“TC” iktidarı, sermayeye yeni birikim alanları yaratmak için başta işçi sınıfı olmak üzere, çiftçilere, köylülere, emeklilere, küçük ve orta düzeyli esnaflara “kemer sıkma” politikalarını, var olan iktisadi nitelik üzerinden yineleyerek bir bir devreye koyuyor. Açlık sınırının ezilen ve sömürülen toplumsal güçlerde “sosyal” bir salgın haline geldiği koşullarda, “geçinemiyoruz” talebi ile ekonomik-demokratik haklarını arayan toplumsal dinamikler, sermaye rejiminin, kapsamlı askeri “hukuksal” saldırılarına maruz kalıyor, yasaklamalar, tutuklamalar, sokak saldırıları ile devlet, ekonomik ve siyasal saldırı konseptini birleştiriyor. Yani, sermayenin genişlemesi ve birikimi için gündeme getirilen “ekonomik paket” programları, cebir-şiddet-baskı politikaları ile toplumu ezmeyi “hukuksal” düzenlemelerle, birbirini tamamlayacak şekilde devreye konuluyor, sistem sömürü-saldırı-şiddet politikası ile varlığını sürdürmek istiyor.
Sınıfsal niteliği ve iktisadi politikaları gereği AKP iktidarının, yaşanan toplumsal yıkıma ve altta gelen toplumsal itirazlara karşı devreye koyduğu tek şey, askeri şiddet ve “hukuksal” baskıdır. Zira yapacağı herhangi bir ekonomik iyileştirme olanağından yoksundur. Son seçimlerin ardından, göreve getirilen Hazine ve Maliye bakanı / Merkez bankası başkanları, toplumsal refahı yükseltecek çareler bulmak sermayenin genişlemesi ve birikimi için, ekonomik yapıda tıkanan damarları açmak rolünü üslendiler. AKP/MHP iktidarı tarafında kurtarıcı olarak topluma sunulan Mehmet Şimşek, Hazine ve Maliye bakanlığı koltuğuna oturduğunda, önüne konulan kutsal görev buydu. Bazı liberal ekonomistler, emperyalist tekellere ekonomiyi açma politikalarını “ekonominin kurtuluşu” olarak gördüler, sermaye akışının hızlanmasını, “refaha” kapı açmak olarak gördüler ama Şimşek, üzerinden hayata geçirilen ekonomik politikalar, ezilen ve sömürülen halk yığınları için yoksulluk-daha fazla sömürü, açlık ve kemer sıkma politikasından öte bir şey üretmedi. Mehmet Şimşek, bakan olmasıyla ilk icraatı Gazete Patika sitesinde belirli başlıklarla analiz edilmişti. (Burjuva İktisadi Kriz, Burjuva “Çözüm” Projeleri ve Sermayeye Açılan Yeni Rant Kapıları! gibi yazılar.)
Yaklaşık bir yıl görev süresini arkasında bırakan Hazine ve Maliye bakanı, emekçilerin aleyhine üst üste çıkardığı “yeni yasalar”, her gün artan enflasyona, sürekli büyüyen açlık, yoksulluk koşullarına bir “çözüm” değil, sermaye lehine bu gerçekliği daha da derinleştiren iktisadi politikalarıdır. Somut durum bunu yeterince açıklamaktadır. Dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 19.234 TL. Ki bu ev kirası vermeyenler için bir sınır olabilir. Yoksulluk sınırı 62.652 TL olmuştur. Emeklilerin ve asgari ücretle çalışanların açlık sınırı altında yaşadıkları biliniyor. Türkiye-Kuzey Kürdistan, gelir eşitsizliği bakımından, OECD rakamlarına göre, Meksika, Şili ve Kosta Rika’dan sonra 4. sırada yer almaktadır. Halkın her gün yeni zamlarla uyandığı bir dönemde, Mehmet Şimşek’in ”Türkiye’de asgari ücret düşük değil” açıklaması, ezilen yoksul kesimin gelecek dönemde karşı karşıya kalacağı vahameti beyan etmektedir. Evine ekmek götürmekte zorlanan işçilerin emeğini çalarak, patronların kasasına koyan, sermayenin istemi doğrultusunda yeni ekonomik yasal düzenlemeleri yapan, işçi ve emekçiler için “acı reçeteler”i, torba yasalarla, tekçi iktidarın garantörü olarak çalışan “meclisten” çıkaran iktidar, niteliği ve üstlendiği rolle halk düşmanı özelliğini bir kez daha tescillemiştir. Torba yasaların içeriği, “TC”nin içine düştüğü ekonomik krizin faturasını işçi ve emekçilerin sırtına yüklemektir. Ücretliler için düzenlenen gelir vergisi, işçi SGK prim kesintileri, asgari ücret, emekli aylığı, taşeron firmaları…pazar günleri çalıştırma zorunluluğu gibi yeni torba kanunları uygulanmaya başlanması emekçilere yeni saldırılardır. Hâkim sınıfların menfaatleri ve istemlerini içinde barındıran yeni yasal düzenlemelerin bir bölümü vergilendirme sistemidir. Sermaye sahipleri az vergi öderken, asgari ücretle çalışan işçileri gelir vergisine mahkûm ettirme, senelik bir buçuk aya denk gelen ücreti vergi olarak geri ödemeleri, AKP/MHP iktidarın torba kanunların bir bölümüdür. Mevcut sendikalar torba yasasına karşı “İNSAN ONURUNA YARAŞIR BİR YAŞAM TALEP EDİYORUZ” isteği ile işçi sınıfının tepkisini basın açıklamaları ile sınırlı tuttular.
İnsan onuruna yaraşır bir yaşam, bu sistem içinde mümkün değildir
Kuşkusuz yaşanan ve gelişecek sürece dair örgütlenecek eylemlerde, “basın açıklamaları” da bir rol oynayacaktır. Bu anlamda, “basın açıklamaları” biçiminde gündeme gelen süreci olumsuzlamıyoruz. Ama bu gibi tutumlar işçi sınıfının sınıf tavrını besleyen, esas eylem gücüne katkı sunan, niteliğiyle ele alınmayıp işçi sınıfının sürece dair eylem çizgisi haline getirilirse, sınıf uzlaşmacı bir tutumdur, işçi sınıfının biriken öfkesini sistem içinde eritme politikasıdır. Ki bazı işyerlerinde “ARTIK YETER GEÇİNEMİYORUZ” sloganı eşliğinde; asgari ücrete son verilmesi, enflasyon üzerinde isçilerin ücretlerinin artırılması, vergi adaletsizliğine son verilmesi, patronun sosyal güvenlik primini gasp etmesi, “Sendikalaşma ve toplu pazarlık ve grev hakkının önünde tüm engellerin kaldırılması” gibi taleplerle iş yerlerinde grev yapmaktalar, yürüyüş ve protestolarla eylemlerini ortaya koymaktalar. Esasta kendiliğinden bir muhteva taşıyan bu gibi eylemlerin, işçi sınıfının politik mücadelesini besleyen, alan açan niteliğiyle son derece önemlidir. Temel mesele, bu eylemlerin işçi sınıfının politik mücadelesiyle birleştirilmesidir. İşçi sınıfının en büyük gücü, üretimden gelen gücüdür. Üretimden gelen gücün, ister ekonomik-demokratik taleplerde olsun, isterse direk politik taleplerde olsun devreye konulmadığı her eylem biçimi güdük kalır, sonuç alıcı olmaz. Mevcut sendikal bürokrasi, özellikle işçi sınıfının bu gücünü harekete geçirmekten özenle kaçınmaktadır ve sınıfın oynaması gereken rolü tasfiye etmektedir. Oysa süreç kapsamlı çatışmalara gebedir, işçi sınıfını, tüm toplumsal talepleri kapsayacak biçimde üretimden gelen gücünü eyleme dökme zamanındadır. İnsan onuruna yaraşır bir yaşam sömürü düzeninin envanterinde yoktur. İşçi sınıfı ve ezilenler, insan onuruna yaraşır yaşamı, sistemden kopan mücadelesiyle sistemin alternatifi bir dünya da yaratabilir.
Üstte belirttiğimiz protesto hareketleri yaşamlarını devam ettirmek için gündeme gelen ekonomik taleplerdir. İşçi eylemlerinin taleplerine benzeyen değişik sosyal güçlerin protestoları da yayılmıştır. Emeklilerin basın açıklamaları, protestoları, öğrencilerin üniversite kampuslarında çığlıkları ve son dönemde gündeme gelen çiftçilerin eylemleri gibi toplumsal dinamikler korku duvarını yıkarak sınıf mücadelesinin belirli alanlarında yerini almaktalar. Taleplerin ekonomik olması süreçteki politik muhtevayı ötelemez aksine güçlendirir. Tüm mesele bunlar arasındaki diyalektik bağı yakalayıp, politik mücadeleyi güçlendirme meselesidir.
Sistemin saldırılarına karşı alttan gelişen dalga, güçlü bir kitle hareketini mayalıyor!
AKP-MHP iktidar kliği, kapsamlı saldırılar gerçekleştirmektedir, önümüzdeki süreçte bu saldırıların kapsamı genişleyecektir. Ekonomik-demokratik hak gaspları, siyasal, kültürel hegemonya tesisine paralel olarak işletilmektedir. Esnek üretim modelini tüm üretim hücrelerinde icra etmek olan “Yeni İş Kanunu” planı, çiftçileri üretemez konuma getiren “Tarım üretim düzenlemeleri”, sisteme dinci nesil yetiştirmek isteyen “Milli Eğitim Mevzuatı”, bilimsel akademik kurumları ve akademisyenleri tasfiye eden “yükümlülükler”, ekonomik ve siyasal alanda iktidarın “yönetim” politikası olmuş, kayyım siyaseti içte ve dışta sürdürülen savaş politikaları iktidarın kapsamlı saldırı stratejisinin birer ayaklarıdır. Tekçi güruh, pervasızlıkta sınır tanımamaktadır. Sistemin çarklarına en ufak itiraz saldırılarla, tutuklamalarla, kayyımla karşılık bulmaktadır. Suskun toplum tüm ekonomik değerlerin sermayenin denetiminde olacak bir süreç örgütlenmektedir. Örneğin, kayyım siyaseti ile devrimci-aydın-yurtsever güçlerin sadece siyasal iradesi gasp edilmemekte, aynı zamanda ekonomik yaşam olanakları da gasp edilmektedir. Uydurma gerekçeler öne sürülerek, insanların mali birikimlerine ve ekonomik olanaklarına çökmek, sistemin ekonomik çarklarında olmayan, halkın temel ihtiyaçlarını esas alarak faaliyet sürdüren üretim-tüketim birimlerini el koyma yoluyla tasfiye etmek, bu iktidarın siyasal olarak kanlı, ekonomik olarak rantçı, gaspçı niteliğinin sonuçlarıdır. Belirli örneklerle verdiğimiz bu başlıklar sürecin sınıfsal muhtevasını ve bu muhteva içinde derinleşecek sınıf çelişkilerini tarif etmektedir.
Devrim ve karşı devrimin öznel konumlanışı dışında, yaşanan toplumsal ekonomik-demokratik-kültürel çöküntü, toplumsal hoşnutsuzlukları biriktirmiş, toplumsal tepkilerin önün açmıştır. Burjuva muhalefet ve sistem içi anlayışlar bu toplumsal tepkilerden beslenmeye çalışsa da sistem içinde erimeyi durduramamaktadır. Yani iktidarın şiddet, baskı kuşatması ile burjuva “muhalefetin” ve anlayışların toplumsal muhalefeti sistem içine çekme denklemi, burjuva dünyanın siyasetini ortaya koymaktadır. İşçi sınıfı, çiftçiler ve toplumun birçok kesiminde var olan tepkiler bir bakıma da devrimci çözüm arayışına ve devrimci-sosyalist güçlerin konumlanışı zorlamaktadır. Somut bir talep üzerinden örgütlenen her eylem, her siyasal kampanya, güç dengeleri ne olursa olsun bu süreçte değerlidir.
Birincisi; işçi sınıfının, farklı toplumsal tabakaların geliştirdiği eylemler, kendi mecrasında devam etmekte, bunların arasında koordineli birbirini besleyen dayanışma ağı zayıf kalmaktadır. Emeklilerin protestoları, işçilerin grevleri, çiftçilerin eylemleri, öğrenci hareketi bir ana eksende koordineli yürütülmesi bilinci zayıftır ve bu durum sermaye sınıfına karşı güçlü bir karşı koyuşa dönüşmemekte, sermaye sınıfına, farklı ezilen tabakaların eylemlerini daha rahat bastırma imkanını vermektedir. Eğer gelişen hareketler birbirini destekleme temelinde bir dayanışması olsaydı, eylemler daha sonuç alıcı olur sınıf mücadelesi ayrı bir evreye geçerdi. Bu durumu sendikalardan beklemek veya kendiliğinden gelişen hareketlerden beklemek sınıf mücadelesinde onlara asla yapamayacakları bir misyon biçmek olur. Bu görev sosyalistlerin görevidir.
İkincisi; sosyalistler bu hareketler içinde olmalı, politik bilinç götürmeli, hareketi doğru yönelimde akmasına önderlik yapmalılar. Her ezilen toplumsal kesimin talepleri somuttur. Bu somut talepleri siyasal bir kampanya biçiminde örgütlemek, öznel bir güç sorunu olmanın ötesinde, siyasal bir perspektif meselesidir. Gericilik tüm yaşam damarlarımıza, yaşam hakkımıza saldırıyor. Buna karşı siyasal bir perspektifle harekete geçirilmediği sürece öznel güç biriktirmek, toplumsal sınıf ve halk katmanlarıyla bağ kurmak olanaksızdır. Sürecin niteliği açıktır ve güçlü bir kitle hareketi mayalanıyor. Bunun mayasının devrimci-sosyalist güçler tarafından verilmesi, siyasal çalışmalarda öne çıkmayı gerektirmektedir.