Yenilgi ve geriye çekilme yıllarının ortaya çıkardığı iki tane ironik gerçeklik vardır. Birincisi her şeyin anlamı değişmeye başladığı için moral değerlerinin ve duyguların nesneleriyle olan ilişkileri değişmeye başlar. Artık kendi ocağı içindeki ölen emekçi insana kayıtsız kalan postmodern yapı söküme uğramış olan küçük burjuva birey televizyondan tanıdığı ünlü bir insana günlerce ağlamayı insanlaşma etkinliği olarak görmektedir. Durum öyle bir noktadadır ki yıllarca dağda gezmiş ya da cezaevinde yatmış olan düzinelerce eski devrimci tipoloji bile bu iki yüzlü duygusal ana akıma kendisini kaptırmaktan alıkoyamamaktadır. Kişi burada duygulanımlanmayı şöhretli ya da zengin olmanın şartına zimmetlemektedir. Yanı başında ölen yoldaşının popülitesi yüksek olmadığı için cenazesinde kendisi için kullanışlı bir reklam aracı değildir artık. Durmadan yükselen gösteri ve tüketim toplumunun bir nesnesine çevrilebilen her şey çok seviliyormuş gibi yapılır. Tabii bu durum bir maymunun muz seviciliğini taklit etmekten daha beter bir durumdur. Her şeyden beteri de toplumsal tarihin bu aşamasında küçük burjuva solcu o kadar zavallıdır ki ölü formuna geçmiş her türlü canlıdan kendisi için bir reklam çıkarmayı ihmal etmez.
Devrimci şehit bir arkadaşını bile anarken aslında yitip giden insanı değil kendisini anlatmaktadır o an. Bunun iki tane sebebi vardır; ya kendisi gerçek hayatta hiç üretemediği için ölü merasimine tabi tuttuğu yoldaşını fırsata çevirip yapay değer kazanmak istiyordur, ya da eldekileri her şeyin büyücüler tarafından sihirli bir şekilde değer kazandığı postmodern bir dijital pazarda büyütmek istiyordur. Tamda burada Gorki’nin “Küçük burjuvazi gerçekte ağlamayı bilmez. Onun göz yaşlarına inanmamak lazım.” sözünü hatırlamakta fayda vardır.
Yenilgi ve geri çekilme yıllarının ikinci ironik özelliğine bir dönemin zorluğunu sırtında taşımış birçok ismi bilinmeyen devrimci kahramanların bir leblebi tanesi gibi dağıldığı dünyanın muhtelif sürgün yollarında yataklarında yalnız ölmesidir. Konuya gelirsek eğer; geçtiğimiz 8 Mayıs da on yılların halk demokrasisi ve devrim mücadelesi emektarı Perihan Boztaş (Makbule) yoldaş için Almanya’nın Krefeld kentinde, Avrupa Demokratik Haklar Konfederasyonu’nun kadın ve gençlik yapılanmasının iş birliğiyle düzenlediği cenaze töreni tamda bu burjuva ortama yönelik karşı bir tarih çalışması olmuştur. Popüler kültürden uzak yaşayan bir emektar kadın devrimcinin ölümü sonrası, komünistlerin önderliğinde açığa çıkan tarihsel doğrultusu ayakları üzerine doğrulmuş toplumsal vefa ve adalet duygusu son yıllarda adeta avuçlardan yitmekte olan kadim bir proleter kültürün yeniden canlanmasına vesile olmuştur. Avrupa’daki sosyalist demokrasi mücadelesi örgütleri son dönemlerde bazı eyaletler özgülünde ortaya çıkan devrimci kültürel praksis nezdinde geleneğimizin devrimci tabanının hiçbir koşulda yalnız bırakılmayacağının mesajını verirken her şeyden önce henüz isimlendirilmemiş, gölgede kalmış ve değer biçilmemiş kadın emeğinin gün ışığına çıkarılmasında anlamlı bir başarıya imza atılmıştır. Böylece, gösterişsiz bir devrim hamalı olan Perihan Boztaş yoldaş özgülünde örgütsel değerleri pragmatist küçük burjuva bir mekanizmanın yarattığı iş bölümü üzerinden hak etmeyenlerin tükettiği bir gerici gidişata felsefi, ideolojik ve kültürel bir darbe vurulmuştur…
Bizim politik geleneğimiz ismi bilinmeyen sayısız kadın hamallarla doludur. Kaypakkaya hareketi bir hamal hareket ordusudur dediğimiz zaman buradan kadın hamalları esas olarak anlamamız gerekiyor. Saflardaki birçok erkek devrimcinin resmi kabul gören emeğine adaleti uygularsanız eğer içine yine evdeki, ailedeki ve iş yerindeki kadının emeğinin kaçtığını tespit edebilirsiniz. Bu anlamda kadın emeğine yönelik devrimci rezervlerin gün ışığına çıkarılarak manevi değer biçilmesi komünist örgütsel kültüre katkı sağlamıştır. Bu durum zaten devrimci kitleler tarafından da gözlemlenmektedir. Son yılların en kitlesel cenaze törenlerinde birinde Afrikalı siyahi, Türkiyeli türbanlı ve Alman kadınların konfederasyonun bayrağı arkasında saygı yürüyüşüne katılması ayriyeten anlamlı olmuştur.
Tabii ki devrimci değerlerin kitleler tarafından sahiplenilmesi anlamında niteliğin ön planda olması durumu bu cenaze töreninde devrimci kamuoyu nezdinde yankı da buldu. Zaten komünistlerin kitle çalışmasını küçük burjuva devrimcilerin kitle çalışma tarzından ayıran bir tane önemli temel ilke vardır. Bu ise insan toplumlarının çoğunluğunun çıkarlarını temsil eden proletaryanın şaşmaz devrimci çizgisine yaslanmaktan başka bir şey değildir. Biz bu durumdan, devrimci proleter kitle çizgisinin küçük burjuva pragmatizminin aksine, toplumsal yabancılaşmanın biricik panzehiri olduğu gerçeğinde çıkarabiliriz. Damlaya damlaya biriken nicelik belirli bir aşamada her şeyin doğasına sirayet etmiş olan kendi özel niteliğini üretir. Halkı kazanmayan, biriktirmeyen ve korumayan pragmatik bir politik çizginin, gerçeğin temel ölçütünün anlık pratik faydalılıklar olduğunu savunan burjuva bir örgüt doğurması içten bile değildir.
Bu vesileyle bir kez daha başta politik geleneğimiz olmak üzere devrimci saflardaki kültürel değişimin üzerine kafa yormak gerekiyor. Örgütsel kültür yabancılaşmadan soyutlanarak devrimci halkçı ayakları üzerine doğrultulmadığı sürece bilgi teorisinde ve eylemde bir ilerleme sağlanamayacağını biliyoruz. Çünkü en etkili negatif ideolojileri püskürtecek proleter fikirler ve burjuva karargâhları bozguna uğratacak kitlesel eylemler sağlıklı bir devrimci kültürün hakim olduğu örgütsel ortamlardan beslenmektedir. Eğer bir örgütsel topluluk kültürel anlamda kendi sınıf egemenliği için bağımsız değilse, siyasi ve ideolojik olarak da bağımsız olması düşünülemez. Kendi geleneksel devrimci kültürünün tarihsel kodlarından kopmuş ve içindeki insan ilişkileri bozulmuş siyasi gruplar, dışardaki eşitsiz toplumsal ilişkilerin yarattığı bir yanlış bilincin etkisi altında olduğu için devrimci fikirlere ve eylemlere kapalı olurlar.
Küçük burjuvazinin toplumsal ve örgütsel ortamda söz, yetki, karar ve her türlü ideolojik ağırlığının uzun yıllardır devam ettiğinin farkındayız. Bu durum devrimci hareketin yenilgi ve geri çekilme yıllarının uzamasıyla doğrudan orantılıdır. Proleter kültür ve ideolojinin elde kalan taşıyıcı örgütsel gücünün kayıp vererek geriye çekildiği yılların ortaya çıkardığı sonuçlar tarih boyunca her toplumda benzer özellikler göstermektedir. Proleter öncülerinin devrimci ateşi henüz yeterince harlanmamış toplumsal dinamiklerin gerisinde kuluçkaya yatma durumunun yarattığı boşluğu küçük burjuva fırsatçılığının dolduracağı aşikârdır. Küçük burjuva zihniyeti örgütsel bir form aldıktan sonra tıpkı bir ekin tarlasına musallat olmuş haşereler gibi devrimci ortamı talan ve kırıma uğratmaya başlarlar. Bu durum en başta kendisini kültürel alanda ele verir. Çünkü örgütsel toplulukların komünist kültürünü erozyona uğratmadan küçük burjuvazinin oraya yerleşerek kendi bencil sınıf ihtiyaçlarını güvenceye alan bir örgütsel model yaratması mümkün değildir. Küçük burjuvazi devrimci örgütte iktidarı ele geçirebilmek için önce içinde yuvalandığı kolektifin devrimci ortamını bir miktar burjuvalaştırmaya ihtiyaç duyar. Böylece kolektif olarak kan, ter ve göz yaşları içerisinde oluşturulan devrimci kültürel değerler basit meta üretiminden türemiş fikirlerle başkalaşıma uğratılmaya girişir. Eke gerçekte devrimci proleter bir forma bürünmüş bir devrimci özne, ilk olarak bu değişimi o hareketin kendisiyle olan kitle ilişkilerinin niteliğindeki burjuva değişimle far keder. Bu durum daha çok bu kesimlerin halkın sorunlarına ve yoldaşlığa karşı takındığı pratik tutumun felsefesinde belirir ve devrimci tabanın gayri resmi gündemine güvensizlik ve küskünlüğün bir konusu olarak düşer.
Nasıl ki toplumda parayı bastıranın en iyi avukatı tutma ve yargı hakimini baştan çıkarma imkanı varsa, ya da depremde eski baraka evini kaybederek sağda solda sığıntı bir hayvan gibi yaşayan insanlara varken, her şeyi olduğu halde hükümete yakın durduğu için malına ihtiyaç fazlası mal katan bir işgüzarlık mümkünse, neden geçmişi devrimci olan ama başkalaşıma uğramış bir devrimci örgütte buna benzer toplumsal ilişkiler filizlenmesin? Avrupa’daki geleneğimizin taraftarlarının yıllarca öncelikli yaşamsal sorunlarına ilgisiz kalan, onlara en zor anlarında sırtını dönerek yalnız bırakan, zaman zaman kısmen müdahale edilmek zorunda kalınmış olunsa bile küçük burjuva özürlü bilinç nedeniyle sorunları çözmek bir tarafa dahada tahripkâr olunarak içinden çıkılmaz bir hale getiren ve sonra kitleleri terk edenleri bu sınıfsal nitelikleriyle anlayabiliriz ancak kitlenin yüzde doksanının aynı konularda şikayetçi olduğu ve herkesin neredeyse aynı konuda birbirinin şahidi olduğu bir toplumsal enkaz gözle görülmez, kulakla duyulmaz ve kalp ile hissedilemez; o ancak devrimci bir felsefeyle görülür.
Avrupa’daki neredeyse bütün örgütsel geçmişi ticaret sınıflarıyla girdiği pragmatik ilişkilerin ve onlardan nemalanma karşılığı onları korumanın tarihsel toplamı olan sözde devrimci tipolojilerin sınıfsal direnişini ve sosyalist mücadele örgütleri üzerindeki racon kesen külhan beyi tarzı iradesini kırmamız gerekiyor. Kayıt dışı rant çevrelerinin ve kırtasiye, kahvehane, kebapçı ve ocak başı erbabının entrika, hile ve fırsatçılıkla dolu dünyasının sorunlarına ilgisini esirgemeyen ama tarihsel büyük bir dev olan emekçi halkın sorunlarına esasta kayıtsız kalan bir çizginin yeniden dirilmesine siyaseten fırsat vermemeliyiz. Farklı fikirlere sahip olmakla birlikte çizgisi devrimci olmayanın sosyalist demokrasi mücadele örgütlerinde karar alıcı olamadığı bir örgütsel ortamın inşası için çalışmak gerekiyor.
Bir işçi uygarlığı yarı proleter, yarı küçük burjuva olamaz. Toplumun çoğunluğu henüz proleterleşmediği için proletarya devrim ve iktidar sorununu çözmek için proleter olmayan halk sınıflarını burada ittifak ilişkisi içerisinde ele almaktadır. Sosyalist bir devletin bazı kademelerde yetkililerinin küçük burjuva kökenli olması o işçi devletinin devlet olmayan bir devlet olma yönündeki sönümlenici bir ekonomi politika uygulamasının önünde esasta engel teşkil etmez. Çünkü yeni toplumsal uygarlığa bu sınıf kökenlilerin aktif olarak katılmış olmasına rağmen ideolojik önderlik proletaryadadır hala. Yani proletarya iktidarı geçici olarak diğer devrimci sınıflarla paylaşır ama ideolojiyi paylaşmaz. Avrupa cephesinde dağılan devrimci kitleleri toparlanmanın ve her şeyden önce kitleler içerisinde kalıcı örgütler inşa etmenin metodolojisi devrimci kitle çizgisi üretip uygulamaktan geçmektedir.
Avrupa’da uzun yıllara yayılan ve köklerine dokunmanın bir tabu olarak görüldüğü geleneksel burjuva çizginin yıkıcı eleştirisi yapılmadan ve bu öğrenilmiş pratiğin lanetli yönünden kopmadan yeni bir devrimci çizginin inşası eşyanın tabiatı gereği mümkün değildir. Her türlü eleştirel karşı değerlendirmeye evet ama bu yönlü Maoist aydınlanmacı yeni fikirlere apolitik yöntemlerle tepki gösteren anlayışların zehirlenmiş bir örgütsel kültürden beslenen küçük burjuvalar olduğunu görmemizin önünde fazla bir engel yoktur. Maoist kültürel dönüştürme hedefi kişiselleştirmez. Onun hedefi tarihseldir ve gerçekleşmiş, gerçekleşen ve muhtelif olarak gerçekleşmekte olan bütün proleter dışı sınıf eğilimlerini hedef alır. Örgütsel mekanizmalardaki ideolojik ortamı gererek bir örgütsel varlığın yavaş ölümünü engeller. Çünkü ideolojik ortam gerilince bütün tarihsel hortlaklar saklandığı yerden huzursuz olarak ortaya çıkarlar. İşte bu süreç, mülk dünyasından komünist harekete sirayet etmiş olan bütün kötü ruhların proletarya tarafından ideolojik bir cenge zorlandığı bir dönem olarak tarihin kayıtlarına düşer.