“Öncelikle Atatürkçülüğün ya da Kemalizm’in ilerici yönünün abartılması ve ona sahip olmadığı devrimci vasıfların yüklenmesi, Türkiye solunda eski (Şefik Hüsnü) TKP’den kalma bir hastalıktır.”(1)
Evrensel’den Yusuf Karataş’ın “Meğer tek eksiğimiz Atatürkçülükmüş-1” başlıklı yazısında böyle diyor.
Esasen hiç ilgilenmediğim bir tartışmaya Karataş’ın yukarıdaki alıntıda gördüğünüz Şefik Hüsnü değerlendirmesi nedeniyle dahil olmak zorunda kaldım. Uzun zamandır yazmayı düşündüğüm ancak fırsat bulamadığım bir meseleyi bu vesileyle tartışmaya açmak istiyorum: Şefik Hüsnü TKP’sinin Kemalizm olumlamasının kaynağı nedir?
Lafı dolandırmadan, en başa yazalım. Tarihsel TKP’nin Kemalizm değerlendirmeleri özgün değildir. TKP’nin Kemalizm tahlilinin ana kaynağı Komintern’in (Komünist Enternasyonal) tezleridir. Yani bu döneme ilişkin herhangi bir söz söyleyeceksek evvela gerçeğe bağlı kalacağız. Eğer gerçeği iğdiş etmekte ısrar edersek bunun adı tahrifattır.
Meseleyi açalım.
***
Alman Spartakist Devrimi’nin yenilgisi Bolşevikleri yeni bir siyasal dayanak bulmaya yönlendirdi. Bu dayanak da Doğu’daki ezilen ulusların kurtuluş mücadeleleri oldu. Sosyalist anavatanın bekası için emperyalist baskı altındaki ülkelerdeki milli burjuvazilerle ittifak yapılabileceği kararı alındı. Komintern’in Kemalizm’e yaklaşımının özeti de Kemalizm’in milli burjuvazinin siyasal temsilcisi olduğu iddiasının da arka planı bu karara dayanır.
Bu kararla Komintern, 1921’de, Kemalistlerin tertiplediği Onbeşler Katliamına ve Ankara’daki Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası’nın dağıtılmasına sessiz kaldı. Komintern’in bu sessizliği Kemalistlerin yürüttüğü anti-komünist terör dalgası karşısında sadece bir başlangıçtı.
TKP’lilerin tutuklanıp kovuşturulduğu 1925 Mayıs’ında, Ankara’da Rus milli futbol takımı ile Türk milli futbol takımı dostluk maçı yapıyordu.(2) Sovyetler, Musul meselesinde İngilizlerle arası açılan Kemalistlere kucak açıyordu.
Takrir-i Sükûn’dan sonra, 1926 yılında TKP Kemalizm’in demir ökçesi altında ezilerek yeraltına itildi. Ardından 1951’e kadar soluksuz bir biçimde sürecek olan tevkifatlar dizisi 1927’de başladı.
1929’da İzmir’de büyük bir komünist kovuşturması yapıldı. Bu kovuşturma sürerken Sovyetler Birliği Dış İşleri Diplomatı Karahan, Ankara’da Kemalistlerin konuğuydu. Aynı günlerde Bolşevik yayın organı İzvestiya’da çıkan bir yazıda, Türkiye’nin kapitalizme boyun eğmediği belirtilerek, “eminiz ki, …yakında biz onun iktisadi Dumlupınar’ını da göreceğiz.” denildi.(3)
Yukarıdaki örneklerin onlarcasını ekleyebiliriz. Artık elimizde bu döneme ilişkin yüzlerce belge var. TÜSTAV yöneticileri sağ olsunlar, bu konuda büyük işler başardılar. İsteyen daha detaylı bilgi için TÜSTAV’ın dijital arşivini inceleyebilir.
Devam edelim.
İkinci paylaşım savaşı yaklaşırken, 1937 yılında, Komintern TKP’ye ilişkin desantralizasyon (merkezden ayrılma) kararı verdi. Bu karar TKP’nin dağıtılması anlamına geliyordu. Komintern ve Sovyetler Birliği yine sosyalist anavatanın bekası için ülkelerinde iktidarı alamamış olan Komünist Partilere “milli burjuvazinin” siyasal aygıtı içinde çalışmasını emretti. TKP’nin yapması gereken de CHP içinde çalışma yürütüp, yükselen faşizm dalgasına karşı bileşik cephe örgütlemekti.
Kısacası Komintern’in başta ulusal kurtuluş savaşlarında milli burjuvaziyi destekleme siyaseti, sonrasında da faşizme karşı halk cephesi siyaseti, TKP’yi Türkiye egemen sınıflarının siyasal temsilcisi CHP’ye yem yaptı. Komintern “sosyalist anavatanın” bekası uğruna TKP’nin hiç olmasına neden oldu.
TKP Kemalist diktatörlüğün muntazam tevkifatları karşısında zaten felç olmuştu. Tevkifatların üzerine gelen desantralizasyon kararı TKP kadrolarını manevi olarak da yıktı. Bütün bu olumsuzluklara rağmen TKP toparlanma girişimlerinde bulundu.
Şefik Hüsnü’nün birçok günahı vardır ama en büyük günahı Komintern’e olan koşulsuz bağlılığıdır. Şefik Hüsnü’nün ve TKP’nin; Kemalizm, milliyetler sorunu (Şeyh Sait Ayaklanması, Ağrı İsyanı, Dersim Katliamı) ve Türkiye sınıf tahlili yaklaşımlarının üzerini kazıdığınız anda Komintern’in resmi tezleriyle karşılaşırız.
***
Bu arada, TKP Komintern’e rağmen dönem dönem Kemalist iktidarın bir burjuva diktatörlüğü olduğunu ifşa etmiştir.
Örneğin; TKP Merkez Komitesi imzalı 1933’teki 1 Mayıs bildirisi “kahrolsun Kemalist burjuva diktatörlüğü” şiarıyla biter. 1930’larda çıkan Kızıl İstanbul’un sayılarında buna benzer birçok örnek bulunabilir. Ayrıca Süleymaniye Camisi minareleri arasına çekilmiş olan, “Başbakan Saraçoğlu Faşisttir” mahyası, faşist devlete karşı yapılan en önemli sembolik eylemlerden biridir. Hâlâ hafızalardadır.
Ancak TKP tutarlı davranıp, Komintern’e isyan bayrağı açamamıştır, bu nedenle de Kemalizm’le gerçek bir hesaplaşmaya girememiştir.
Daha önce ifade ettiğimiz gibi, Şefik Hüsnü’ye ve tarihsel TKP’ye yöneltilecek en gerçekçi ve haklı eleştiri Komintern’e olan bağlılıktır. Çünkü TKP’nin Kemalizm karşısında hiçleşmesini, Kürt ulusundan ve yoksullarından uzaklaşmasını, yoksul köylülükle bağ kuramamasına neden olan Komintern’in resmi tavrıdır.
Komintern o dönem sadece TKP’ye değil, ülkelerinde iktidarı elinde bulundurmayan bütün Komünist Partilere büyük kentlerde çalışmalarını ve milliyetçi partilere eklenmelerini istedi. Çin’de Mao Zedung Komintern şeflerini dinlemedi, 1927’de Çin’in kırsalına, Hunan’a gitti, halk savaşını örgütledi ve 1949’de devrime önderlik etti. Ho Şi Minh Komintern’in beşinci kongresinde itirazlarını dile getirdi, kendi yolunu açtı, ülkesinin ulusal kurtuluşuna ve devrimine önderlik etti.
Komintern’e isyan eden devrim yaptı, isyan etmeyen hiçleşti. Meselenin özü budur.
Esasen Komintern’e yapılan itiraz burjuva kliklerine bağlı kalarak hiçleşmeye isyandı. Şefik Hüsnüler zamanında bu siyasal hiçleşemeye isyan etmedi.
***
1920’lerin başında Şefik Hüsnülerin yapamadığını yaklaşık yarım asır sonra 71 devrimcileri yaptı.
71 devrimciliği; burjuva kliklerinden kopup, emekçi halka dayanarak devrim yapma düşüncesini ve eylemini, artık Komintern’in olmadığı bir dünyada gerçekleştirebildi. Mahir Çayan ve Deniz Gezmiş burjuva kliğine dayanarak devrim yapma düşüncesinden pratik olarak koptu, Kaypakkaya ise hem pratik hem de teorik bir kopuş yaşadı. 71 devrimciliği adını koymadan, Komintern’in komünist partileri “milli burjuvazi” karşısında hiçleştiren ya da burjuva siyaset çerçevesinde reformistleştiren bu geleneksel çizgiden koptu.
Mesele hazır 71 devrimciliğine gelmişken, bir meseleye daha açıklık getirmekte fayda var. Çayan, Gezmiş ve Kaypakkaya 71 devrimci sıçrayışından önce mülteci “TKP” ya da TİP çevresini değil, Mihri Bellilerin çizgisini tercih etmişlerdi. Mihri Belli ile Bilen-Boran arasından teorik-ideolojik değil, siyasal pratik bir ayırım vardı. Belli MDD’yi (Milli Demokratik Devrim), Bilen UDD’yi (Ulusal Demokratik Devrim) savunuyordu. Belli’nin farkı eylemcilikti. Bu nedenle Çayan, Gezmiş ve Kaypakkaya ilk tercihlerini Belli’den yana kullandılar. Sonrasında Belli’den de koparak devrimci örgütlerini kurdular.
Tarihsel TKP geleneği 1951 Tevkifatından sonra, bir daha hiçbir zaman yan yana gelmemek üzere iki hatta ayrıldı. Birinci hat Şefik Hüsnü, Reşat Fuat, Hikmet Kıvılcımlı ve Mihri Belli’nin temsil ettiği hattır. Bu hatta iki özellik öne çıkar: Memleketi terk etmeden mücadeleye devam etmek ve mücadele uğruna ağır bedeller ödemek. Bu isimlerle ilgili her türlü eleştiriyi yapabilirsiniz ama bu iki özelliği yadsımadan… İkinci hat esas olarak İsmail Bilen, Mehmet Ali Aybar ve Behice Boran’ın temsil ettiği hattır. Maalesef ikinci hatta birinci hattın özverisine ve iradesine rastlamak mümkün değildir. Hakkını yemeden bu meselede Behice Boran’ı nispeten ayrı tutmak gerekir ama birinci hatla kıyaslandığında, Boran’ın ödediği bedel de mücadele iradesi de siyasal pratik tercihleri göz önüne alındığında zayıf kalıyor.
Kemalizm’den ve burjuva devletten köklü kopuşu temsil eden 71 devrimciliği, birinci hattın içinde gelişerek ve birinci hattı da aşarak/yıkarak devrimci komünist bir ideolojik inşaya yöneldi. Peki Karataş’ın laf anlatmaya çalıştığı Atatürkçü “sosyalist”in, ikinci hattın içinden çıkan bir siyasal çevrenin yayın organında kalem oynatması tesadüf mü?
Komintern’in ve “sosyalist anavatanın” olmadığı bir dünyada Kemalizm’e methiyeler düzmekle, Komintern’e bağlılık için Kemalizm’i olumlayan Şefik Hüsnü bir tutulabilir mi?
Altmış yaşının ortalarında, Kemalist rejimin zindanlarında, işkenceciler karşısında aman demeyen Şefik Hüsnü ile siyasal hayatı boyunca devlet sopası yememiş bir çevrenin Kemalizm kavrayışını ilişkilendirmek anakroniktir. Tarihsel geleneğin kavranışı ancak siyasal pratikle ölçülebilir. Siyasal pratiği yadsımak, gerçeği yadsımaktır.
***
Özetleyecek olursak;
Bir: Şefik Hüsnü’nün ideolojik yaklaşımlarına ve siyasal tercihlerine yöneltilen her eleştiri esas olarak Komintern’i hedef almayı gerektirir. Komintern’e ses etmeden Şefik Hüsnü’ye yüklenmek kurnazlıktır. Komünistler bu tip kurnazlıklara tenezzül etmezler.
İki: Günümüzde Kemalizm’i olumlayarak siyaset yapmanın güncel gerekçelerine illaki tarihsel kök bulunacaksa eğer, o kök komünizm davası ve ezilenler için hiçbir bedel ödemeyen örnekler incelenerek yapılmalıdır.
(1) https://www.evrensel.net/yazi/93499/meger-tek-eksigimiz-ataturkculukmus-1
(2) Türkiye’de Sol Akımlar-2, Mete Tuncay, BDS yayınları, sy. 18, 1992, İSTANBUL.
(3) Türkiye’de Sol Akımlar-2, Mete Tuncay, BDS yayınları, sy.67, 1992, İSTANBUL.