Postmodernizm yerel olan ile evrensel olan arasındaki diyalektik bağlantıyı kopararak yerel olan tekil parçayı ön plana çıkardığı için komünizmin imkânsız bir dünya görüşü olduğu yönünde bağnaz bir inanç geliştirmiştir. Oysa Marksizm metodolojik olarak parçaları öne çıkaran yerelliği değil, parçalar arasındaki ilişkileri öne çıkaran tümelliği savunur. Marksizm’e göre gerçekliği yerellikle açıklamak mümkün değildir. Günümüzdeki küçük burjuva devrimciliği; yerellerde ortaya çıkan nesnel bütünlüğünü kaybetmiş olan bilgisel üretimlerin bir oyuncağı durumundadır. Burjuva sınıfı tarafından belirlenen güncelliğin peşinden koşmak onları hızla birer siyaset maymununa çevirmektedir. Oysa doğada ve toplumda tam olana yönelmeden tarihin içinde hareket eden zaman okunun ne yöne doğru gittiğini kestirebilmek olanak dahilinde görünmemektedir. Evet tarihin koşulları değişmiştir ve değişmektedir ama tarihin hareketinin esas yönünün komünizme doğru olduğu gerçekliği değişmemektedir. Uzayan yenilgi yıllarının etkisiyle kendilerini metafizik düşüncelere kaptıran eski devrimcilerin neredeyse tamamı, hatalı fikirlerine kaynaklık eden içinde bulundukları tarihsel parçayı bütüncül olandan kopardıkları için iflah olmaz bir noktada bulunmaya devam etmektedirler.
Yerellerde ortaya çıkan parçacı tarih anlayışı aynı zamanda yerelliği besleyerek bireyi kültürel, ideolojik, mantıksal ve psişik anlamda atomlarına parçalamaktadır. İdeolojik dönekliğin, ihbarcılığın ve bir psikolojik savaş makinesine dönüşmüş olmanın birey ve toplum tarafından yeterince anlaşılmadığı tarihsel ortam bu koşullarda böylece bir gerçeğe dönüşmektedir. Günümüzde ideolojik teslim bayrağını çekmiş bir küçük burjuva devrimcisinin en tipik davranışlarının başında tarih inkarcılığının gelmesi boşuna değildir. Tarihi inkar etmenin tarih eleştirisi olduğu yönündeki bir postmodern parçalanmış zihniyeti bizlere yutturmaya çalışan bu burjuva bayların proletaryanın temsilcilerinden ideolojik bir tokat yemeleri artık ertelenemez bir görevdir. Kaypakkaya geleneğinin eski kuşaklarından önemli bir miktarda insan gücünün böyle bir ruh hali içerisinde olduğu günlük hayatın seyri içerisinde gözlemlenmektedir. Bir insanı kıt olanaklar içinde imkansızı isteyen bir gençlik yaşamından her şeyi inkâr ederek, bin pişman kılan bu koşullara getiren, sebepleri o bireyin sahip olduğu sınıf bilincinde aramak gerekiyor. Kaypakkaya düşüncesinin yol açtığı tarihsel gelişmeyi eleştirel bir yöntemle bilimsel analiz etmek yerine bütünselliğini inkâr etmek, yok saymak ya da hiçlemek şeklinde gelişen tutumun sadece döneklik değil, bilinç sapkınlığının da bir biçimi olduğunu hatırlatmak isteriz.
İçinde bulundukları us ötesi saçmalıkları dünyanın artık oldukça değişmiş olması gerçekliğiyle açıklamaya çalışmak, günümüzdeki ideolojik döneklerin tipik savunma biçimlerinden birisi olduğunu biliyoruz. Evet dünya değişmiştir ve değişecektir de. Ama bu değişim eskisinden daha iyi bir yöne doğru değildir henüz. Teknolojik gelişmelerin proleter devrimler çağını kapattığını zanneden küçük burjuvalar pembe hayaller görmeye devam edebilirler. Ama üretim alanında artan teknolojik gelişmelere rağmen milyarların temel yaşam maddelerine ulaşmalarının eski yüzyıldan daha zorlaşmış olduğunu özürlü bilinçleri nedeniyle görmelerini beklemiyoruz tabii. İnsanlığın çoğunluğunun yaşamlarına yetecek kadar temel maddi ihtiyaçların çoğuna ulaşamama durumu oldukça büyük ve sürdürülemez bir çelişki halidir. Yeteri derecede ürünün üretildiği ama milyarların bu ürünlerden birçoğuna ulaşamadığı bir dünya gerçekliğinin tıpkı reformistlerin yapmaya çalıştıkları gibi tamir edilerek düzeltilemeyeceğini artık kabul etmemiz gerekiyor.
Sınıfsal ayrım üzerine kurulu bir dünyada hiçbir şeyi incitmeden yavaş yavaş tamir ederek veya yamayarak gerçekleştirmenin bir yolu yoktur. Bu anlamda proletarya saflarındaki reformistler Kapitalizm denen toplumsal anarşiye bir düzen getirmek isteyen hayalperestleri andırmaktadırlar. Biz burada onların iddia ettikleri gibi komünistlerin değil, bizzat işçi sınıfı hareketi içerisindeki bütün burjuva yolcuların su katılmamış değme birer hayalperest olduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Komünizmi tarihsel anlamda gerçekçi görmeyen bu reformist küçük burjuva bayların hiçbir saygı göstermeden insanı öğüten bu sistemin çarklarını allayıp pullamaya çalışmaları tarihin kaydettiği en gülünç olaydır. Onlar bugünlerde post Marksizmin yarattığı parçalı ve çoklu gerçeklik algısı nedeniyle komünistlerle alay etmeye hız vermiş görünüyor olabilirler ama devinen toplumsal hayat onlara etkili bir cevap vermekte gecikmeyecektir.
İnsanlığın özgürce gelişerek kendi tarihsel sınırlarının dışına çıkmasını engelleyen ve onu kontrol ederek birer köleye çeviren bu sistemin devlet adlı şiddet makinasını parçalamaya hizmet etmeyen demokratik mücadele biçiminin maskelenmiş bir döneklik ve teslimiyet olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Bilimsel komünizm denen, dünyanın binlerce yıllık makus talihini değiştirecek olan biricik toplumsal bilimin denetiminde olmayan bütün siyasi, edebi ve ekonomik örgütlenmeler burjuva uygarlığı üreten bir fabrikaya dönüşmesi kaçınılmaz bir durumdur. Marksist tarih anlayışı parça ile bütün, tekil ile tümel ve yerellik ile evrensellik arasındaki metafizik ayrıma son vermiştir. Biz bu duruma; tarih biliminin tarih içerisinde ilk defa ayakları üzerine oturtulması durumu da diyebiliriz. Bu nedenle küçük burjuva devrimcileri için “bunalımlı yıllar” denen bir dönem olabilir belki ama nesnesi ayakları üzerine doğrulmuş bir tarih anlayışından hareket eden Maoist Komünistler açısından böyle dönemler ancak hedefe varmak için yapılması gereken görevlerin uzaması ve başkalaşması anlamına gelmektedir. Gerçeği anlamada daha kapsayıcı olan bütünü anlamaya yönelmeyen tüm anlayışların, parçanın öngörüsüz sınırları içerisinde bertaraf olmaları onların bir alın yazgısı gibidir.
Marksizmin ideolojik olarak bir krizde olduğu yönündeki söylenceler kaynağını insanın ve dolayısıyla düşüncenin içinde bulunduğu tarihsel andan almaktadırlar. Bu ise maddenin, gerçeğin, insanın ve tarihin bütünlüklü bir tanımlanma biçimi değildir. Oysa bu bahsettiğimiz kategorilerin resmini görebilmemiz için gerçekliğin küçük burjuva bakış açısına terkedilmemiş ve onların yokluğunda tersinemez nesnel kanıtlara ihtiyacı vardır. Marksizme göre doğa ve toplumdaki hiçbir şey zaman ve mekândan bağımsız bir şekilde mutlak bir değere ulaşamaz. Bütünleşik zaman ve mekân koordinatlarının birliği içinde düşünceden atomlara kadar hiçbir şey değişimden ve tarihsel olmaktan kendisini kurtaramamaktadır. Engels yoldaşa göre doğanın yasaları bile kendisini tarihsel olmaktan kurtaramıyordu. Bu durum bugünlerde her şeyin sonunu ilan eden ve yenilgi sonrası epistemolojisinin bir oyuncağına dönüşmüş olan küçük burjuva devrimciliği için iyi bir haber değildir. Bireyle birlikte insan toplumlarının tarihsel anlamda üstlendikleri özne olma işlevlerinin dağılıp gözden kaybolduğunu öne süren postmodern bir dönemden beslenen bilinçlerin doğa ve topluma bakarken gördükleri resim aslında onların kendi parçalanmışlıklarının bir resmidir. Marksizmin geliştirilmesi ve güncellenmeyi bekleyen birçok tarihsel tespitinin dağılmış ve silikleşmiş postmodern bilincin ürettiği sözde yeni toplumsal belirlemelerden milyonlarca kez bilimsel olduğu bizler açısından kuşku götürmez bir gerçekliktir. Bırakalım toplumsal alanı, doğa bilimi açısından bile Marksizm günümüzün burjuva bilim dünyasından devrimsel düzeyde ileridir. Biz bu iddiamızı kanıtlamak için burada okuyucularımıza en imkansız ve aşılması zor gibi görünen bir alandan örnek vermekten çekinmeyeceğiz.
Günümüzde birçok post Marksist akademisyen ışığın hızının evrende aşılamaz, sabit ve her şeyden önce mutlak bir hız sınırı olduğuna dair Einsteincı belirlemenin diyalektik materyalizmin yasalarını ihlal ettiğini öne sürerek, bundan dolayı Marksizmin ölümünü ilan etmişlerdir. Küçük burjuvazi büyük bir iştahla bu doğası bozulmuş bilimsel formüllere hücum etmektedir. Ama komünistlerin karşısında ihanetini sonsuza kadar muhafaza edebileceği bir sığınak asla bulamayacaktır. Bu burjuva bayların anlayamadıkları durum; bunun adı Einstein matematiği olsa bile hiçbir matematik denkleminin nesnel bilginin ontolojik yakınlıklarında dolanan bir uğrak aracına dönüşemeyeceği gerçekliğidir. Hiçbir zaman matematik yoluyla bilginin son durağına ulaşmamız mümkün olmayacak. Oysa Engels yoldaş, “fizik yasaları tarihseldir” derken, kendisinden sonraki yüzyılın doğa bilimleri anlayışını devrimci felsefe yardımıyla başarılı bir şekilde aşıyordu. Yani bizler ışık hızı dahil maddenin hiçbir hareket türünün mutlak bir sınırlamayı sevmediğini diyalektik materyalizm sayesinde anlıyoruz. Bu durum ilerde bir gün “Özel Görelilik” yasasının olumsuzlanacağı ve aşılacağı yönünde yüz yıldan fazla bir zaman öncesinden beliren öncü işaretleri olarak okumak gerekiyor. Bilimin ve teknolojinin kendi başına dünyayı daha iyi bir yer yapma gücü olmadığını kavramamız gerekiyor.
Komünizmi gelecekte olanaklı yapan tarihsel koşulları bilimin herhangi bir ihtisas kolunda ortaya çıkan yeni bir gelişme veya formül ile ortadan kaldırmak mümkün değildir. Çünkü sınıflı toplum var olduğu sürece Marksizm ve onun gelecek toplum öngörüsü de her daim yaşayacaktır. Günümüzde devrimci hareketin bazı güç kaynaklarının esasta Marksizmden ideolojik anlamda uzaklaşarak kapitalizme entegre olmaya eğilim göstermesinin nedenini manipülatif ve spekülatif bir hal alan bilimsel ortamda aramak gerekiyor. Genel olarak iletişim, bilişim ve kuramsal fizik gibi uzmanlık gerektiren alanlardaki göreceliliği arttırılmış bilimsel üretimler birçok devrimcinin kafasını karıştırmaktadır. Modern doğa bilimindeki bazı bulgular, insanı uzay ve zamanda ihmal edilebilinir varlıklar olmaktan çıkararak kozmik bilincin ayrılmaz bir parçası ilan etmişlerdir. Eğer dünyayı oluşturan tözlerden hiçbiri zihin olmadan varlığı yoksa, o halde bizler içinde bulunduğumuz yenilgi sonrası yılgınlaşmış dünyanın tarihsel koşullarında oluşmuş bilincimizle aslında nesnel anlamda devrimci olmayan sözde bir devrimcilik tasarımı yaratabilir ve hiç şüpheye düşmeksizin bunun doğruluğuna tapınabiliriz. İşte yenilgi sonrası epistemolojisinin önünde diz çöken bilinçlerden türeyen doğası bozulmuş mücadele ve örgüt gerçekliği böylesine anlaşılması zor bir dünyada mayalanmaktadır…