Kapitalizmin temel işleyişinin korunarak düzenlenecek bazı iyileştirmeler yoluyla toplumun refah düzeninin ve adalet yapısının düzeltilebileceği yönündeki reformist görüşlerin şahlandığı bir tarihsel dönemden geçiyoruz. Bütün sınıflar için kardeşlik ve uzlaşma öneren reformizm, 2. Enternasyonal’in mezarlığından hortlayan miladı dolmuş siyasi artıkla işçi sınıfının kafasını bulandırmaya devam etmektedir. Bu tutumun, işçi sınıfı siyasetinin burjuva diktatörlüğünün sınırlarına hapsedilerek proletaryanın olası bir tarihsel eyleminin frenlenmesine hizmet ettiği açıktır. Siyasette ve ideolojide kitlelerin geri kesimleriyle aranan bir uzlaşmanın özel mülk rejimine yönelik “karşı tarih” yapma iddiasından vaz geçmekle sonuçlandığını tarihsel deneyimlerden biliyoruz. Kendiliğindencilik, evrimcilik ve sınıf teslimiyetçiliği masum şeyler gibi durduğu yerde kalmayıp üretici güçlerin kendiliğinden gelişerek sosyalizme varacağı türünden saçma bir hayali besleyeceği açıktır. Ama proletaryanın tarihsel tecrübeleri defalarca gösterdi ki; bu hayalin peşinden koşan reformistler zamanla burjuva devletlerin birer işbirlikçisi olmaktan kendilerini kurtaramadılar.
Tekelci sermayenin temsilcileri ekonomik ve siyasi buhran dönemlerinde emekçi sınıfları aldatarak kamu düzenini sağlamak için kontrollü bir şekilde reformist hareketlerin önünü açarlar. Henüz nispeten devrimci yönünü koruyan politik örgütleri ise havuç ve sopa politikasıyla kuşatıp ücretli kölelik sisteminin lehine devşirmeye çalışırlar. Reformistler denen işçi sınıfı içerisindeki burjuva misyonerlik ve ajanlık müessesesi anlaşılmadan sermayenin aklı tam olarak anlaşılamaz. Eğer bugün ülkede reformizm cebarrut ve savaşçı faşizm için bir altarnatif teşkil ediyorsa bu konu üzerine düşünülmeye değer olduğu anlamına geliyor. Ülkemizdeki egemen sınıflar bu konuda önemli başarılar sağlamış gibi görünüyorlar. Marksist siyaset esas olarak Lenin özgülünde legal Marksizme ve ekonomizme karşı mücadele içinde gelişme olanağı bulmuştu.
Eğer proletarya demokrasisi yerine burjuva demokrasisinden övgüyle bahsetmeye çalışan Kautskynin ihanet çizgisi sert bir dil ile eleştirilmemiş olsaydı Ekim Devrimi, iki ayağı üzerine doğrulamamış olacaktı. Bu anlamda yoluna legal bir partiyle devam etmek isteyen Kaypakkayacı yeni demokratik güçler, işçi sınıfı saflarında yangın söndürücü cihazı gibi çalışan, siyasal reformizm ile mücadeleyi merkezine almalıdırlar. Özgün bir yönelim olarak yasal prosedür içerisinde konumlanarak her türlü düzen içi ideoloji ve siyasetle belli oranda mücadele etmek mümkündür aslında. Ama böyle bir zeminde her türlü burjuva ideolojik sapmalara karşı konumlanmak için iyi bir ön hazırlığın tamamlanmış olması gerekiyor. Felsefi ve ideolojik olarak ivme kazanmamış hareketlerin legal alandan bir beklentiye girmesi gereksizdir. Çünkü komünist hareket ideolojik olarak ulus aşırı düzeyde geriye çekilme yaşadığı için devrimci kitleler onun politik örgütleri gerili bir durumda değildir. Tasfiyeciliğin her türlüsünün, kavram kargaşasının, demoralizasyonun, banallaşmanın ve bireyin zamanında içinde şekillenmeye başladığı kültürel örüntünün çözülmeye başladığı koşullar her yanı kuşatmış bulunmaktadır.
Geçmişte halk savaşına önderlik eden enternasyonalist proletaryanın en etkili güçlerinden Peru Komünist Partisi’nin bildirilerine bir göz atarsak eğer, bu bahsettiğimiz kitlelerin devrimci enerjisinin sürekli gerili bir şekilde tutulması gerektiğini ne kadar önemsediklerini anlarız. Tabiki bir dönem Peru’daki emekçi kitlelerin yay gibi gerilip ivme kazanmasının nedeni; Peru’nun ekonomik ve sosyal koşullarının yarattığı tarihsel momentin yanında, real sosyalizmin yıkılışı henüz ilan edilmişken küresel çapta Maoist bir artçı dalganında bu döneme denk gelmiş olmasından ileri gelmekteydi. Ama bütün bu iç ve dış koşullara rağmen Gonzalo, düşüncesinde somutlaşan komünist öncülüğün tarihe ideolojik ve praksis müdahalesi olmasaydı böyle bir denklem ortaya çıkmayacaktı. Tabi ki tarihin her özgün koşulu kendi mücadele yöntemini yaratır ama devrimci durumun bütün bileşenleriyle henüz olgunlaşmamış olması yada daha basit bir ifadeyle devrimci durumun bir çok mücadele biçimine olanak tanımayacak kadar gerilemiş olması proletaryanın öncüsünün devrimci rezervleriyle beraber ideolojik anlamda gerili bir biçimde durmasının önünde engel değildir.
Toplumsal çoğunluk her zaman önünde bulduğu dönemin epistomolojisine boyun eğer ama işçi sınıfının öncüleri böyle davranmak zorunda değillerdir. Eğer ekonomik ve sosyal değişimler yüzünden değerler ve kavramlar erozyona uğruyorsa pragmatist bir küçük burjuva kurnazlıkla kitleselleşeceğim diye bunlara ayak uydurup sürünün içinde erimektense karşı bir tarih mücadelesiyle yenilmez maddi bir güce ulaşmak mümkündür. Marks yoldaş geçmişte boşuna; “Proletarya ya devrimcidir yada hiç birşey değildir.” dememişti. Kastetmek istediği proletaryanın kapitalizm koşullarında doğası gereği başka bir sınıfa dönüşemeyeceğiydi. Proletaryayı kendinden bir sınıf olmaktan kendisi için bağımsız bir sınıf yapan neden sadece sahip olduğu tek metası olan iş gücünü satmak zorunda kalması değildir. Bilakis bütün sınıflardan bağımsız ve benzersiz olan bayrağını ortaya çıkaran asıl etmen burjuvaziye ve onun bütün uygarlık bileşenlerine karşı mücadele etmesidir. Bu durum yalnızca proletarya sınıfının doğasında vardır. Mesala; küçük burjuvazide emeğini satmak zorunda kalsa bile kendisi için bir sınıf olma yada bağımsız olma fırsatını tarih boyunca kaçırmaya yazgılanmış talihsiz bir sınıftır.
Peki bütün bu nesnel gerçeklik anlatımlarından ne anlıyoruz? Bu ise kısaca; proleter devrimcilerin proleter olmayan sınıf politikacılarına hiçbir zaman benzeyemeyeceği gerçekliğinden başka bir şey değildir. Yasal sınırlar içerisinde hareket etmek zorunda kalan bir komünist partisi şubesi bile eğer işçilerin pahalıya satmak için uğraştığı tek metası olan emek gücünü satılacak bir meta olmaktan çıkaracak siyaset üretmiyorsa, bir süre sonra ücretli kölelik düzeninin bir üreticisine dönüşecektir. Bizler burjuvazinin yasal icazetinde işçinin emeğinin ücretten kurtarılarak özgür üreticiye dönüşebileceğini ön görmüyoruz tabiki. Ama proletaryanın başta stratejik olmak üzere diğer politik enstrümanları ile diyalektik bütünlüklü ilişki içerisinde başarılabilecek görevler vardır. Burjuva toplumunu üreten ve gölgede kalan zehirli yasalarının teşhiri bile devrime önemli bir katkıdır. Geleneğimizin sosyal dokusu esasta basit tarım üretimi koşullarında oluşmuş bir köylü bilincinden müzdarip olduğu için politikaları belirleyen kavramlara mekanik bakmaktadır.
Siyaset tıpkı yarı feodal tarım toplumlarında olduğu gibi; görevleri bağımsızlaşmış ve sınır çizgileri birbirinden uzaklaşmış çalışma hayatının basit aletlerinden oluşmamaktadır. Legal çalışmanın kendisini savunmak reformist olmak için yeterli değildir. Hatta belli tarihsel koşullarda reformlar için mücadele vermekte böyle bir tanımlanmaya yetmemektedir. Eğer legal bir işçi sınıfı partisi reformlar için mücadeleyi siyasetin amacı yapıyorsa ve devrimin stratejik araçlarını kemirmeye başlıyorsa bu noktadan sonra reformizm tehlikesi gündeme alınıp konuşulabilinir. Çünkü burada söz konusu olan bir legal parti sermayenin doğasında var olan kâr marjı nedeniyle sonradan geri alınacak olan ekonomik hakları doldur boşalt yöntemiyle yeniden geri almak için uğraşıyorsa işçi sınıfını kandıran bir partiye dönüşecektir. Fransa, Portekiz, İtalyan ve Endenozya komünist partilerinin dönüşümü bu basit ilke ile gerçekleşmişti. Neredeyse 120 yaşında olan Endenozya Komünist Partisi, onlarca yıl halk savaşı verdikten sonra bugünkü burjuva parlemantosunda devletin ve kapitalizmin üreticisine dönüşmüş bulunmaktadır.
Engels’in ölümünden kısa süre sonra Marksizmi revize eden Bernstein’in ve sonradan bu kulvara katılan Kautsky ve benzeri revizyonistlerinin tezlerini taklit etmenin büyük insanlığa bir faydası yoktur. Düzenin tamircisi olmak yerine düzenin tarihsel mezar kazıcısı olan siyasetler yürütmek her koşulda mümkündür. Tarihte kendi siyasetletini üretici güçlerin doğal gelişiminin seyrine bırakan bütün hareketler zamanla karşı devrimci olmaktan kurtulamamışlardır. Bernstein geçmişte, “Hareket herşeydir, sosyalizm ise hiçbir şey.” derken karınca adımlarının bile neredeyse gerisinden evrimci bir tarzla kapitalizme sosyal adalet getirmeyi umuyordu. Ama o öldükten bir kaç yıl sonra Almanya’ya faşizm geldi ve takipçileri şimdilerde devletin ve düzenin doğal bir parçasına dönüşmüş bulunuyorlar.
İşçinin emek gücü olarak kalmasının maddi koşullarına ideolojik olarak saldırmanın gizli yada açık mücadele biçimi yoktur. Legal alanda çalışan komünistler burjuva toplumunun tek üyesi olmayan bir sınıfın temsilcileri oldukları için parlemanto dahil geldikleri bütün iktidar organlarında enternasyonal proletaryanın bağımsız bayrağını en yükseklerde dalgalandırmaya çalışırlar. Sadece hükümetleri değil altarnatif bütün burjuva cenahın teşhirini yaparak işçi sınıfını uyandırırlar. İşçi sınıfı emek gücü yoluyla artı değer yaratarak kapitalizmi üretir. Burjuvazinin muhalif ve demokrat maskeli kanatları ise işçinin emek gücüne iktidara geldiğinde yüksek ücret ödeyeceğini vaad ederek emek sınıflarını peşinden sürüklerler. Komünistlerin görevi burada sınıfa muhalif burjuva kampı göstermek olmamalıdır. Böyle davranan politik hareketler kendilerinin ontolojik varoluş kaynaklarına saldırıyor olarak kabul edilmelidirler. Çünkü biz komünistlerin burjuva sınıfına karşı kavgası bir paylaşım ve rekabet sorunundan ziyade iki türden karşıt üretim ilişkisinin celişme ve mücadelesinden ileri gelmektedir. Bu nitelik bizim kavgamķzı diğer sınıfların kendi aralarındaki dalaştan farklı kılmaktadır….