” ve “İslam Gençliği” yapılanması ABD’nin Afganistan’daki “Yeşil Kuşak” projesinin nihai sonucuydu. 1960 ve 70’lı yıllarda Kabil Üniversitesi devrimci öğrenciler için barınmaz bir alana dönüşür -ve CIA’nın yerli işbirlikçilerle nasıl iş tuttukları tarihi kayıtlar buna ayna tutmaktadır. Devamında emperyalist güçlerin desteğiyle kurumsallaşan “Yeşil Kuşak Projesi” İslami dinci örgütlerin sosyalist güçler üzerindeki baskısı ve tehditti hayatın her alanında hissedilir olur. Tıpkı 1996 sonrasında gelen süreçte Taliban mantığına uygun olmayan yaşam şansının imkansızlığı gibi. Robert Dreyfuss’un deyimiyle, “Yeşil Kuşak Projesi İslam coğrafyasında yaşayan insanların adeta DNA’sını değiştirdi”, onların sosyalist karşıtı saldırıları söz konusu olunca.

ABD, Batı müttefikleri ve “Yeşil Kuşak Proje” savunucularıyla bir araya gelen karşı devrimci güçler, 1979’da Sovyetlerin desteğiyle iktidar olan yönetim sonlandırılır ve Taliban 1996’da ülke yönetimini ele geçirir. Bundan böyle Taliban ülkede “İslam Emirliği” adı altında savaş hali ilan eder ve İslami Cihat diye başta kadın hakları olmak üzere, birey hak ve özgürlüklere, farklı düşünce ve yaşama kelepçe vurur. Tekçi bir anlayışla artık Taliban sadece kendi mantığına uygun kuralları işleterek günlük hayatı disipline eder. Taliban’ın bu katı kural uygulaması uluslararası toplumun tepki ve karşı çıkışına neden olur. ABD daha 4-5 yıl öncesinde (2001) sıkı bir iş birliği içinde olduğu Taliban rejimi, 11 Eylül 2001’de New York’taki Dünya Ticaret Merkezi’ne ve Washington D.C.’de Pentagon’a (ABD Savunma Bakanlığı genel merkez binası) yapılan saldırı sonrası eski dostluk yerini artık yeni düşmanlığa bırakır.

Taliban’ın bu saldırısına cevap olarak; ABD bu “ani” düşmanlığı “uluslararası emperyalist güçleri birleştirerek” açık bir tehditle boy gösterisinde bulunur. ABD Başkanı George W. Bush; “terörle mücadele” ve “demokrasiyi tesis etmek” gerekçesiyle 7 Ekim 2001’de Usame bin Ladin’i ve Taliban yönetimini ortadan kaldırmak için saldırı düzenler ve Afganistan’ı önemli ölçüde işgal eder. ABD önderliğinde emperyalist güçlerin Afganistan’a yaptıkları saldırı ve işgal tam anlamıyla bir “işgal demokrasisi” şölenine dönüşmüştü. İlginç olanda; uluslararası emperyalist düzene hizmet eden 51 ülkenin silahlı güçleri ABD ile birlikte Afganistan’a yapılan saldırı ve çatışmalara dahil olurlar. Yirmi yılın sonunda 31 Ağustos 2021’de ABD tüm müttefikleriyle Afganistan’dan kaçarcasına ülkeyi terk ettiler, geriye sadece eskiyi aratır bir tablo bıraktılar. Emperyalist güçlerin işgaliyle çöplüğe dönmüş yıkık dökük bir Afganistan geriye bırakılırken, işbaşında yine aynı yöneticiler. Ancak bu kez çok daha farklı olarak işgal devletlerinin onayını almış bir yönetim statüsüyle, 22 iki sene önce kaldığı yerden devam eden bir Taliban rejimi vardı.

Nihayetinde bu savaşın ABD’ye maaliyeti 2 trilyon doları geçerken, 2 bin 350’nin üzerinde de askeri hayatını kaybeder ve 20 binden fazla yaralı oldu. Taliban cephesinde ise 51 bin 200 savaşçının hayatına mal olduğu ve kesin olmamakla birlikte sivil kayıp ise 250 ile 300 bin arasında tahmin ediliyor. Yaralı sayısının ise 1 milyonun geçtiği düşünülüyor. Bu işgal yirmi yıl boyunca 444 yardım görevlisinin ve 70’ten fazla da gazetecinin hayatına mal olur.

Yine; uluslararası emperyalist güçler birleşerek kendi dünya düzenini korumak adına Rusya-Ukrayna savaşında açıktan taraf olurken, şu an itibarıyla aynı gerekçelerle Ortadoğu’da İsrail-Filistin savaşında Filistinlilerin soykırıma uğramasına seyirci kalmış durumdalar.

7 Ekim 2023’de Hamas- İsrail çatışması ile başlayan bu süreç, Ocak 2024 itibarıyla 23.000’e yakın Filistinli katledildi. Din kardeşi olduklarını iddi eden bütün Müslüman ve Arap ülkeleri bu vahşeti iç siyasete oynarken; son derece uzlaşıcı ve sözlü kınamadan öte somut bir tavır alamadılar. İslam coğrafyasındaki ülkelerin uluslararası emperyalist güçlere olan tarihsel ve de çok yönlü bağımlılıkları ile hep anılmışlardır. Onlar, kendi şahsi çıkarlarını her koşulda öncelemekte ısrar ederken, Filistinliler için bilfiil karşı bir tavırda bulunmaya cesaretleri yetmemiştir.

Gericiliğin, anti-demokrasinin ve feodalitenin en orta yerinde hayat bulan Ortadoğu yöneticileri, aile zenginliklerini korumak uğruna yanı başında Filistinlilerin soykırıma uğramasına hepten üç maymun rolünü soyundular. Bu bağlamda aşağıdaki şiir dizesi Ortadoğu coğrafyasını en yalın bir dille tercüme eder olsa gerek:

Arap haritasını görüyorum

Kısrak at misali

Ama aciz

Heybesini takmış

Şıp şıp

Cehennem mezarlığına

doğru ilerliyor… (Ali Ahmet Said, Suriyeli şair)

Bugüne kadar İsrail’in insanlık dışı tutumunu somut bir tavırla kınayan ve yaşananları uluslararası platformda korkusuzca tartıştıran tek ülke Güney Afrika olmuştur. Güney Afrika hükümetinin bu tavır alışı; kendi deyimleriyle “geçmişte Siyonist İsrail yönetiminin ırkçı Güney Afrika’nın Apartheid rejimi ile olan iş birliği ve devamında Afrikalılara yapılan tüm baskılar hep onaylar olmuştur”, göndermesinde bulunur!

Güney Afrika hükümeti İsrail yönetimini Gazze’de soykırım yapmakla suçlarken, konuyu Uluslararası Lahey Adalet Divanına taşıdı. Bu şikâyetten bir sonuç çıkar mı çıkmaz mı ayrı bir soru. Ancak bu kontekste, İsrail yönetiminin yakın geçmişte soykırımı suçunu işlemiş benzer birçok ülke yönetimi ile aynı karede yer almış olması pek anlamlıdır…

7 Ekim 2023’den beri süregelen İsrail’in orantısız saldırısı ile hiçbir ayrım yapmaksızın Gazze’de bugüne dek katledilen çocuk sayısı 9 bini geçti. Uluslararası emperyalist düzen halen; “İsrail kendi vatandaşını koruyor” demekle savaş taraftarı olurken, birçok uluslararası platformda da İsrail’e açıktan destek devam ediyor. Müttefikler İsrail’e silah ve askeri lojistik yardımını amasız bir şekilde sürdürürken, Doğu Akdeniz’de (Filistin iç sularında) demir atan ABD filosu, İngiliz ve Fransız savaş gemileri savaşa taraf olurken ve İsrail hükümetine verilen destekle onu adeta cesaretlendirmiştir.  Onlar, halen İsrail’i açıktan eleştirmemek için ısrar ederken, daha fazla kanın akıtılmaması için savaşı sonlandırmaya da hiçte istekli görünmemekteler. Bu yaşananlar 21. yüzyılın ilk işlenen soykırımı demek yerinde olur. Katledilen binlerce Filistinlinin ölümünden kuşku yok ki yine uluslararası emperyalist düzenle beraber hareket eden gerici ve işbirlikçi Arap yöneticileri sorumludurlar. Çünkü onlar hiçbir zaman Ortadoğu çemberine sıkıştırılmış 5 bin yıllık geleneğin temsilcileri olan Filistin halkının sorununu çözmek için çözüm odaklı olamadılar.

Gazze’de yaşananlar sınırlı ölçüde olsa da geniş Ortadoğu coğrafyasında ideolojik-dışı (antikapitalizm bağlamında) bir tavırla sadece Batı karşıtlığı ve özellikle anti Amerikancı tutum ve tepkiler ekseninde ses yükseltebilmişlerdir. Görünen o ki teokratik düzenle ancak sorunun çözümüne inanan, dini referansla ve de din odaklı perspektiften hareketle Filistin sorununa bir “çözüm” arayışı vardır. Bu retorik aslında Iran-Irak savaşında (1980-1988) ve de Irak’ın ABD işgalinde de (2003) aynı tutum sergilenmişti. Filistinlilere destek amaçlı Kızıl Denizden geçen İsrail’e müttefik ülke gemilerine saldıran Yemenli Husiler, daha çok ABD ve Batı ülke yöneticilerini irite etmiştir. Bu durumu bir savaş hali olarak gören ABD, ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı (CENTCOM) kararıyla Yemen’deki Husilerin birçok mevzilerine İngiltere ile birlikte 12 Ocak 2024’te saldırılar düzenledi. Bu saldırıda da geçmiş olaylardan farksız olarak yine uluslararası emperyalist güçleri savaş alanında buluşturmuş ve bu en genelde emperyalist/kapitalist güçlerin çıkarına hizmet eden bir güç gösterisi olmuştur.

Bir Amerikan düşünce kuruluşu olan Middle East İnstitute’de görevli Yemen asıllı Nadwa al-Dawsari, Ortadoğu’da yaşanan olaylara atfen çarpıcı analizlerde bulundu. ABD ve Batı’nın Husilere yönelik hiçbir saldırısı sonuç vermez. 7 Ekim 2023 olayları Husilere 45 bin yeni elaman kazandırdı ve toplamda 200 bin savaşçısı vardır. Husiler kendilerini Tanrının yardımcıları olarak lanse ederler ve nüfusun üçte ikisi Husi yönetimine bağlıdır. Ortadoğu’daki din fanatizmi tarihin hiçbir döneminde çözüm odaklı olamamıştır, onlar iç çatışmalardan ve kaostan beslenirler, iddiasında bulunur. Al-Dawsari analizin devamında; ABD ve Batı ülkelerine alaylı bir şekilde tavsiyede bulunur; “Ortadoğu ve Yemende savaşan silahlı grupları destekleyin, yeni yeni grupların oluşmasına neden olun. Bırakın onlar birbiriyle uğraşıp dursunlar” (De Volkskrant, 18 Ocak 2024). Yemenin bir liman şehri olan Aden, Suudi Arabistan tarafından kontrol ediliyor, finans ve askeri destek en üst seviyede sağlanıyor. Yemen’de on yıldır devam eden iç savaş, Şii-Sünni anlaşmazlığı ve de İran Suudi Arabistan destekli gruplaşma ile ülke açıktan tam bir kaosa hapsedilmiştir. Kaçınılmaz olarak şunu söylemek de yerinde saptama; birbirini kanlı bıçaklı boğazlayan Yemenlilerden Filistinlilere hiçbir fayda gelmez. Adı geçen tüm bu güçlerin sahip oldukları mantık ve dünya bakışı özgürlükçü ve enternasyonal olamaz.

Yukarıda aktarılan Al-Dawsari’nin bu tavsiye ve önermeleri özünde mazlum halklara yapılan en büyük hakaret ve aşağılama kompleksidir. Bu düşün en genelde işgalci ve sömürgeci emperyalist güçlerin öteden beri güttü mantık olmuştur. Zira bu yaklaşım uluslararası emperyalist güçlerin tipik işgal demokrasisinde alışagelen bağımlı ülkelerle olan siyaset tarzıdır. İşgalci güçler ve onların destekleyicileri hep kaos ortamından yana ve de sınıf bilincinin olmadığı bir devamlığı istemişlerdir. Ortadoğu’da yaşananlara atfen çözüm odaklı perspektifimiz yukarıda dile getirilen önermenin tersi olmuştur. Bağımsız ulus hareketi, antiemperyalist ve antikapitalist bir bilinçle, devrimci mücadelenin öncü rolü ışığında ancak Ortadoğu halklarına güzel günler yakın durabilir!  

Kullanılan ve yararlanılan kaynaklar

  1. Woodward, Bob, “Dek Mantel – De Geheime Oorlogen van de CIA”, De Haan/Lannoo, Houten 1987 Nederland.
  2. Dreyfuss, Robert, “Devil’s Game, How the Unıted States Helped Unleash Fundamentalist Islam”, Holt Paperbacks, New York 2005.
  3. Agee, Phılıp, “CIA, Werkwijze, Organisatie en Machtsbereik van  Amerikaanse Geheime Dienst”, Amsterdam Boek 1976, Amsterdam.
  4. Rashid, Ahmed, “TALİBAN, The Story of the Afghan Warlords”, Pan Books, London 2000-2001.
  5. Kennan, F., George, “Een Leven in Schetsen”, Balans, Amsterdam 1990.
  6. Nair, Kunhanandan & Opperskalski, Michael, “De CIA – Moorden in de Derde Wereld”, Center Boek, Den Haag 1989.
  7. Pitt, W. R. & Ritter S., “Oorlog Tegen IRAK”, Het Spectrum, Utrecht 2002.
  8. Ataş, A. Can, “Küçük Amerikaların Entegrasyonu”, Altınçağ Yayımcılık”, İstanbul 1996.
  9. De Volkskrant, 4 Ocak 2024 Hollanda.
  10. De Volkskrant, 6 Ocak 2024 Hollanda.
  11. De NRC, 6 Ocak 2024 Hollanda.
  12. De Volkskrant, 13 Ocak 2024 Hollanda.
  13. De NRC, 13 Ocak 2024 Hollanda.
  14. De Volkskrant, 18 Ocak 2024 Hollanda.


Kasım 2024
PSÇPCCP
 123
45678910
11121314151617
18192021222324
252627282930 

Daha Fazla Makale Haberler