“…Kemalist burjuvazi Kürdistan’ı bir müstemleke(sömürge) hâlinde kullanmakta ve onun kanını emmektedir.”(1)
Kızıl İstanbul, 10 Temmuz 1930.
Tarihsel TKP’nin Ağrı İsyanı değerlendirmesi ile diğer Kürt isyanlarını ele alışı arasında çok belirgin bir fark vardır. Bu belirgin fark nedeniyle Tarihsel TKP tarihinde, Ağrı İsyanı değerlendirmesinin özel bir yeri olduğunu düşünüyoruz.
TKP’nin Kürt isyanlarına yaklaşımında sergilediği, Komintern tezlerini ya da Sovyetler Birliği’ni savunma refleksleri, Ağrı İsyanı değerlendirmesi için de geçerlidir. Ancak TKP bu genel yaklaşımdan tam olarak kopmadan, ilk kez, ezilen Kürt ulusunun isyanını haklı bulduğunu ilan ediyor ve isyana yön veremediği için kendini suçluyor. Bu yönelim Kürt sorununa ilişkin, TKP içerisinde siyasal-devrimci bir sapmaya zemin hazırlıyor.
Tabi 1930 yılını özgün kılan, TKP içinde başlayan bu tartışmayı ve TKP’nin Kürt ulusuna yönelme zeminini yaratan dış ve iç dinamikler var. En belirleyici dış dinamik; 1927’de Çin’de yaşanan Çan Kay Şey darbesi ve 1928’de Komintern VI. Kongresi’nin aldığı “Ulusal burjuvazi ulusal devrime ihanet etti.” kararıdır. (2) Bunun yanında en önemli iç dinamikler de, 1929’da İzmir’de yargılanan/hapis cezası alan TKP yöneticilerinin Kürdistan illerindeki hapishanelere gönderilmesi ve gelgitli Sovyetler Birliği-Kemalist Türkiye ilişkileridir.
Normal şartlarda iki ülke arasındaki ilişki, kategorik olarak dış dinamikler açısından değerlendirilir ama Komintern’in TKP’yi iradesiz bırakan geleneksel yaklaşımı ya da TKP’nin Komintern’e olan koşulsuz sadakati bu meseleyi zorunlu olarak iç dinamikler açısından değerlendirmemize neden oluyor.
İç dinamik açısından asıl özgünlük ve Ağrı İsyanı değerlendirmelerine de tesiri olan gelişme, TKP yöneticilerinin Kemalist rejim tarafından, Türkiye Kürdistan’ındaki zindanlara gönderilmesidir. Örneğin; Hikmet Kıvılcımlı Elazığ, İsmail Bilen ise Diyarbakır cezaevinde kalmıştır.
TKP’nin yayın organı İnkılâp Yolu dergisinin 1930 tarihli Temmuz-Ağustos sayısında “Kemalist zindanlarından bir feryat” başlıklı bir yazı yer alıyor. Yazının Kürdistan illerinde mahpus yatan TKP’liler tarafından yazıldığı anlaşılmaktadır. İlgili yazıda, “Burjuvazinin bizi buralara ‘sürmesi’ bir taraftan da ümit edilmeyecek kadar faydalı oldu. Bu ‘gayya kuyusu’ hakkında zannedildiğinden pek fazla cahilmişiz.” diye bir ifade geçiyor.(3) Esasında bu bir itiraftır, TKP’nin Kürdistan gerçeği ile ilk kez bu denli, kanlı-canlı tanıştığı TKP’li mahpuslar tarafından itiraf edilmiştir.
***
Ağrı İsyanı Şeyh Said İsyanı’ndan yaklaşık bir yıl sonra 16 Mayıs 1926’da Biroye Heske Teli’nin öncülüğünde başladı. Bu sırada muhtelif Kürt aydınları bir araya geldi ve 1927’de Lübnan’da Kürt Kongresi’ni topladılar. Kongre sonucunda Hoybun Cemiyeti kuruldu. Hoybun’un kurulmasıyla isyan daha kurumsal bir muhteva kazandı. İsyan aralıksız bir şekilde 1930’a kadar sürdü. Özellikle 1929’dan itibaren; isyan, Kemalist basında da gizlenemez hâle geldi.
1929 yılı yukarıda da belirttiğimiz gibi TKP yöneticilerinin Elazığ ve Diyarbakır cezaevlerinde tutsak olduğu yıllardı. Kemalist terörün bu dönemde komünistlere ve Kürt ulusuna karşı saldırıları yoğunlaşmıştı. Kürdistan zindanlarındaki komünist tutsaklar ve Ağrı İsyanı’nın etkisi, TKP’nin yüzünü isyana ve Kürt ulusuna dönmesini sağladı. TKP ilk defa, kısmi de olsa, yüzünü Kemalistlerden çevirip Kürt ulusuna yöneldi. Bu yönelim TKP’nin yayınlarına, eylemlerine ve söylemlerine direkt yansıdı.
1930 yılında yayınlanan TKP Faaliyet Programı taslağının “İşçi ve Köylü Hükümetinin Görevleri” başlıklı bölümde şöyle deniyor:
“Kürtler beylerin ve şeyhlerin zulmünden kurtarılacaktır ve ikamet ettikleri Anadolu’nun Doğu vilayetlerinde, Türkiye’nin işçi ve köylü hükümetine müttefik bir özerk ulusal cumhuriyet hâlinde örgütleneceklerdir.” (4)
TKP ilk kez özel olarak Kürt ifadesi kullanarak, ayrılma hakkını savunmuş ve müttefik olarak gördüğü bir Kürt Özerk Cumhuriyeti örgütlenmesi önermiştir. Şefik Hüsnü’nün ortaya koyduğu bu formülasyon, Komintern’in Doğu Sekreterliği tarafından uygun bulunmadı ve sekreterlik tarafından müdahale edildi. (5)
Komintern’in müdahalesi sonrası oluşan metinde, ulusal azınlıklara(Kürtler ve Lazlar) “mukadderatlarını serbestçe tayin etmek ve arzu ederlerse devletten ayrılmak hakkı” tanınsa da ulusal azınlık komünistlerine, ulusal azınlıklara “mensup işçiler ve köylülerle Türk işçi ve köylülerinin kardeşçe birliği lehinde mücadelede bulunmak mecburiyetindedirler.” deniyor ve metin şöyle devam ediyor:
“Bir Sovyet Cumhuriyetleri şeklinde teşekkül eden Türkiye Amele ve Köylü Hükümeti, emperyalizme ve derebeylerine karşı elbirliğiyle mücadele için, mazlum milli azınlıkların emekçi kitleleriyle Sovyet Cumhuriyetleri Federasyonu şeklinde bir ittifak anlaşmasına dayanan bir siyaset takip eder.”
Görüldüğü gibi Komintern, Sovyetler Birliği’nin “ulusal” çıkarlarını esas alan bir anlayışla, TKP’nin 1930 Faaliyet Programı’na son şeklini veriyor. Komintern bununla da yetinmeyip, bir de TKP’ye uyarı mektubu gönderiyor. Komintern Doğu Sekreterliği 3 Ocak 1930 tarihinde gönderdiği mektupta şunları söylüyor:
“(Ağrı)İsyan, İngiliz emperyalizmi tarafından hazırlanmış ve örgütlenmiş ve kullanılmıştır. Bu isyan Türk halkının bağımsızlığına, cumhuriyete, devletin dini kurumlardan ayrılmasına karşı yöneltilmiştir. Bu isyan SSCB’ye de karşıdır zira İngiliz emperyalizmi SSCB sınırı yakınlarında karşı-devrimci bir platform oluşturma gayreti içindedir. Bu nedenle Kürt İsyanı gerici ve karşı-devrimcidir.”(6)
Bir yılı aşkın bir süre sonra, 27 Nisan 1931’de Komintern’den TKP üyelerine bir mektup daha geliyor. Bu mektupta 3 Ocak’ta yapılan uyarılar daha da net ifadelerle yineleniyor:
“Kürt isyanının esas amacı, Türkiye’yi Sovyet karşıtı bloğa katılmaya sürüklemektir. Kürtlerin isyanı İngiliz ve Fransız emperyalizmi tarafından hazırlanmış ve örgütlenmiştir. Emperyalizm ajanı Kürt feodaller, varlıklarını ve Kürt halk kitleleri üzerindeki iktidarlarını kaybetmemek için zafer kazanan Türk güçlerine ilk teslim olanlardır. Bu hareket Türkiye’nin bağımsızlığına, cumhuriyete ve dinle devletin ayrılmasına karşı yönelmiştir. Bu hareket aynı zamanda SSCB’ye karşı da yönelmiştir, zira İngiliz emperyalizmi, bu isyan yardımıyla, SSCB sınırları yakınlarında karşı-devrimci bir çarpışma alanı yaratmaya çalışmıştır.”(7)
Komintern TKP’ye art arda gönderdiği bu mektuplarla, “Bu isyan aslında bize karşı, bunun bilinciyle hareket edin.” minvalinde uyararak, açıkça TKP’ye “siyasal ayar” veriyor. Dikkat edilecek olursa Komintern’in Şeyh Said İsyanı’na yaklaşımıyla Ağrı İsyanı’na yaklaşımı arasında hiçbir fark yoktur. Ancak TKP’nin bu iki isyana yaklaşımı arasında çok belirgin farklar vardır. Komintern’in uyarıları da zaten bu farkları düzlemeye ve TKP’nin yöneldiği sapmayı önlemeye yöneliktir.
***
TKP; 1930’da yayınlanacak olan faaliyet raporunda başlattığı siyasal-devrimci yönelimi, o dönem içerisinde, birçok mecrada gösterdi.
TKP’nin gençlik örgütlenmesi olan Türkiye Komünist Gençler Birliği, TKP’nin faaliyet programına paralel olarak, kendi faaliyet programında, “Kemalist rejim Kürt emekçi gençliğini iki kere eziyor.” tespitini yaparak, tereddütsüz bir şekilde anadilde eğitimi savunuyor.
Yine TKP 1930 yılı başlarında yayınladığı raporda; Kürt isyanlarının devrimci kuvvetleri canlandırdığını fakat TKP’nin bugüne kadar Kürtlerle temas kuramadığı için isyanların emperyalistlerle Türk gericiliğinin işine yaradığını saptıyor.
TKP aynı yılın 1 Mayıs bildirisinde, “Kemalistler ne toprak reformu yapabilir ne de ulusal sorunu çözebilir.” diyerek, isyanların sorumlusu olarak Kemalistleri hedefe koyuyor.
TKP 1930 yılına gelindiğinde, Komintern’in pragmatik Kemalizm tahlillerinden, birbirini destekleyen iki ayrı meselede, siyasal-devrimci bir sapma yaşıyor. Hem Kürt ulusunun isyanında devrimci bir muhteva olduğunu saptıyor hem de krizin asıl sorumlusu olarak Kemalist rejimi belirliyor.
TKP’nin Faaliyet Programı taslağı ile başlayan Kürt sorunundaki devrimci-siyasal sapma, TKP lideri Şefik Hüsnü’nün İnkılâp Yolu dergisinde, 1930 yılının Temmuz-Ağustos sayısında yer alan İkinci Kürt İsyanı yazısıyla birlikte en derli toplu hâline kavuşuyor.
Şefik Hüsnü bu yazıda Ağrı İsyanı’nın incelenmeye muhtaç iki cephesi olduğunu, birinci cephenin yoksul halk cephesi, ikinci cephenin derebeylik olduğunu ifade ediyor. Şefik Hüsnü’ye göre bu isyan aynı zamanda yoksul halkın, mazlum köylülüğün kurtuluş mücadelesidir. İsyanı Kürt yoksulları açısından kurtuluş olarak gören yaklaşım, Komintern’in isyan değerlendirmeleriyle yaşanan krizin ilk aşamasıdır. Ancak Şefik Hüsnü bununla yetinmiyor ve partisine esaslı bir soru yöneltiyor:
“Bugüne kadar hangi samimi devrimci parti çıktı, ona hakikati anlattı da o dinlemedi? Bu sahada TKP de görevini yapmak fırsatını henüz ele geçirmiş değildir. Biz eminiz ki yoksul köylülük, önünde başka kurtarıcı teşkilat görmediği için, derebeylerinin ve serseri çete reislerinin rehberliğini kabul ediyor.”(8)
Şefik Hüsnü bu özeleştirisinin ardından, “Yoksul Türk köylüleri eğer Kürtler gibi silaha sarılmıyorsa bu onların daha az sıkıntıda olduklarını; Ankara diktatörlüğüne karşı daha az diş bilediklerini göstermez; bunu sebebi kendilerine yol gösterecek bir teşkilatın bulunmamasında aramak gerek.” diyerek, özeleştirisini daha da detaylandırıyor.
Burada Şefik Hüsnü’nün, Kürtlerin silahlı isyanını haklı ve meşru görmesi de daha önce karşılaşmadığımız, olumlu/devrimci bir tutumu temsil ediyor. Yazının ilerleyen bölümünde Şefik Hüsnü, Kürtlerin silahlı isyanının asıl önemini bütün ülke ahalisinin hakim sınıf hükümetine karşı elbirliğiyle silahlı hücuma ve savunmaya geçmiş olmasıyla açıklıyor.
Siyasal pratiğe hiç yansımasa da, Kemalist hükümete karşı Kürtlerin silahlı mücadelesine sahip çıkmak, TKP açısından siyasal-devrimci/olumlu bir sapmayı temsil ediyor. Ancak yazının sonunda Şefik Hüsnü, “Kürt isyanı İngiltere tarafından Sovyetler’e karşı kullanıldığı için karşıyız.” diyerek, TKP’yi Kemalist Diktatörlük karşısında hiçleştiren yaklaşıma bir kez daha teslim oluyor. Aslında bu teslimiyet, yazının önceki bölümlerindeki siyasal-devrimci sapmayı da pratik açıdan boşa düşürmüş oluyor. Bu tutum, TKP’nin ezilen Kürt ulusuyla birlikte Kemalist egemen sınıflara karşı birlikte mücadele etme olanağını devre dışı bırakıyor.
***
1930 yılında Ağrı İsyanı değerlendirilmeleri üzerinden oluşan siyasal-devrimci yöneliş, TKP içindeki tartışmalarda ve eylemlerde de kendisini gösteriyor.
1930 Ağustos’unda TKP’li tütün işçileri Kemalist rejimin Kürtlere uyguladığı kitlesel kıyıma karşı protesto eylemi yapıyor ve eylemden ötürü on dolayında işçi tutuklanıyor. Tutuklanan TKP’li tütün işçileri Kürtlere sempati duymak ve anti-militarist eylemleri nedeniyle vatana ihanetle suçlanıyorlar. Bu eylemde “Kahrolsun Kürt halkının Kemalist cellâtları!”, “Kürt toprak ağalarının ve şeyhlerinin toprakları ve sürüleri Kürt köylülerine ve çobanlarına verilsin!”, “Kürt halkına tam bağımsızlık!”, “Britanya emperyalizmine karşı özgür ve birleşik Kürdistan’la sıcak işbirliği!” ve “Emperyalizm saldırısına karşı SSCByi savunalım!” gibi sloganlar atılıyor.(9)
Eylem ve sloganlar düşünüldüğünde, TKP’nin cesareti şaşkınlık vericidir. Çünkü günümüz açısından değerlendirecek olursak, içinde bulunduğumuz siyasal ortamda TKP’li tütün işçilerinin o gün yaptığı eylemi bugün hangi komünist örgütün işyeri komitesi yapabilir ya da herhangi bir komitesi yapabilir? Gerçekten bu soruya yanıt vermek oldukça zor… Kemalizm açısından hem komünizmin baş tehdit olduğu hem de Kürtlerin muntazam olarak isyan hâlinde olduğu bir dönemden söz ediyoruz. Bu hakikat çerçevesinde düşünüldüğünde, yapılan eylemin değeri daha da büyümektedir.
Ancak bu eylemde dahi Sovyetler Birliği’ni savunma refleksiyle karşı karşıyayız. Tarihsel TKP, siyasal anlamda en ilerici tutumlar aldığı bu koşullarda dahi Komintern’e, yani Sovyetler Birliği’ne olan koşulsuz sadakatini elden bırakmamıştır.
TKP’li tütün işçilerinin Kürt direnişiyle dayanışma için yaptıkları eylemin yer aldığı belgede çok önemli bir bilgi daha yer alıyor. TKP İzmir İl Komitesi’nden bir yoldaş TKP merkezine Komintern’e tavır alan ve dönemsel olarak gelişen siyasal-devrimci sapmanın en ileri ifadesini sergileyen bir yazı gönderiyor.
Yazıda; Kemalist gazetelerin Kürt isyanı karşısında Sovyet hükümetinin tutumunu öne çıkardığını ve Sovyetler’in Mustafa Kemal’in yanında yer almasından ötürü, TKP’nin işçileri ve köylüleri egemen burjuvaziye karşı peşinden sürükleyemeyeceğini belirtiyor ve şöyle devam ediyor:
“İnanıyoruz ki böylesi bir siyaset (Kemalizm’i desteklemek) büyük bir hayal kırıklığına varmaya mahkûmdur. Çünkü Kemalistler anti-Sovyetik bloğa doğru şaşmaz biçimde yürüyor. İtalya ve Yunanistan’la anlaşmalar yapıyor.”
Esas kritik çözümlemesini ise bundan sonra yapıyor:
“Kürt isyanı, ilkel ve feodal niteliğine rağmen, inanıyoruz ki, Hindistan’daki ve Çinhindi’deki isyanlardan hiçbir fark taşımıyor.”(10)
Hindistan’da ve Çinhindi (Laos, Vietnam ve Kamboçya)’de o sıralar ulusal kurtuluş mücadeleleri olduğunu biliyoruz. İzmir İl Komitesi üyesi yoldaş, ilkel ve feodal önderliğine rağmen ezilen Kürt ulusunun kurtuluş mücadelesini haklı ve meşru görüyor.
İzmir İl Komitesi üyesi yoldaşın bu düşünceleri, bundan kırk yıl sonra ortaya atılacak olan İbrahim Kaypakkaya’nın devrimci tezlerinden esintiler taşıyor.
Bu arada, Şefik Hüsnü; İzmir İl Komitesi’ndeki yoldaşın eleştirilerini goşist abartmalar olarak değerlendirip, “Türk komünistleri istemeden İngiltere’nin oyununa düşebilir.” sonucuna ulaşıyor.
Şefik Hüsnü’nün Komintern’e karşı hiçbir dönem otokontrolü bırakmadığını görüyoruz. Şefik Hüsnü bu tutumuyla; İzmir İl Komitesi’ndeki yoldaşla birlikte, bir adım daha öteye taşınma olasılığı olan siyasal-devrimci sapmaya da set çekmiş oluyor; devrimciliğin karşısında, tutuculuğu temsil ediyor.
***
Çarpıcı olması açısından, döneme ilişkin son bir örnek daha vereceğiz. 1929 TKP Davası tutsaklarından Şarfman’ın raporu da dönemin ruhunu anlamak açısından oldukça etkilidir. Şarfman’ın cezaevindeyken Kürtlerle yaşadığı diyaloglar güncel olarak da öğreticidir.
Ağrı İsyanı sürerken, cezaevinde birlikte kaldığı Kürtler Şarfman’a Kemalist rejime karşı birlikte hareket etmeyi teklif etmiştir.(11) Ancak Şarfman bu teklifi hem gayrimüslim olması hem Kürt hareketine önderlik edenlerin sınıfsal olarak feodal olması hem de “İngiliz emperyalizminin müdahalesi” gerekçesiyle reddetmiştir. “Kürt milliyetçisi” damgası yemekten korkmuştur.
Esasında Şarfman’ın cezaevinde Kürtlerle kurduğu diyolog TKP’nin Kürtlerle yaşadığı paradoksal ilişkinin ya da ilişkisizliğinin özeti gibidir. TKP’nin Kemalist teröre karşı Kürt ulusuyla birleşmeye değil de, Komintern’e sadakatten dolayı Kürtlere mesafeli davranmayı seçmesi; devrimciliği değil, hiçleşmeyi seçmesidir.
Ağrı İsyanı değerlendirmeleri açısından en çarpıcı sonuç ise şudur: TKP Komintern’in son derece pragmatik ve Sovyetler Birliği’nin dış politika “çıkarlarından” başka hiçbir şeyi önemsemeyen yaklaşımından biraz dahi uzaklaştığında siyasal-devrimci bir kopuşun arifesine gelmiştir; Kemalist rejimle kavgayı ve direnen Kürt ulusuyla temas kurmayı esas alan devrimci bir çizgiye sapmıştır. Ancak bu olumlu sapma, TKP önderliğinin dirayetsizliği ve Komintern’e olan koşulsuz bağlılığı nedeniyle kısa bir süre içinde sönümlenmiştir.
***
TKP’nin 1930’daki Kürt isyanı değerlendirmeleri dikkatli incelendiğinde, Hikmet Kıvılcımlı’nın Kürdistan çözümlemelerinin de TKP değerlendirmeleriyle, ana hatları itibariyle kesiştiği görülmektedir. Elbette, Kıvılcımlı’nın Yol serisinin altıncı kitabı olan “İhtiyat Kuvvet:Milliyet(Şark)” isimli çalışmasında, daha detaylı çözümlemelere ve meseleye ilişkin özgün siyasal önermelere rastlıyoruz. Ancak belirttiğimiz gibi Kıvılcımlı’nın tezleri TKP’nin 1930 Faaliyet Programı’nda ve Şefik Hüsnü’nün İkinci Kürt İsyanı makalesindeki görüşlerle esas olarak uyumludur. Ayrıca Kıvılcımlı’nın hazırladığı Yol serisini 1930’lu yıllarda TKP Merkez Komitesi’ne sunduğu da bilinen bir gerçektir. Bu durum da aradaki uyumu ve Kıvılcımlı’nın meseleye yaklaşımındaki temel perspektifin özgün olmadığının sağlaması niteliğindedir.
Bu vesileyle, Kıvılcımlı’nın Kürdistan tezlerini, ayrı bir yazıda daha detaylı inceleyeceğiz.
***
Son tahlilde; Tarihsel TKP hiçbir dönem, Sovyetler Birliği’nin pragmatik Türkiye politikasından bağımsız hareket etmedi ve bu nedenle Kürt sorununa dair geliştirdiği en ileri yaklaşımlar dahi yalnızca kağıt üzerinde kaldı. Bu durum Tarihsel TKP’nin yalnızca hiçleşmesiyle sonuçlanmamıştır. Aynı zamanda, TKP’nin Komintern’e göre biçimlenen siyasal pratiği, Kemalizm ve Kürt sorunu konularında da gelecek komünist/sosyalist nesillere kötü bir “miras” bırakmıştır.
Daha da kötüsü Komintern’in Kürt isyanları değerlendirmeleri, güncel olarak sosyal-şovenizmin Kürt direnişine karşı sunduğu en temel argümandır.
Bu nedenle, bu kötü ve sosyal-şovenizme ilham olan “miras” ile hesaplaşmak, yalnızca bu ortama yol açan Tarihsel TKP’nin etkisiz ve tutucu yaklaşımıyla değil, bir bütün olarak Komintern’in pragmatik Kemalizm siyasetiyle de hesaplaşmayı gerektirir.
Kaynakça
- Türkiye’de Sol Akımlar-2, Mete Tuncay, BDS yayınları, sy. 225, 1992, İSTANBUL.
- Komünizm Gözünden Kemalizm, Vahram Ter-Matevosyan, Ç: Gözde Yılmaz, İletişim Yayınları, sy.153, 1. Baskı, 2023, İstanbul.
- Türkiye’de Sol Akımlar-2, Mete Tuncay, BDS yayınları, sy. 220, 1992, İSTANBUL.
- Komintern, TKP ve Kürt İsyanları; Erden Akbulut-Erol Ülker, Yordam Kitap, sy.152, 1. Basım, 2022, İstanbul.
- Age, sy.157.
- Age, sy.164.
- Age, sy.197.
- Age, sy.182.
- Age, sy.193.
- Age, sy.194.
- Age, sy.205.