“Bu dünya bir güç istencidir ve başka hiçbir şey değildir!
Ve siz kendiniz de bu güç istencisiniz
ve başka hiçbir şey değil!”
F. Nietzsche
Son günlerde ülke gündeminde ve toplum vicdanında, katledilen emekli eğitim emekçisi (öğretmen) İbrahim OKTUGAN yer almakta. İstanbul’un Eyüpsultan ilçesinde lise öğrencisi 17 yaşındaki Y.K. tarafından ateşli silahla öldürüldü. Başta öğretmenler ve eğitim sendikaları olmak üzere bütün toplum yaşanan bu olaya tepki gösterdi. Sendikaların birçoğu meslektaşı için bir günlük iş bırakma eylemi, sokaklarda kitlesel yürüyüşler ve basın açıklamaları gerçekleştirdi.
Yıllarca devlet okulunda çalışan ve emekli olduktan sonra (74 yaşında) ekonomik koşulların zorluğundan dolayı bir özel okulda idareci olarak çalışmaya devam eden İbrahim öğretmen için; çalıştığı özel okulun sermayedarları ve merkezi yöneticileri, Milli Eğitim Bakanı Y. Tekin’in sessiz kalması ise toplumun tepki vermesinin nedenlerinden biri oldu. Tepki gösterilen diğer bir durum ise, açıklama ve haber paylaşımlarında göçmen düşmanlığının yeniden üretilmesi oldu. Sistem ise üzerine düşeni yaptı; suçlu neredeyse teke indirildi, mahkemece tutuklandı, olayın üstü hızlıca örtülmeye çalışıldı.
Sistem bunu yaparken sorulan birçok soru da var: 17 yaşındaki bir çocuk silaha nasıl ulaştı? Bireysel silahlanmanın boyutu ve cezası nedir? Son yıllarda artan suç oranının sebebi nedir? Suç işleme yaş ortalamasının düşmesi neden kaynaklanmaktadır? Öğretmenlik mesleğinin bu kadar itibarsızlaşmasının sebebi nedir? Şiddetin önlenmesi için ne yapılmalı? Tabii ki bu soruların cevabı mesleğimiz, ideolojimiz ve psikolojik durumumuza göre farklı yanıtlanabilir, tıpkı düşünürlerin ve iktidarların asırlardır farklı yanıtladıkları gibi.
Öncelikle şiddet ve suç üzerine bir değerlendirme yapıp sonrasında ise sayısal verilerle bu değerlendirmenin boyutunu açıklayalım.
Platon suçu, ruhun bir tür hastalığı olarak saymış ve bunu istek, arzu kıskançlık, hiddet gibi ihtiraslar olarak değerlendirmiştir. W. A. Bonger ve M. Chambliss gibi kriminologlar suç davranışlarının önemli ölçüde, ekonomik ilişkilerin sömürgeci doğası ile ilintili olarak sınıf çatışması çerçevesinde ele almış ve yoksulluğun şiddeti arttırdığını belirtmişlerdir. Sosyolog E. Durkheim suçu yapısal- işlevsel bir çerçevede değerlendirir, ona göre suç ve sapkınlık toplumsal bir olgudur. F. Nietzsche’nin suça yaklaşımına ise yazının başında değindim.
Suçu bireysel bir olgu ve durum olmaktan çıkartan bu görüşler ışığında yaklaşırsak insan nüfusunun belli bir bölgede çoğalması, (göç) yoksulluğun artması suç işleme ve şiddet oranlarında da artışa sebep olmaktadır. İnsanlık dünden bugüne kaynakların yaşadığı coğrafyada tükenmesi ile birlikte başka yerlere göç edip yağmalamış ve dolayısıyla büyük savaşlar yaşayıp, zaferler ve yenilgileri tatmıştır. İster zafer olsun ister yenilgi sonuçta toprak kanla sulanmıştır. Ve iktidarlar halkın ölmesine göz yummuş buna karşın fakirliği paylaştırıp mülkü kendine ayırmıştır.
İnsan toplumlarının bu bütünsel yaklaşımları geçmişten günümüze bütün tarih kitaplarında yerini almış ve yeni nesillere yoğun okumalar ve derslerle aktarılmıştır. Dünden bu güne savaşlar-zaferler ve kültürle gelen insan hiçbir dönem yıkıcılığı, savaşları ve şiddeti günümüze taşımayalım tarihte bırakalım dememiştir. Aksine sonraki nesillere küçük yaşlardan itibaren kan dökmenin övüncü anlatılmıştır. Tabi ki insanı tutarlı bir varlık olarak değerlendiremeyiz. Zil her çaldığında salyaları akmaz ya da kendini tekrar eden bir süreçte her seferinde aynı tepkiyi vermez. Kimi zaman yakıp yıkar, kimi zamansa yardım eden bir paylaşımcı olur. Aynı olaylar karşısında çeşitli davranışlar sergilemenin tutarsızlığının da birden çok etkisi vardır. Genel ahlaki kurallarda insanlarla tek tek görüşüldüğünde ortak bir değer yargısına varılabilir. Örneğin öldürmek, istismar, hırsızlık gibi davranışlarda bireyler bunların çok kötü davranışlar olduğu görüşünde ortaklaşırken, bir savaş durumunda aynı insanlar büyük bir coşkuyla öldürüp, tecavüz edip, hırsızlık yapabiliyor. Suç bireyselden toplumsala ve devlet politikasına döndüğünde bu makul görülüyor. Bu durumda insanın gerçek değerinin ne olduğu sorusuna felsefe, sosyoloji, psikoloji ortak yanıt üretiyor. İkisi de insanın gerçekliği. İktidar istediği toplumu yaratırken toplum da iktidarın istediği bireyi yaratıyor, birey de iktidarı belirliyor iktidar bütün gücünü seferber ederek (parlamento, eğitim, hukuk, kolluk kuvvetleri) ister zorbayı isterse yardım severi yaratabiliyor. Oysa insan E. From’un dediği gibi sevginin ve şiddetin kaynağıdır. İnsan düşünebilen, tarihi olan, her şeye şekil veren tek canlıdır.
Peki suçu işleyenler neden rahatsızlık hissetmiyorlar? İnsan öldürmenin vicdan azabını neden taşımıyorlar? Aslında şiddet failleri bu yaptıklarının suç olduğunu gayet iyi biliyor. Çocuğu istismar eden tarikat yurtlarındakiler de, sokak ortasında kadın öldüren erkek de, Özgecan’ın, Rabia’nın, Gülistan’ın failleri de, Saadet öğretmene mobbing uygulayan idareci de, iş güvenliği almayan müteahhit de, usulsüz ceza veren hakim de, suçluya ceza vermeyen hakim de, Ethem’i öldüren polis de, KHK‘lar ile emekçileri ölüme terk edenler de, İbrahim öğretmeni öldüren öğrenci de. Hepsi de yaptıklarının suç olduğunu biliyor. Ancak hukuksal olarak cezasızlıkla sonuçlanacağını ve bir süre sonra sıradanlaşan toplumsal duyarsızlıkla sonuçlanan olaylar haline geleceğinin de farkındalar. Örneğin dünyada silaha harcanan para insanlara harcansa eşitsizlik azalacak daha anlaşılır bir tabirle açlık ortadan kalkacak. Peki bu basit düşünce iktidarların aklına gelmiyor mu? Tıpkı suçu işleyenin suçlu olduğunu bildiği gibi adı demokrasi olsa da aslında totaliter rejimlerle yönetenler de bunu biliyor. Nietzsche’nin dediği gibi, güç isteği ve bu güç isteği anında şiddete dönüşebiliyor. Hukuken suç bireyseldir ya da organize bir iş de olsa sadece o toplama aittir ancak sosyolojik olarak baktığımızda toplum ve iktidarlar ve günümüzde medya suçu işleyenden daha az suçlu görülemez.
Silahlanma ve Şiddetin Şiddeti doğurma Hali
Bu bölümde sayılarla durunu açıklamakta fayda var. Çünkü matematik her zaman gerçeği somut kılar. (Güncel veriler ne yazık ki henüz paylaşılmadı.) 2021 yılında ulusal basına 3801 silahlı şiddet olayı yansıdı. 2145 kişi öldü, bir kısmı ağır yaralı olarak kurtuldu. Olayların 3172’sinde ateşli silah, 629’nda ise kesici alet kullanılmış. Kullanılan silahların %90’nı ruhsatsız. 2018 yılından bu yana silah bulundurma ruhsatı %100’ün üzerinde artış göstermiş. Jandarma Genel Komutanlığı’nın açıklamasına göre 2918 yılında sayı 7630 iken 2021 yılında 16.569’a yükselmiş.
Adalet Bakanlığı’nın açıklamasına göre silah bulundurma yaşı 12’ye kadar düşmüş durumda. 2022’de görülen “Ateşli Silah ve Bıçaklar ile Diğer Diğer Aletler Hakkında Kanun kapsamındaki davalarda 3352 çocuk yargılanmış ve bu çocukların 455’i 12- 14 yaş aralığında, 2897’si ise 15-17 yaş aralığında. Google’da” silah nasıl alınır?” aramasında artış olduğu da açıklanan bilgiler arasında. TÜİK’in resmi başvurularda silah talebinin azaldığı yönünde açıklaması olsa da silahla ilgili suçlarda bir artış yaşanmakta. Yine 2022’de Emniyet Genel Müdürlüğü’nün yaptığı açıklamada, Türkiye’de 25.000.000 (25 Milyon) ruhsatsız silah, 2.500.000 (2,5 Milyon) ruhsatlı silah olduğu yönünde. Son 5 yılda ruhsatlı silahlarda azalma, ruhsatsız silahlarda ise ciddi bir artış yaşanmaktadır. CHP milletvekillerinin “ silahlanmanın boyutun araştırılması” için verdiği önerge ise AKP milletvekillerinin oyları ile reddedildi 2017’de.
Bireysel silahlanmanın bu kadar artmasının sebeplerinden birisi önceki yazımda bahsettiğim 1848 devriminde Fransız Hükümeti’nin işçi hareketlerini bastırmak amacı ile kurduğu Ulusal Muhafızlar ve Gezici Muhafızlar mantığından farklı olmayan ve özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden sonra içişleri bakanlığının da 2017’de açıkladığı üzere 106.740 silah kayıp olduğu açıklandı. Bu kayıp silahları tıpkı tarih sahnesinde birçok kez karşımıza çıkan paramiliter örgütlere verildiği iddiaları da sağlamlaşmış oluyor. Osmanlı Ocakları, Devlet Fedaileri, Milli Beka Hareketi, Ak Gençlik Ocakları ve Halk Özel Harekat paylaşımlarında AKP-MHP bloğunu savunan örgütlerdir ve iktidar halka ve muhalefete karşı bunları sopa olarak elde tutulmakta ve iktidarın bazı sözcüleri de bunu medyadan çekinmeden dile getirmektedir. Bir diğer sebep ise AKP yöneticilerini her fırsatta dış politika ve sınır güvenliği söylemlerini dilinden düşürmeyerek savaş tehdidine iç politikaya yansıtması ve öylece silahlanmanın önemine vurgu yaparak toplumda korku ve panik halini kışkırtarak silahlanmayı desteklemesidir.
Yine CHP 2019’da hazırladığı bir raporda Türkiye’de en az %85’i ruhsatsız olmak üzere bireysel silahlanma sonucunda 4500 kişinin yaşamını yitirdiğini belirtmiş, ateşli silahla işlenen suçların 2/3’sinin ruhsatsız silahlarla işlendiğini belirtmiştir. Bu da tüm dünya ülkelerinde 20. sırada yer aldığımızı göstermektedir.
İktidar eliyle doğrudan ve dolaylı olarak desteklenen silahlanma ve şiddetin artışı medya üzerinde denetleyici görevini üstlenen muhalif yayınlara sopa sallamaktan, alkollü içecekleri buzlamaktan başka uygulama yapmayan RTÜK ise kadına ve çocuğa yönelik şiddet görüntülerine, akran zorbalığına, mafya, silah ve madde kullanımını özendiren yayınlara müdahale etmemektedir. Bu durum da suçu, zorbalığı ve lümpen bir yığını arttırmaktadır. Sosyal medyada üretilen içeriklerin ise neredeyse yarısı silahlıdır ve yine bu içerler milliyetçiliği ve tüm gericilik simgelerini paylaşmaktan geri durmamaktadır Bireysel silahlanma sevdasında toplumsal bir taban oluştuğu aşikardır.
SUÇ | CEZA |
Ruhsatsız silah taşıma | 1 yıldan 3 yıla kadar hapis = 6.600 TL |
Tekel bayiinin saat 22.00’den sonra alkol satması | 350.000 TL’den 1.679.000 TL’ye varan para cezası |
Kurusıkı tabanca bulundurma ve kullanma | 8.322 TL |
Cinayet Silahı | 6.600 TL |
Artık internetten bile silah almanın kolay olduğu bir dönemde, İbrahim Öğretmeni öldüren öğrenci beyanında Gaziosmanpaşa’dan 10.000 TL’YE SİLAH KİRALADIĞINI belirtti. Bu beyan da gösteriyor ki bireysel ruhsatsız silahlanma köşe başlarına kadar inmiş ve kiralanabilir duruma gelmiştir. Diğer yandan suçlular cezasızlıkla ödüllendirilmekte, alkol satışını kısıtlayarak ve oldukça caydırıcı cezalar uygulanarak popülist “milli” söylemler güncelliğini korumakta ve bu sayede bütün kötülüklerin sorumluluğu tekel bayilere yıkılarak, torbada silah satıp, kiralayanlar görmezden gelinmektedir. Göz görmeyince işlenen suçlara razı gelinmektedir.
Öğretmen İbrahim OKTUGAN’ın katledilmesine sebep olan sadece öğrenci Y.K. değil, işlenen cinayet ve diğer adli suçlara caydırıcı ceza vermeyen hukuk sistemi, ruhsatlı bireysel silahlanmayı destekleyen sistem, iktidar ve güç uğruna milis güçlerini yaratan Saray Rejimi, naylon poşette silah satılmasına göz yuman bakanlıklar ve kolluk kuvvetleri, savaşları öven ders kitapları, sağlık emekçilerine şiddeti normalleştiren Sağlık Bakanlığı, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilen ve kutsal aileyi yeniden yaratan, nefret dilini sürekli kullanan iktidardır. Topluma uzun dayatılan “arınma günü” artık son bulmalı. Asırlardır biriktirdiğimiz savaş zaferlerinin aşırılığının çürümesine son verilmeli.