Kültür ve doğa festivalleri başta kent orta sınıfları olmak üzere çeşitli sosyal ve politik eğilimleri de kapsadığı için homojen bir sınıf hareketi olarak değerlendirilemez. Bu anlamda Munzur Kültür ve Doğa Festivali dar grupsal anlamda üzerinde ideolojik hamaset yapılacak bir olgu olmadığını buradan hatırlatmak istiyoruz.
Festival sonrası bir kısım bölge halkının ideoloji ve festival ilişkisine getirdiği eleştirilerin gerçekçi bir analizinin yapılması gerekmektedir. Halk eleştirirken genelde hatalı tarih bilincinin ürettiği argümanları doğru olanlarla aynı sepete koyaraktan beis görmediği gibi, küçük burjuva devrimci siyasetin postmodern anlamda yapısal değişimi gereği sosyal ve kültürel kategorilere gereğinden fazla özel ideolojik anlam yüklediğini biliyoruz; bu es geçilmez.
Halkımızın festival öncesi hazırlık toplantı ve seminerlere katılarak ucuz ideolojik gösteriler düzenleyen ama süreç hakkında hiçbir sorumluluk almayan bazı kesimleri eleştirmeleri yerindedir. Tabi ki bizler festivalin öznel yaklaşımlarla zehirlenme uyarılarını dikkate almak durumundayız ama her şeyin ekonomik süreçlerde politik ve ideolojik anlamda en genel anlamda da olsa bir karşılığı olduğunu hatırlatmak isteriz. Munzur Kültür ve Doğa Festivalini yaratan nedenselliğin kapitalizm olgusunun dışında bir tanımlanma biçimi yoktur. Bırakalım maden şirketlerinin devletin kolluk güçleri eşliğinde doğayı istilasını, en basitinden Avcılık Federasyonu üzerinden hedef gözetmeyen sürek avı tehditlerinin bile burjuva ekonomi politiğin saldırgan doğası dışında bir açıklanabilme biçimi yoktur. Yani anti kapitalist olmadan ya da kapitalizme karşı sosyalist politikaları geliştirmeden bu bahsettiğimiz sorunlar bağlamında tutarlı bir tavır ortaya koymamız mümkün değildir.
Bazı insanlar devrimci siyaset ve örgütlenmenin Dersimde halkı öz kültüründen uzaklaştırdığı yönünde iddialarda bulunmaktadırlar. Bu tarih anlayışı esas itibariyle feodal aşiret ilişkilerinden artta kalan sosyal ilişkilerden ve geçmişte toprak rantından türemiş ama geçiş toplumuyla birlikte kent sosyolojisi içinde hala çatışmalı duran geri kültürel anlayışlardan beslenmektedir. Halbuki emek sınıflarının kültürü bir halkın öz kültürünü belirlemede ve toplumsal faydalılık ilişkisi gereği üretiminde belirleyici rol oynamaktadır. Böyle bir kültürü o toplumun bağrından ortaya çıkan komünistlerden daha iyi kimse temsil edemez. Bugün çokça şikâyeti yapıldığı gibi; Dersim özgülünde ve toplumun genelinde bir kültürel erozyon ve çürüme süreci yaşanıyorsa eğer bunun bir nedeni de komünistlerin yeterince güçlü olmamasıdır. Yani ekonomik üretim süreçlerinin elinde tutan egemen sınıflar insan toplumlarının kültürel süreçlerini yönetirken bu durumdan komünistleri sorumlu tutmak tersine dönmüş sapkın bir tarih anlayışından kaynaklanmaktadır. Komünistler halk kültürünü koruma noktasında neden yeterince güçlenemedikleri noktasında bir eleştiriyi kabul edilebilir görürler. Ama komünist hareketin hata, eksiklik ve zaaflarına rağmen bu toplumsal başkalaşımdan sorumlu tutulması tarih anlayışı ve gelişme yasalarından hiçbir şey anlamamaktır.
Bizlere modası geçtiği iddiasıyla ideolojilerimizden ve bütünlüklü nesnel anlatımlarımızdan vaz geçmemizi salık veren ukala ve çok bilmiş küçük burjuva bazı anlayışların, kültürel çözülme sürecini kapitalistler için dikensiz bir gül bahçesine çevirmek istediklerini halkımıza anlatmalıyız. Halkın geri yanlarından kaynaklanan olumsuz düşünceleri dönüştürmek için ikna amaçlı uzun siyasal mücadele vermek esas politikamızdır. Ama postmodernizmin bir tüketim maymununa çevirdiği iflah olmaz bazı anlayışlar ile klan ilişkilerinden beslenen feodal gerici klikleri ise siyasal anlamda teşhir etmek gerekmektedir. Zira, sahip olduğu ve tükettiği şeyler dışında bir hiçe dönüşen toplumsal süreçlerin ivme kazandığı bir zamandayız.
Tüketim pazarına yönelen ve kendi varoluşunu buralarda gerçekleştirmeye mahkûm olmuş toplulukların kendilerini tarihsel süreçlerde birer aktör olarak görmekten gittikçe uzaklaşacakları bir gerçektir. İnsandaki benlik kavramıyla pazarlanacak şeylerin birbirlerine karışarak benzeşmeye başladığı bir toplumsal ortamda bilimsel eleştirel yöntemlerin kavramlaştırıcı, ayırt edici ve dönüştürücü gücünün zayıflayacağı ortadadır. Günümüzde oldukça yaygınlaşan ve bireyin siyaset ile eklemlenme biçimlerini de belirleyen; kendini pazarlanacak şeyler gibi öne sürme trendinin beslendiği toplumsal zemini tarihsel materyalist bir yöntem ile etraflıca tarif etmek gerekmektedir. Tüm dünyayı yutma arzusu ile yanıp tutuşan tüketim ideolojisinin nasıl durdurulacağı ve narenciye bahçesine musallat olmuş zehirli bir sarmaşık gibi nasıl kökünden sökülüp atılacağı sorunu sosyalist hareketin başlıca tarihsel görevleri arasındadır.
Postmodernizm ile beraber insan toplumlarının önemli bir bölümünün tüketim maddeleriyle ilişki biçiminin artık değiştiğini biliyoruz. Eskiden pazardan alınan bir şeye kullanmak, saklamak ve tekrar kullanmak için sahip olunurken, artık kullanır kullanmaz derhal tüketip atmak şeklinde anlık sahip olunmaktadır. Böyle bir durumda sosyalist demokratik kurumlar önlerinde temel ihtiyaçlarını değil, arzularını tatmin etmek isteyen insan topluluklarını bolca bulmaktadırlar. Bu nedenle gereksinim ihtiyacının bir türlü doyurulamadığı ve hiçbir arzunun yeterince tatmin olmadığı toplumsal bir ortamda kültür, sanat, siyaset ve felsefenin toplumsal bir ihtiyaç olarak ortaya çıkması süreçlerinde gecikmeler yaşanması da normaldir.
Tüketim kültürünün ideolojik olarak esiri olmak için normalde güçlü bir üretim ekonomisinin olduğu bölgede yaşamak gerekmektedir. Neredeyse mahalli dinamikleriyle hiçbir ekonomik istihdam ortamının gelişmediği Dersim gibi bir yerde genç kuşakların bu ideolojinin illüzyonuna kapılarak yönsüzleşmeleri en temel sorunlardan biridir.
Evet kapitalizm ile beraber tüketim denen olgunun kendisi bir ihtiyaç giderme vasıtası olmaktan çıktı. Günümüzde her şey gibi kültürel olgular da ilgi görmek için tüketim nesnelerine benzemek zorundadırlar. Her şeyin şeyleşme sürecine katıldığı bu zamanda, Munzur Kültür ve Doğa Festivali’nin popüler kültürün bir alışveriş nesnesine dönüşmesini engellemek için onun anti kapitalist ve devrimci motivasyonunu diri tutmak gerekmektedir. Çünkü küresel tekellerin teşvik ettiği bir şey de sadece pazarlanabilir somut malların değil, aynı zamanda kültürel etkinliklerinde içinde olduğu bütün alternatif toplumsal süreçlerin de tıpkı mallar gibi pazarlana bilinir oluşudur. Yani deyim yerindeyse; Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olabilme tehlikesine dikkat çekmek istiyoruz.
Kuşkusuz bizim arzu ettiğimiz bir bireyin alışveriş mekanına gelen bir tüketici gibi Dersim festivaline gelmesi durumu değildir. Tüketim olgusunun ihtiyaç fazlası gösteri değeri almasıyla beraber var olanı yok edip yerine hiçbir şey koymamak anlamına geldiği için bizler açısından arzu edilebilir bir durum olmadığı açıktır. Festival organizasyonu içerisinde yer alan kurumların düzenledikleri iktisadi, ekolojik, kültürel ve sanatsal etkinliklerde seçici davranarak bu toplumsal savurganlığın önüne geçmek istedikleri anlaşılıyor. Ama bu niteliği artırma yönündeki olumlu çabaların istenilen düzeyde festivalin tamamına egemen olamamasının sorumluluğu sadece kurumlara değil halkada düşmektedir.
En azından başta devrimci, ilerici ve yurtsever kurumlar olmak üzere halkımızın ileri kesimleri bu konuda ortak sorumluluk almadıkça problemleri en aza indirgemek ve böyle bir etkinliğin toplumsal verimini artırmak hayli zor olabilir. Evet, insanların ürettikleriyle değil, tükettikleriyle anlam ve kimlik kazandıkları bohemleşmiş bir toplumsal ortamı desteklememeye devam etmeliyiz. Bütün zorluklara ve düşünsel farklılıklara rağmen Dersim halkı bunları başarmaya muktedirdir…
Devam edecek…