Bizimle iletişime geçin

Makale

SMF’ye Dönük Eleştiri Salvolarına Yanıtlar- 4

Demokratik alan mücadele biçimlerine karşı sergilenen bu küçümseyici ve suçlayıcı tavrın temelinde devrimin esas hattında bir varlık göstermezken tali biçimlerinde de bir açılım ve pratik ortaya koyamayanların bilinen tutumlarının tekrarıdır.

Politik Çekememezliğin Tipik Bir Örneği de Yeni Demokrasi Gazetesi’nin eleştirisidir

20 Aralık 2023-10 Ocak 2024 tarihli Yeni Demokrasi Gazetesi (YD) “Halkın İradesine Gölge Düşmeye Devam Edecek mi?” başlıklı yazısında kendisince süreci analiz ederken hayal kırıklığıyla hayli meşgul olmuş ve yine kendisince buna çözüm-perspektifi önermiş, bunların reformist eğilimlere karşı da bir duruş olduğunu vurguladıktan sonra, “Kazanmak İçin Birlik!” şeklinde bir ara-alt başlık koyup devam etmiş…

Yazısına “Kazanmak İçin Birlik!” ünlemiyle koyduğu ara-alt başlığın okuyucuya ilk çağrıştırdığı şey birlik sorunu ya da birliğin kazanmadaki önemi üzerine en azından bir şeylerin söyleneceği ön algısıyken, ilgili bu başlık altında tek bir kere bile birlik sözünün geçmemesi ve birlikten hiç ama hiç söz edilmemesi gerçekten de enteresandır. Hiç değilse birlikten ve birliğin kazanmada oynayacağı rolden bir bahsedilebilirdi. Birlik başlığı koyup ayrılıkçı eğilimi işlemek tuhaftır ve başlıkla içeriğin ayrı tellerden çalması da yazı açısından tutarsızlıktır. Bunu abartmayarak bir kenara bırakalım; yazıda eleştiri konusu yapacağımız asıl mesele bu değildir.

İlgilendiğimiz mesele şudur: İlgili ara başlık altında; devrimci demokratik hareketin yasal olanaklar içine sıkıştığı, sıkışma ve darlaşma içinde “devrimci” özelliğini önemli oranda yitirdiği, bunun hayal kırıklığını üreten koşulların kendisi olduğu tespit edilmekte, başkaca da tespitler yapılmakta ve bütün bunların devrimci hareketin yitip gittiği, geri dönülmez bir dönüşüme uğradığı, bir daha toparlanamayacağı anlamına gelmeyeceği söylenmektedir vb. devamında, geniş kitlelerin devrim fikrinden ve devrimci hareketten uzaklaştığı ve aynı koşullarda kitlelere sunulan seçeneklerden medet umdukları ve ama bunun da geçici olduğu ilave edilmektedir. Daha sonra egemen sınıfların kitlelere dönük politikalarından ve bunların çürümüşlüğünden, devlet makinesinin işlemesinin sorunlarla karşı karşıya olduğundan, bu makinenin emperyalistlerden mali destek almaya muhtaç olduğundan ama bu desteği alamayacaklarından, M. Şimşek’in ekonomi modelinden ve bunun ilgili desteğe bel bağlamasından; emperyalist güçlerin savaş tamtamlarını çaldıklarından ve mali desteğe muhtaç olan devletlerin önümüzdeki yıllarda yeni model arayışlarına başlayacaklarını ön-görmekte ve ‘‘Bunun toplumsal karşılığı olarak çürümenin artması, daha fazla artığın kusulması, kitlelerdeki güvenin daha da kırılması ve devrime eğilimin de artmasıdır…” demektedir. Tespit edilen tablo özetle bu!

Yazının eleştirimize konu olan yanı asıl buradan sonra başlıyor. Yukarıda özetlemeye çalıştığımız tespitlerin evirilip çevrilip “belediyecilik, komünist başkan ve sol-sosyalist anlayış” noktasına getirilmesi belli bir meramla güdülenmiş bir çabayı ifşa ediyor. Şöyle diyor: “Bu koşullarda belediyecilik yoluyla devrimi hazırlamak hayaline kapılmanın bizim için hiçbir karşılığı yoktur ve olmamalıdır. Oysa belediyelerdeki toplumsal üretimin bölüşüm aşamasını ilgilendiren düzenlemelerle ‘komünist başkanlığın ‘, ‘sol-sosyalist anlayışın ‘örneklerini sergilediklerini iddia edenler de dahil bütün anlayışlar yukarıda belirgin özelliklerine dikkat çektiğimiz tablonun bir parçası durumundalar.…”

Böylece YD gazetesi birinci olarak; sanki belediyecilikle devrimi hazırlama iddiasında bulunanlar varmış gibi bunun kendileri için karşılıksız olduğunu söylemektedir Bunu boşuna söylemiyorlar, zira aktardığımız paragrafta görüldüğü gibi, “komünist başkanlığı”, “sol-sosyalist anlayışı” işaret ederek alenen kimi ve kimin bu hayalde olduğunu ifade etmiş bulunmaktadır oysa yazının iddiasının tersine bizler; belediyecilik yoluyla burjuvaziye alternatif bir belediyecilik ve yönetim anlayışını örgütleyip pratikleştirerek halk kitlelerine gösteriyoruz; bilincin maddi temelini ortaya koyuyoruz. Belediyeler yönetimi ya da mücadelesini, demokratik mevzi ve kazanımları geliştirip büyüterek ve ilerleterek demokrasi mücadelesinin hizmetine sunmayı yeğliyor, son tahlilde ona katkı sağlama bilinciyle ele alıyor, hareket ediyoruz. Belediye yönetimlerinde uyguladığımız pratik ve anlayışın, en hafifiyle burjuva belediyecilik ve yönetim anlayışına alternatif bir anlayış, bir yönetim olduğunu ileri sürüyor; bunun devrimci demokratik anlayış olduğunu, devrimci mücadelenin gelişmesine katkı ve olanaklar sunup belli devrime hazırlık görevlerini yerine getirdiğimizi-getirmeye çalıştığımızı söylüyoruz! Aynı şekilde, esas ve tali mücadele ve örgütlenme biçimlerini karşı karşıya koyarak birinden birini ötelemeyi prensip olarak reddediyoruz. Devrimin soluk borularını kullanmaktan imtina etmiyoruz, edemeyiz. Hal böyleyken, bizlerin belediyecilik yoluyla devrimi hazırlama hayalinde olduğumuzu ileri sürmek masum değil, niyetli yaklaşımdır. Demokratik alan mücadele biçimlerine karşı sergilenen bu küçümseyici ve suçlayıcı tavrın temelinde devrimin esas hattında bir varlık göstermezken tali biçimlerinde de bir açılım ve pratik ortaya koyamayanların bilinen tutumlarının tekrarıdır. En önemlisi de olmayanı varmış gibi göstermek ve ora üzerinden eleştiri bina etmek gerçek hayalciliktir; hamaset siyasetidir

İkinci olarak; “Komünist başkanın” karşılığı reel gerçekte başkanlıkta somutlanan yönetimin, anlayış ve değerler açısından sosyalist anlayışla temsil edilmesidir ve bunun da meclisler örgütlenmesi üzerinden kollektif yönetim, halkla birlikte yönetim anlayışıyla biçimlenmesidir. Burjuva sistemde komünist belediyecilik olmaz. Burjuva merkezi idareye bağımlılık koşullarındaki yönetimi de komünist olarak pratikleşemez, demokratik-halkçı-şeffaf nitelikte mümkün olur. Fakat başkan komünist olabilir ve yönetim anlayışı da komünist olabilir. Komünistlerin başkan olması ve faşist devlet ya da yasalarının olanaklı kıldığı ölçülerde sosyalist anlayışla yönetmesi komünist belediyeyi de komünizmin kurulduğunu da ifade etmez… bunlara karşın, “Komünist başkan” adlandırması esas olarak, seçime girip seçildiği partinin isminden ileri gelmekle birlikte, toplumsal kitlelerin adlandırması zemininde gerçekleşmiştir. “Komünist Başkan”ın geniş toplumsal kesimlerde karşılık bulduğu, komünizme duyulan önyargıları önemli oranda kırdığı ve komünizme bir sempati yarattığı da inkâr edilemez bir gerçek, somut bir olgudur… Bu tablonun sizlerde bir karşılığının olmaması, sizlerin toplumla ve toplumdaki somut gerçekle çatışmasından başka bir şey ifade etmez. Ve sizlerin bütün bu gerçekliğe karşın, bu gerçek durumu “yukarıdaki tablonun bir parçası” olarak telakki etmesi, yani toplumdaki “hayal kırıklığı, çürüme” durumu tablosunun bir parçası olarak değerlendirmesi size has bir maharet olabilir…

Üçüncü olarak; genel devrimci hareket ve özelde de bizleri “yukarıdaki tablonun parçası” olarak değerlendirip tarif etmeniz sadece ideolojik-politik belirleme açısından yanlış olmanızla kalmamakta, aynı zamanda bir kafa karışıklığı veya karmaşa içinde olduğunuzu da açık etmektedir. Zira, “yukarıdaki tablo” dediğiniz şey emperyalist dalaş ve savaş çığırtkanlığından mali desteğe muhtaç olan devletlere, bunların krizleri, izlediği mali politikalara ve muhtaç oldukları mali desteği bulamayıp yeni modeller arayışlarına gireceklerine dair biz dizi unsuru barındıran/öngören değerlendirmeler içermektedir. Bununla birlikte, devrimci hareketin önemli oranda ‘devrimci’ özelliğini yitirmesinden, geniş halk kitlelerinin devrim fikri ve devrimden uzaklaşan eğilimlerine kadar uzanan çok faktörlü bir bulmacayı barındırmaktadır. Bu durumda bizleri, “yukarıdaki tablonun parçası” olmakla itham ederken sadece devrimci özelliğini yitiren, reformistleşen, hayal kırıklığı yaşayan, boş hayaller peşinde koşanlar ve bu zeminde de halkın devrimden uzaklaşmasının bir sebebi olarak göstermekle kalmıyor, emperyalist dalaş, savaş, kriz, bunların mali politikaları vb. ile özetlediğiniz tabloya da yamamaktasınız. Bunun bilinçli bir tutum olmadığı kanaatindeyiz ama bir karmaşa ve özensizlik içinde olduğunuz da aşikardır…

Devamla kurduğunuz şu cümleler ise düşünme biçiminiz açışından durumu içinden çıkılmaz hale getiriyor: ‘‘Bunların hiçbirinin sol-sosyalist belediyecilik yapmadığını, faşizmle ayakta duran ve bunun için etrafındaki tehlikeleri bertaraf etmeye çalışan devlet tarafından yakın tehlike sayılmamanın ‘avantajları’nı kullandıklarını söylemekteyiz”

Biz de diyoruz ki, biz sosyalist anlayış ve değerlerle belediye yönetiyoruz; yönetim anlayışımız öz itibarıyla sosyalisttir. Bu doğru değilse lütfen sosyalist belediyecilik anlayışı nedir, nasıldır gösterin. Belediyecilik anlayışı veya yönetim anlayışınızı ortaya koyun, sosyalist olduğunu görelim. Biz yönetirken, 1 Mayıs, 8 Mart gibi tarihsel gün ve bayramlara dönük aldığımız kararlarla, toplu iş görüşmeleri ve sözleşmelerinde uyguladığımız metot ve işçi ücretlerine dönük yaptığımız düzenlemelerle, aldığımız haklarla, işçilerin çalışma saatlerinde yaptığımız düzenlemelerle, kadın istihdamına dönük çalışma ve örgütlenmelerle, kadınlara tanınan haklar ve verilen imkanlarla, ulaşım alanındaki sınırlı iyileştirmelerle, içme suyunun karşılanmasına dönük çalışmalarla, öğrencilere burs vererek, belediyenin gelir-gider tablosunu halka açık biçimde sergileyerek, halkın denetimine açık ve şeffaf tutarak, yolsuzluk, yiyicilik, kayırmacılık, bencil imtiyaz ve rantçılık-hortumculuğu vb. ortadan kaldırıp halka hizmet ve halkın çıkarlarını esas alarak, doğa ve canlıyı koruyan politikalar benimseyerek, meclisler vasıtasıyla halkın yönetime dahil edilmesinin önünü açarak ve daha fazlasıyla; burjuva yönetim anlayışına taban tabana zıt ve tam bir alternatif yönetim anlayışı uyguladık! Bu, demokratik-halkçı belediyecilik örneğidir; beslendiği anlayış sosyalisttir, sosyalist yönetim anlayışıdır! Siz buna sosyalist belediyecilik değil diyorsunuz! O halde yukarıda belli örnekleriyle verdiğimiz bu yönetim anlayışı nedir, neye denk gelir ve hangi anlayıştan beslenir; buna da bir izah getirin? Bu sosyalist değil diyerek gerçeği yok edemezsiniz. Ama bu inkarcılıkla gösterdiğiniz şey, dar grupçu zihniyet ve onun yansıması olarak politik çekememezliktir! “Yakın tehlike görülmemekten kaynaklı ‘avantajları’ kullanıyorlar” şeklindeki değerlendirmeniz ise daha ilginçtir. Faşist devlete tehlike olmaktan uzak mı yakın mıyız farazi bir tartışma. Fakat ‘avantajları’ kullanmakta bir beis görmüyoruz. Muhtemelen sizler de kullanıyorsunuzdur! Bunu konu yapmanız manasız. Zira, devrim ve devrimciler ezilenlerin tarihsel mücadelelerinin kazanımları olarak burjuva sistem yönünden “boşluk” olarak ifade edilen her zeminden de, burjuva klikler arasındaki çatışmalardan da yararlanır. Bunda bir gariplik yok. Lakin, sizin için bu sanki “utanç verici bir durum“muş gibi gözükebilir ama sizinle aynı fikirde olmak zorunda değiliz!

Devam ediyor YD gazetesi; “Komünist başkanlık”, “sol-sosyalist belediyecilik” adı verilen uygulamalar asla üretim koşullarında, siyasi koşullarda ve hatta kültürel koşullarda bir değişime yol açmamakta. Kitleler tarafından sahiplenilen bir çalışma biçiminin de yaşama geçirildiği söylenemez.” Bu kuru bir inkarcılık ve tam bir çarpıtma örneği olarak traji-komik bir durumdur. Şayet ilgili noktalar kast edilerek bu noktalarda ciddi, büyük veya köklü ve hatta önemli bir değişim olmamıştır, yaşanmamıştır denseydi bu biraz daha makul olurdu. Bu retçi ve inkârcı tutum da politik çekememezliğe tekabül eden bir tutumdur. Örneğin; işçilerin çalışma saatlerinin 7 saate indirilmesi nasıl bir değişim olarak telakki edilemez. Öyle ki, çalışma saatlerinin 7 saate indirilmesi ülkede hiçbir yerde olmayan ve görülmeyen bir düzenlemedir. Bunu yok saymak akla ziyandır. Belediyemizin uygulamaları karşısından veya buna özenerek birçok burjuva siyasi parti belediye başkanlarının belediye kapılarını sırtlayarak taşıdığını görmemek kadar inkarcılık olabilir mi?

Belediyemizin “halka açık kapı” politikası, halka açık ve şeffaf olma siyasetinin bu etkisi değişim değil midir? Gelir gider tablosunun belediye binalarına asılması değişim değil midir? “Komünist başkan” propagandasının kendiliğinden ve izlenen politika ve anlayış zemininde gelişmesiyle geniş toplumda oluşan sempati bir değişim değil midir? Bu etki ve kazanımlar nasıl yok sayılabilir? Üreticiyle pazar arasındaki toptancıyı-tüccarı devre dışı bırakan deneyim bir değişim değil midir? Değişime dair daha onlarca örnek gösterebiliriz ama bunları size saymamız boş çaba olacak, çünkü siz görmemekte ısrarlı, inkâr etmekte kararlısınız; gören körden daha ağır bir körlük tarifi yoktur!

Tiyatronun diğer perdesi de bu zeminde, yani inkâr ve yok sayma ekseninde biçimlenmektedir. Kitleler tarafından benimsenen bir çalışmanın hayata geçirilmediğini iddia edilmektedir! 8 saat yerine 7 saat çalışmayı neden benimsemesin kitleler? Ücretlerine yüzde seksen beş zam yapılmasını neden benimsemesinler? Fırından daha ucuza ekmek almayı neden benimsemesinler? Çalmayan belediyeyi, arpalık olarak kullanmayan, adamcılık yapmayan, olanakları halka demokratik normlara uygun sunan, iş-istihdam açan, ucuz su veren, ulaşım ücretini düşüren bir çalışmayı neden benimsemesinler? Siz tersten bakmakla kalmıyor halk kitleleri adına konuşarak da ofsaytta düşüyorsunuz. Bunca gerçekliğe rağmen öyle ki, etkisi ülkedeki en geniş kitlelere tesir eden bir belediyecilik ve çalışmasının halk kitleleri tarafından benimsenmediğini iddia etmekten geri durmuyorsunuz. Bu nasıl izah edilebilir. Politik kıskançlık, çekememezlik dediğimiz şey tam da burada sırıtıyor. Çünkü, bütün çalışmalar SMF’nin ve sosyalist anlayışının ürünüdür ve inkarcılık SMF’nin bu başarılarına karşı gelişmektedir. Bunu anlamak zor değil!…

Komediye bakın; ‘‘Halihazırda gerçekleşen şeylerden en öne çıkanı ‘aynı üretim biçimi ve üretim ilişkileri’ kapsamında bir tür satış kooperatifçiliğidir.” Bakış açısına bakın ki yukarıda belediyenin çalışmalarından aktardığımız ve kapitalist sistem anlayışına doğrudan alternatif olan uygulama ve kararlar bu temelde biçimlenen yönetim anlayışı ve onun temsil ettiği ileri adımlar adeta hiç sayılmaktadır. Hâlihazırda gerçekleşen şeylerden öne çıkan kooperatifçiliktir denmektedir. Ya bu saydıklarımız gerçekleşmedi mi? Halkın çıkarına olan bunca karar ve uygulama, sergilenen yönetim anlayışı kaşla göz arasında iç edilip mesele sadece kooperatife indirgenmektedir! Bu inkarın boyutu, katı biçimidir. Tam bir komedidir. Öte taraftan belediyenin merkezi sistemin üretim ilişkileri ve üretim biçimini değiştirmesi adeta beklenmektedir. Eleştirinin bu unsurlar üzerinden yürütülmesi sanki kooperatifin (veya belediyenin) bu ilişkileri ve biçimi değiştirmesi gerektiği halde aynı üretim biçimi ve ilişkileri korunmuş. Bu objektif olarak belediyeden veya kooperatiften merkezi üretim ilişkileri ve biçimini değiştirme beklentisi anlamına gelir ki, sol görünümlü sağcılık burada sırıtmaktadır…

Bir tür satış kooperatifçiliği denilerek küçümsenen o kooperatifçiliğin sınırlı bir üreticiyi de olsa, tüccarın-aracının sömürüsünden kurtaran, üretimi teşvik eden, halkın refahını etkileyen, üreticinin emeğinin karşılığını almasında daha uygun şartlar yaratan, bir yığın köylüyü, evde oturan kadını üretime sevk eden anlamlı bir çalışmadır. Siz küçümseyin ama üreticinin-çiftçinin-köylünün, tüccar-aracı şahsında somutlanan kapitalist sistem ve ilişkilere karşı örgütlenmesini ifade ederek çıkarlarını koruyup temsil eden kooperatifçilik size rağmen komünist toplum embriyosu olarak en sahici kapitalist üretim biçimine alternatif bir çalışmadır. Üreticiyle ilişkilenme, onun yarattığı değerlere sahip çıkma bilincini geliştirme, üretime yabancılaşmasını kırma, üretimini refahını yükseltmenin aracı haline getirme gibi birçok açıdan değer taşır-taşımaktadır. Siz bu anlayışla kolhozları-solhozları da küçümsersiniz. “Yapılan bir biçim satış kooperatifçiliğidir” demek onu küçümsemekten başka bir şey değildir. Ama çok bekledik sizin neler yapacağını, göremedik… SMF’nin bu çalışmalar zemininde gelişip güç biriktirdiğini ya da bu çalışmaların SMF çalışmalarına olumlu katkılar sunduğu aşikardır. Sizler SMF’nin gelişip güçlenmesine karşı beslediğiniz anlamsız tahammülsüzlükle, salt bu nedenle, gerçekleştirilen başarılı çalışma ve elde edilen kazanımları küçümsemekten geri durmamaktasınız…

Alkışlara boğulması gereken bir perde daha: Kooperatif çalışmasını diğer içerik ve olanaklardan (üreticinin sömürü payını azaltan, üreticiyi üretime teşvik eden, üreticiyle politik ilişki ve örgütleme olanaklarını sağlayan, üreticiye bilinç taşıyarak politikleştiren, belli bir siyasi görüşle tanıştırıp ilişkilendiren, örgütlenme kültürü yaratan, politik kazanımlar sağlayan içerikten vb…) soyutlayarak onu salt “gelirin ve olanakların kullanımı ve bölüşümü alanındaki kısmi halkçılık ve halk lehine tasarrufa” indirgeyen anlayıştan hareketle, kooperatifçiliği kast ederek bunun “sosyalist anlayış olduğu iddiası kabul edilebilir bir iddia değildir” denmektedir. Mevcut kooperatifçilik sosyalist anlayışla ne kadar bağdaşır ne kadar bağdaşmaz ayrı bir tartışmadır. Sosyalist kooperatifçilik nüveleri barındırdığı gibi, sosyalist bir kooperatif iddiasında değiliz; esasta veya en azından temelli bir savunu zemininde bu iddiaya sahip olmadık. Söz ve konuşmalarda öyle geçmiş olduğunu varsaysak da genel anlayış olarak katıksız bir sosyalist kooperatifçilik iddiasında bulunmadık. Sosyalist anlayışla örgütleyip yürütmeye, geliştirmeye çalışıyoruz. Gelişiyor da… Bunu tartışmıyoruz.

Asıl mesele, yukarıdaki iddianın devamı olarak geldikleri şu sonuç ya da çıkarsamalardır; “böyle bir iddia sınıf savaşımından ve sınıf diktatörlüğünden uzak olmanın ürünü olarak çok bayat ve geleceği olmayan bir iddiadır. Bugüne kadar bu iddiaları hem kendileri ileri sürerek hem de başkalarının kendileri hakkındaki aynı iddiaları kabul ederek sınıf savaşımına ve sınıf diktatörlüğüne sırtlarını dönmüş olduklarını gösterdiler. Bu yaklaşımla ileri bir düzlemde ortaklaşamayacağımız açık olmalıdır.” Kooperatifçilik anlayışımız (pratiği tartışılır bu ayrı) ama anlayışımız sosyalist kooperatifçiliktir. Kapitalist anlayışla yapmadığımız aşikâr. Tam sosyalist bir kooperatifçilik sergileyemesek de anlayış düzleminde sosyalist anlayışla kooperatifçilik yapmaya çalışıyoruz. Tuhaflık şu; bu iddiada bulunmamız nasıl oluyor da sınıf savaşımından ve sınıf diktatörlüğünden uzak olmanın ürünü oluyor? Kooperatifi doğru ya da yanlış tarif etmemizin sınıf savaşımı ve sınıf diktatörlüğüyle ne gibi bir bağlantısı var ya da nasıl bu denli net ve kesin bir sonuç çıkarılabilir!

YD Gazetesi bununla da yetinmiyor ve “… bu iddiaları ileri sürerek ve … kabul ederek sınıf savaşımına ve sınıf diktatörlüğüne sırtlarını dönmüş olduklarını gösterdiler” demektedir! Yani biz, kooperatifçilik anlayışımıza sosyalist kooperatifçilik dediğimiz için, evet salt bunu dediğimiz için sınıf savaşı ve sınıf diktatörlüğüne sırt döndüğümüzü göstermiş oluyoruz! Bu kadar gülünç olmayın. Olmayın çünkü sınıf savaşı ve sınıf diktatörlüğü bu denli basit, içeriksiz ve cılız bir şey değildir. Kooperatifler bir nevi demokratik devrim ve sosyalist devrim sonrası toplumsal şartlara bağlı olarak gündeme gelen kolhoz ve solhoz örgütlenmeleridir veya bunların öncelidir. Kooperatifler sosyalist ekonomi ve üretimde başvurulan örgütlenme biçimleridir. Lenin-Stalin Sovyetler’de bu örgütlenmelere giderken Çin’de kooperatif ve komünler örgütlenmelerine giderken sınıf savaşımı ve sınıf diktatörlüğüne sırtlarını mı dönmüş oluyorlardı! sosyalist kooperatifçilik iddiamız nedeniyle, “Bu yaklaşımla ileri bir düzlemde ortaklaşamayacağımız açık olmalıdır” demenize bir şey diyemeyiz. Ortaklaşamayabilirsiniz. Lakin ortaklaşmak ayrı, birlik ayrıdır. Hatırlatırız ki alt başlık, “Kazanmak için birlik!” başlığıydı. Siz birliğe gelmeden ortaklaşmayı reddediyorsunuz. Ortaklaşma somut bir sorunda, görevde vb. buluşmak, eylem birliği yapmak vb. manalarına gelir. Bunu öngörmediğiniz durumda birliği öngörmeniz hayli zordur. Fakat sözü buraya getirmenize rağmen, birlik sözcüğünü kullanmaktan imtina ettiğiniz okuyucunun da göreceği bir DETAY’dır! Korkusu birlik olanların dağınık devrim güçlerinin nazarında bir çekiciliği yoktur bunu da bilin isteriz!



Ekim 2024
PSÇPCCP
 123456
78910111213
14151617181920
21222324252627
28293031 

Daha Fazla Makale Haberler