“Zorbayı değiştirmekten başka bir şey yapmadınız,
İntikam, barikatları kurun.”
İkinci Enternasyonal’de işçi örgütleri ve sendikaların önerisi ile 1 Mayıs’ın İşçilerin Birlik ve Dayanışma Günü ilan etmesinin üstünden 135 yıl geçti. Bu süre zarfında yeryüzü savaşlara, yıkılan saraylara, sokakta yuvarlanan taht ve taçlar, burjuvanın iktidarına, makinalaşmaya, sömürüye ve sınıfın örgütlenmesine, mücadelesine ve tabi ki halkların direnişlerine sıkça tanıklık etti. Bu yazıda 1889 öncesinde işçi sınıfının tarih sahnesinde, tanrılardan ateşi çaldığı zamana gideceğiz.
Fransız Devrimi
Burjuvazi, iktidarı elinde tutan kilise ve saraya karşı, kendisini Fransız halkının ve insanlığın bütün taleplerini gerçekleştirmeyi hedefleyen sınıf olarak ortaya attığı, Fransız bayrağı ile simgeleşen üç ideali; özgürlük, kardeşlik ve eşitliği gerçekleştirmek için toplumda üretimi sağlayan kesim ile birlikte hareket ederek, kralın kafasını kesmeyi göze alan bir devrimi gerçekleştirmiştir. Devrim sadece kralı yenerek büyük bir imza atmamış aynı zamanda ortaya çıkan yeni düzenle ekonomik, siyasal ve sosyal yapı açısından dünyayı sarsmış ve değişimi başlatmıştır. Böylece monarşilerin halk üzerindeki otoritesi 14 Temmuz 1789’da tanrısal temelini yitirmiştir.
Ancak geniş halk yığınları devrimin vaat ettiklerinden etkilenmemiş, devrime destek olan işçi sınıfı, eşitlik, özgürlük ve kardeşlik kavramlarının dışında tutulmuştur. Bu kavramların paylaşımı sadece burjuva için geçerli olmuştur.
Sanayi Devrimi ve 1830
Sanayi Devrimi ile birlikte burjuva daha derinlere kök salmaya başlamış ve zenginleşmiştir. Makinalar üretimi artırırken, işçi sınıfı hakkı olanı alamamış ve sınıflar arasında uçurum derinleşmeye devam etmiştir. Bu dönemde de 18. yy’ın ortalarında başlayan makine kırma eylemleri cezalara rağmen özellikle dokuma işçileri arasında bir tepki olarak kendini göstermeye devam etmiştir. Sanayi Devrimi de tıpkı 1789 Devrimi gibi sadece iktidar ve ekonomik yapıda değil toplumsal alanda da derin etkilere sebep olmuştur.
İlk devrimde özellikle kırsalın etkisi ile birçok aksama yaşanmış ancak ikinci dönemde sanayileşmenin etkisi ve köylerde yaşanan kıtlık sebebi ile kırdan kente doğru göç başlamıştır. Bu da hem burjuvanın hem de işçi sınıfının örgütlenme karakterinde değişikliklere yol açmıştır. Burjuva işçiye karşı yeni işçileri, yeni işçilere karşı mevcut işçileri kullanabileceği ekonomik bir politika izlemeye başlamıştır.
Bu dönemde burjuvazini bir kesimi kralın yanında yer almaya başlamış ve cumhuriyetten geri dönüşün yolunu açmaya çalışmış ancak işçi sınıfı cumhuriyeti savunanlardan taraf olmuş ve çıkan 1830 çıkan kavgada cumhuriyetçiler yerini sağlamlaştırmıştır. 1789’da burjuvaya bağlı kitle gücü olarak yer alan işçi sınıfı bu kez kendi taleplerini ortaya koyabilecek toplumsal gücü sahip olmuştu. Cumhuriyetçiler tarafından yine görmezden gelinen işçiler bu sefer örgütlü gücünü kullanarak ayaklandı. Ancak bu ayaklanmalar bastırıldı. Daha sonra 1833’te işçilerin İngiltere’de kazanacağı hakların önünü açmış olsa da Paris’te işçiler kaybetti ve liberal monarşi kazandı. Ayaklanmaya devam eden işçilerin isyanı ise hapis, sürgün ve ölüm cezaları ile bastırıldı.
1848 Devrimi
Aradan geçen 18 yılda Avrupa’da burjuva hakimiyetini sürdürürken bir hayalet dolaşmaya başlamıştı çoktan. Gerçi aradan 176 yıl geçmesine rağmen hala güncelliğini koruyan o eserin hayaleti dolaşmaya başlamıştı. “Burjuvaziyi alaşağı etmek, proletaryanın düzenini kurmak, sınıf karşıtlığı üzerinde kurulu eski toplumu sona erdirmek ve sınıfsız ve özel mülkiyetsiz yeni toplumu kurmak” olarak belirlemişti. Komünist Birlik‘in ortaya koyduğu bu amaç doğrultusunda 1847’nin sonlarına doğru Marx ve Engels tarafından yazılmaya başlanmıştı Komünist Manifesto ve bu gün dahi en çok kullanılan sloganlardan birisi olan ve 21 Şubat 1848’de “Bütün ülkelerin proleterleri birleşin!” cümlesi ile bitti.
1848 şubatında tekrar yoğunlaşan rejim tartışmalarında işçi sınıfı safını yine cumhuriyetti savunmaktan ve ileri götürmek için devrim mücadelesinden yana belirlemişti. Ancak işçi sınıfı artık hem sayısal olarak hem de örgütlülük bilinci olarak daha farklı bir yerdeydi. Önceki deneyimleri ve kazandığı bazı hakları işçi sınıfını güçlendirmişti.
1848 Devrimi başlamadan hemen önce işçi birliğinin ve komünist birliğin talebi üzerine yazılan Komünist Manifesto’nun etkisi direnişe katılan bütün işçilerin üzerinde etkili olmamış olsa da işçi sınıfı arasında yaygınlaşmaya başlamış ve ütopyadan öte kazanılması gereken bir mevzi yerini almaya başlamıştır. Ancak tarih itibari ile doğrudan etki göstermesi muhtemel mümkün olmamıştır.
İşçilerin talepleri bu dönem için netleşmiştir. 15 saate varan çalışma saatlerinin düşürülmesi, Meclise girme şartlarında mülk sahibi olma şartının kaldırılması, Milletvekiline maaş verilmesi talebi gibi talepler ortaya çıkıyor ve burjuvazi işçilerin taleplerinin sadece ekonomiyle sınırlı kalmadığını artık yönetime ortak olma taleplerinin de güçlendiğini görüyor ve yeni bir strateji ortaya koyuyor. Sömürüyü daha az görünür kılan yöntemler geliştirmeye başlıyor. Atölyeler açarak işçilere iş olanağı verip baş vuru yapan ancak işe alınmayan işçilere ise düşük ücretler vererek, çalışanlara dışarıda bekleyen işçiler gösterilerek daha çok üretim yapmaları sağlanırken, dışarıdakilere de çalışmadan para aldıkları için sessiz kalmalarını sağlıyor. Bir yandan da bilimsel gelişmeleri daha fazla üretim yapmanın yaşam şartlarının iyileştireceğine dönük propagandalar üreterek sömürünün üstünü örtmeye çalışıyor.
Kıtlık ve aşırı üretim sonucu kentte biriken işsiz nüfus ile burjuva Ulusal Muhafızların Gezici Muhafızları kuruyor ve direnen işçi sınıfına karşı eylemler yapıp çalışanlar ve işsizleri karşı karşıya getirip ayrıca işçi sınıfının kazandığı haklardan dolayı kendi haklarını alamadığı düşüncesi ile yoğrulan Ulusal Muhafızları da kendi safına çekiyor.
Bunlar devam ederken romantizm akımının temsilcisi ve cumhuriyetçi Lamartine muhteşem hitabet gücünü kullanarak insanları ikna etmeye çalışmıştır, şu tarihi cümlelerle: “Paris kızıl bayraklarla doluyor. Sizin kızıl bayrağınız sadece 91-93 teröründe halkın çıkan kanları ile dolaştı ama üç renkli bayrak dünyayı dolaştı. Siz nasıl geriye dönersiniz?“ Oysa ki üç renkli bayrağın temsil ettiği; eşitlik (kırmızı) kardeşlik ve özgürlük 1789’dan bu yana sadece burjuva yer yer kilise ve kraliyet için var olmuş işçi sınıfına ise zincirlerinden başka kaybedecek bir şey bırakmamıştır, Şubatta başlayan 1848 Devrimi’nde 21 Haziran’da bir kez daha barikatlar kurulmuş, burjuva barikatların kurulmasına müdahale etmemiş, 23 Haziran’da barikatlar Paris’in bütün sokaklarında kurulmuş ve burjuvazi Paris sokaklarında işçi sınıfının kanını dökerek devrim hareketini bastırmıştır. Burjuva Şubat Devrimi’nde monarşiyi yıkan ve cumhuriyeti yeniden kuran proletaryaya karşı aristokrasiyi ile iş birliği yapmaktan çekinmemiştir. Marx’ın değerlendirmelerinde olduğu gibi burjuvanın korkusu, burjuva demokrasisini zorla getiren proletarya, bunun ötesini de zorlayarak geliştirebilir ve özel mülkiyet ortadan 3 renkli bayrağın hükmü, kızıl bayrağın hükmüne dönüşebilir korkusu olmuştur. Bu da burjuvanın ekonomik ve siyasal reformların başlatmasına neden olmuştur.