Bizimle iletişime geçin

Makale

Mübadele Değeri ve Yabancılaşmanın Tarihi Üzerine

Burjuvazinin, kitleleri emperyalist paylaşım savaşlarına manipüle etmek için kullandığı milliyetçilik ya da din gibi yanılsamalı bilince karşılık gelen ideolojik argümanlar ise halk sınıflarının kendi sınıfsal çıkarlarına yabancılaşarak burjuvaziye yedeklenmesine hizmet etmektedir.

Mübadele değeri bir niceliktir. Yani, kullanım değerine karşılık gelen somut emeğin, mübadele sürecinde değişim değerine karşılık gelen soyut emeğe dönüşürken aldığı nicel formdur. Dolaysıyla, değeri soyut emeğin mübadele ilişkisi içinde edindiği bir nitelik olarak tanımlamak yanlış olacaktır ki Marks’ın kendisinde böyle bir ifade olmadığı gibi, böyle bir ifade, bir nicelik olan değişim değeri ile niteliğe karşılık gelen kullanım değeri ve somut emek arasındaki çelişkiden köken alan ve kapitalist ekonomi politiğin Arz / talep yasası gibi beli başlı yasaları bağlamında kriz dinamiklerinin nedeni de olan gerilimleri de ihmal etmek, yok saymak anlamına gelir. Oysa, Mark’ın, Kapital’de yaptığı analizler, tam da, kendi öncüllerinden Ricardo’dan farklı olarak, değerin ne olup ne olmadığını yalnızca,tanımlamakla kalmayıp ama aynı zamanda, kullanım değeriyle değişim değeri ve somut emekle soyut emek arasındaki karşıtlıklardan köken alan kapitalizm kriz dinamiklerini nedenleriyle birlikte çözümlemektir..

Öyle ki niteliğe karşılık gelen kullanım değeri ve somut emekle, niceliğe karşılık gelen değişim değeri ve soyut emek arasındaki çelişki, aynı zamanda, gereksinme gidermeye yönelik olan insan emeğinin ontolojik var oluşunda, yani, kullanım değeri üretmeyi amaçlayan somut emeğin doğasında, meta üretimi koşullarında, değişim değeri üretmeye yönelik oluşan basıncın – ki bu basınç, aynı zamanda, emekçinin kendi emek ürününe yabancılaşma tarihinin başladığı aşamaya karşılık gelir – nedenin üretim araçlarının özel mülkiyetinden köken aldığını, meta üretiminin, emek gücünün kendisinin de metalaşıp kapitalist üretim ilişkilerine dönüşmesiyle de emekçinin, yalnız kendi emek ürününe değil, ama aynı zamanda, kendi somut emeğine de yabancılaşmasını koşullayan ve böylelikle, somut emekle soyut emek, özel emekle toplumsal emek arasındaki gerilim üzerinden yabancılaşma sorunsalına ayrı bir derinlik de kazandıran ve böylelikle, kapitalist ekonomi politiğin, yalnız ekonomi politik değil, ama aynı zamanda sosyolojik, ahlaki, kültürel, etik ve moral deger çelişkilerini de biçimlendiren, hatta, kapitalist toplumun üst yapısında, ideolojik, siyasal, sanatsal biçimlenişlerin içeriğini de belirleyen, kapitalist üretim ilişkilerinin bütün tarihsel çelişkilerini ortaya koyar.

İlyenkov’un değerin iç çelişkisi olarak ifade ettiği, niteliğe karşılık gelen kullanım değeri ve somut emekle, niceliğe karşılık gelen değişim değeri ve soyut emek arasındaki bu gerilim, Marks’ın, Kapital analizlerinde, kendi öncülleri olan Adam Smith ve Ricardo’dan kopuşunun olduğu kadar, aynı zamanda, kapitalist ekonomi politiğin belli başlı bütün kriz dinamikleri ve çelişkilerinin de ana temasını belirleyen ve dolayısıyla da Marks’ı Marksizm, Kapital’i de sınıf mücadelesinin belli başlı çelişkilerinin tahlili üzerinden baş eseri haline getiren Louis Althusser’in epistomolojik kopuş dediği, tarih felsefesinin Marks tarafından tarih bilimi haline getirilmesinin de bilimsel içeriğidir. Her ne kadar, Althusser, Marks’ın, tarih felsefesini tarih bilimi haline getirerek, kendi öncüllerinden, bu epistomolojik kopuşundan sonra, toplumlar tarihi üzerindeki bütün sis perdeleriyle birlikte, mitolojik, ideolojik bütün kırılmalarında aşıldığını, yanlış bilinç olarak tanımladığı ideoloji ve mitlerin tarihinin, bize, kullanım değeri, değişim değeri, somut emek, soyut emek gibi ortak ölçütler veren bilimsel diyalektik materyalist bir yöntem aracılığıyla, tarih felsefesinin tarih bilimi haline gelmesiyle ideolojilerin tarihinin de son bulduğunu söyleyerek, bütün ideolojileri yanlış bilinç olarak olumsuzlasa da ben, sınıfların ideolojisiz savaşımının mümkün olmadığını, Marksizmin ise proletaryanın bilimsel ideolojisi olduğu düşüncesindeyim.

Nasıl ki ortak ölçütler olmadan herhangi bir yasayı bilimsel olarak temellendirmek ve bilimsel bir yöntem mümkün olamıyorsa, Marks’ın kendi öncüllerinden gerek Hegel’in tarih ve hukuk felsefesinden, gerekse, Adam Smith ve Ricardo’nun ekonomi politiğinden bu kopuşu, aynı zamanda, mitler ve ideolojiler ya da bilimsel olarak temellendirilmemiş felsefeler üzerinden tarih yazımının bütün dayanaklarını ortadan kaldırıp, aynı zamanda, toplumlar tarihini, sınıf mücadeleleri tarihi olarak devrimci bir tarzda yeniden tanımlayarak, Marks’ı, Diyalektik ve Tarihsel Materyalizm Biliminin kurucusu haline getirir. Marks’ın, kendi öncüllerinden bu epistemolojik kopuşundan sonra ardıllarına hedef olarak bıraktığı miras ise bu ortak bilimsel ölçütler aracılığıyla ve varsa, yeni ortak ölçüt ve yasalar aracılığıyla, bütün bilimlerin, bir tek tarih bilimi olarak birleştirilmesi olacaktır.

Değer, mübadele edilen emek değil, mübadele edilen emek -zamanıdır, denilseydi daha gerçekçi bir tanımlama yapılabilirdi. Çünkü, kapitalist, emekçinin, somut emeğini satın almakta ve fakat toplumsal bakımdan gerekli olan soyut emeğin karşılığını ödemektedir. Diyelim ki emekçi 8 saat somut emek sarf etmiş ise kapitalist, emekçiye, 4 saatlik çalışmaya karşılık gelen toplumsal olarak gerekli soyut emeğin karşılığını öder ki emekçinin somut emeği ile değişim değerine karşılık gelen toplumsal olarak gerekli soyut emek arasındaki bu fark, tamamen, değişmeyen sermayeye, yani, ölü emeğin bir kısmına karşılık gelen üretim araçlarının özel mülkiyetinin kapitaliste ait olmasından kaynaklanır. Çünkü, üretim araçları ve üretici güçlerin tarihsel gelişmişlik düzeyi, yani, teknik ve entelektüel nitelikleri, emek üretkenliğinin birim zamandaki üretim kapasitesiyle birlikte ürünün niteliğini de doğru orantılı olarak artırarak, emekçiye ödenen ve onun emek gücünün yeniden üretilmesi, için gerekli olan asgari geçim araçlarının değerine karşılık gelen ücretten farklı olarak, kapitalistin karına karşılık gelen bir artı- değerin yaratılmasına olanak tanır.Burjuva hukukunun yaptığı ise bu gizli hırsızlığın tescilinden başka bir şey olmayıp, burjuvazinin emekçi sınıflar üzerindeki diktatörlüğü, bir devlet biçimi ve hukuku olarak tescil edilmeden önce, feodalizmin bağrında gelişmeye başlayan kapitalist üretim ilişkilerinde, bu, kapitalistle emekçi arasındaki eşitsiz iş sözleşmesinde inşa edilmiştir.

Marks, kendi öncülleri olan Adam Smith ve Ricardo’dan artı-değerin nereden kaynaklandığını tahlil ederek koparken, Hegel’in “Tarih, yabancılaşmış zamanın tinidir.” Biçimindeki soyut tarih ve yabancılaşma kavramlarını, öncelikle 1844 El Yazmalarında, artı-değeri, emekçiye yabancılaşmış emek olarak tanımladıktan sonra, 1867’de yayınlanan Kapital’in 1. cildinde emekçinin kendisine yabancılaşmış olan bu emeği, artı-emek zamanı, bu artı–emek zamanına karşılık gelen ve kapitalistin karına dönüşen karşılığı ödenmemiş emeği de artı-değer olarak tahlil ederek, Hegel’in soyut yabancılaşma kavramını maddi üretim ilişkilerinden kaynaklanan somut bir içeriğe kavuşturur. Böylelikle, tüm sınıflı toplumlar tarihini, sınıf savaşımları tarihi olarak temellendirerek Hegel’in tarih felsefesini, yine onun diyalektik yöntemini tersine çevirip ayakları üstüne dikerek Tarihsel Materyalizm bilimini inşa eder.Artık, tarih, felsefenin değil Tarihsel Materyalizm biliminin konusudur; felsefe de işlevsel olarak tarihi yorumlamaktan çıkarak onu değiştirmeye yönelmiştir.

Oysa, köleci toplumda kölenin kendisi alınıp satılan bir meta iken, feodal toplumda serf, toprak beyine ve kiliseye doğrudan emek gücünü değil, emek ürününün bir kısmını vergi olarak ödemektedir. Feodal toplumun zanaatçısı ise örneğin, ürettiği bir kılıcı bütünüyle kendisi üretmekte, onun kendi üretimi olduğunu üzerine koyduğu bir simge ile belgelemekte, yani, kapitalist toplumdaki işçiden farklı olarak,kendi emek ürünü üzerinde tasarruf hakkını tamamen kendi elinde bulundurmakta, mübadele ilişkisinde ise emek gücünü değil emek ürününü mübadele etmektedir. Kapitalist üretim ilişkileriyse,daha önceki sınıflı toplumlardan farklı olarak, yalnızca emek ürünlerini değil ama bizzat emek gücünün kendisini de metaya dönüştürerek emekçinin, emek ürünüyle birlikte, bizzat kendi somut emeği üzerindeki her türlü tasarrufunun nesnel koşullarını ortadan kaldırarak, üretici güçlerin teknik düzeyi ve entelektüel yeteneklerdeki bütün gelişmeye rağmen, basit meta üretiminin kapitalist meta üretimine dönüşmesiyle yabancılaşma sorununu, hem içerik olarak ve hem de diğer sosyolojik olgularla ilişkisi içinde kapsam olarak derinleştirir ve daha da kompleks hale getirir. Böylelikle, sınıflı toplumla birlikte başlayan değişim değerinin ve meta üretiminin tarihi, kapitalist toplumda, emekçinin kendi emek ürününe olduğu kadar, bizzat kendi somut emeğine de hem ekonomi politik ve hem de sosyolojik olarak tam bir yabancılaşmaya dönüşmeyle sonuçlanır ki kapitalist üretim ilişkilerinde  yaşanan her gelişme bu yabancılaşma durumunu daha da derinleştirip kapsamını genişleten iş bölümünün yeni toplumsal biçimlerini ortaya çıkarmaktan başka bir sonuç yaratmayacaktır.

Bu, eşitsiz iş sözleşmesini kabul etmekten başka seçeneği olmayan emekçi, artık kapitalist üretim ilişkilerinde canlı emeğini ve dolayısıyla kendisini yeniden üretebilmek ve var olabilmek için geçmiş zamana ait ölü emeğe karşılık gelen sermayeyi büyütmek için çalışmak zorunda olduğu için kendi emek etkinliği üzerinde her türlü iradi tasarrufunu yitirir ve kendi öz emek etkinliği, onu köleleştiren yabancı bir güce, sermayeye dönüşür. Bu, emekçinin, emek gücünün sömürülme biçimi olduğu kadar, aynı zamanda, onun, yalnız kendi emeğinin ürünlerine değil ama bizzat, kendi emeğine de yabancılaşma tarihinin başlangıcıdır ki kapitalizmin, diğer sömürücü toplum biçimlerinden daha derinlikli ve daha kompleks bir yabancılaşma toplumu haline gelmesinin dinamikleri de onun üretim ilişkilerinin bu içeriğindedir. Fakat, böyle bir tanımlama dahi Marks’ın Kapital’de yaptığı gibi “değer”in bütün iç çelişkileri üzerinden kapitalizmin ekonomi politiğinin belli başlı çelişkilerini ortaya koymaya ve dolayısıyla, üç cilt boyunca, Marks’ın kendi öncüllerinden epistemolojik kopuşunu temellendirmeye yetmezdi ki üç ciltlik Kapital’in neredeyse tamamının “değer”in ve dolayısıyla metanın bu iç çelişkilerinin analizini içermesi, üretim  ve dolaşım süreçlerinde mübadele değerinin aldığı farklı biçimlerin ortaya konulmasından başka bir şey değildir.

Ben, burada Volkan Yaraşır’ın Gazete Patika’da yayımlanan “Yabancılaşma Ve Özgürlüğün Gaspı” başlıklı makalesinde yabancılaşma olgusunda, Marks’ın dört parametresinden biri olarak gösterdiği şu alıntıyı tekrarlamak istiyorum:

İnsanın kendi emeğine yabancılaşması. İşçi işgücünü kapitaliste satmasıyla birlikte somut bir sonuç ortaya çıkar. Bu durum işçinin kendi emeği üzerinde hiçbir kontrolünün olmaması anlamına gelir. Kapitalist aynı zamanda üretim sürecinin bütününe hakimdir. Neyi, nasıl ne zaman ne kadar ne biçimde üretileceği ve çalışma rejimi kapitalistin kontrolündedir. Kapitalistin işçinin işgücünü satın alması bir nevi onu hapishane düzenine sokması anlamına gelir, bu ortamda sadece emeğini değil bedenini ve ruhunu da esir alır. Mesai bitiminde işçilerin çalışmaktan “vebadan kaçar gibi” kaçması boşuna değildir. Çünkü çalışma saatlerinde solunan hava bile esareti pekiştirir. İşçi kendi emeğini, kendi yaşamının parçası olarak görmez, yabancı, kendi dışında bir güç için çalışmaktadır. Kendi emeği üzerindeki bütün kontrolünü yitirmiştir. Bir nevi modern köledir ya da ücretli köle haline gelmiştir. Bu aslında bir anlamda kendini, insan olma halini kaybetme durumudur. Emek artık yaratıcı bir faaliyet değil sadece en kaba haliyle yaşamı idame ettirmeye yarayan faaliyete dönüşür. Her türlü entelektüel çalışmanın önü kapanır. Hem zaman yoktur hem de takat kalmamıştır. Marx bu durumu, otsul bir yaşam olarak değerlendirir. Bir anlamda bu durum kendini yitirme halidir.’’

Zamanımız, “Her Şeyin Mübadele Değerine Tahvil Edilmek İçin Pazara Taşındığı Bir Zamandır.”

Bununla birlikte, yabancılaşmanın bir başka parametresi için şunları söylemek mümkündür ki kapitalist üretim ilişkilerinin gelişmesi ve eski üretim ilişkilerinin yerini alması oranında mübadele değerinin, kullanım değeri üzerindeki tahakküm alanı da genişler ve derinleşir. Burada, tıpkı, sermayenin emek gücü üzerindeki tahakkümü gibi, mübadele değeri de asıl amacı gereksinme gidermek olan kullanım değerlerini, mübadele değerine dönüşmeye zorladığı oranda, niteliğe karşılık gelen somut insan emeğinin gerçekleşmesini de matematiksel bir niceliğe karşılık gelen ve dolayısıyla herhangi bir etik nitelik taşımayan soyut toplumsal emeğin gerçekleşmesine bağımlı hale getirerek, yani, kullanım değerlerinin üretimini, mübadele değerinin üretimine bağımlı hale getirerek, insanın, temel yaşamsal etkinliği olarak emekle birlikte aşk, ahlak, etik, vicdan, dostluk, sanat, estetik, bilim, felsefe gibi sosyolojik değerlerin de aslında bu değerler bir meta olmasa da metalaşmalarına ve birer insani vasıf olan bu değerlerin bütün metaların eşdeğeri olan para karşılığında değişilebilir hale gelmesiyle, toplumda genel bir yozlaşma ve çürümenin de ön koşullarını yaratır.

Marks, Felsefenin Sefaleti adlı çalışmasında şunları söylemektedir:

“En sonunda, insanın ayrılmaz parçası olan her şeyin alışveriş ve pazarlık konusu olduğu zaman gelip çattı. Bu, o zamana kadar el değiştiren fakat ticaret konusu olmayan, erdem, duygu, kanaat, bilgi ve bilinç gibi şeylerin de ticaret konusu olduğu bir zamandır. Tek kelimeyle her şey ticaret konusu oldu. Bu genel kokuşma ve evrensel ölçekli alış–veriş dönemidir. Eğer ekonomik terimlerle ifade etmek gerekirse, bu, maddi olsun manevi olsun, her şeyin gerçek değerinin saptanması için pazara getirildiği bir zamandır.”

Bütün bu sosyolojik değerlerin en yüksek fiyat karşılığında pazara taşınması, örneğin, feodal toplumda köylüler arasındaki dayanışmaya karşılık gelen imece’nin yerini, gündelik işçiliğin alması gibi, kapitalist üretim ilişkileri, bütün toplumsal ilişkilerdeki sosyolojik değerleri de ekonomi politiğin mübadele değerine bağımlı hale getirerek, aynı koşullarda yaşayan, ezilen sınıflar arasındaki sosyolojik bağların yüzlerce yıllık dayanışma etiğini de dumura uğratarak yalnızca, emekçinin kendi emek ürününe ve emek gücüne değil, ama aynı zamanda, aynı sınıfa ait olan insanların kendi aralarındaki ilişkilerde de birbirine yabancılaşmasının nesnel koşullarını yaratır. Öyle ki bu genel çürüme ve yozlaşmanın benzeri etkilerinden burjuva sınıfının kendisi de azade değildir. Farklı sermaye sahipleri ve sermaye biçimleri arasındaki Pazar rekabeti, burjuva sınıfının da birbirine yabancılaşmasının ve birbiriyle ölümcül Pazar savaşlarının nedeni olacaktır ki bugün bölgesel çapta süren ve git gide yeni bir dünya savaşına doğru gelişme potansiyelleri taşıyan bu emperyalist savaşlarda asıl acıları yine emekçi sınıflar yaşamak zorunda kalırlar. Burjuvazinin, kitleleri emperyalist paylaşım savaşlarına manipüle etmek için kullandığı milliyetçilik ya da din gibi yanılsamalı bilince karşılık gelen ideolojik argümanlar ise halk sınıflarının kendi sınıfsal çıkarlarına yabancılaşarak burjuvaziye yedeklenmesine hizmet etmektedir.

Emekçi sınıfların sermayenin tahakkümüyle birlikte, kapitalist ekonomi politiğin derinleştirdi bu yabancılaşmanın yarattığı toplumsal yıkım ve yozlaşmadan kurtulabilmesinin ve özgürleşmesinin yegane yolu ise üretim araçlarını toplumsallaştırarak, emek etkinliğini, esas olarak bir mübadele değerini gerçekleştirmek, yani, kar yaratmak için değil, ama gittikçe çeşitlenen toplumsal gereksinimleri karşılamak üzere birer kullanım değeri yaratıcısı olarak sosyalist inşaya seferber edecek toplumsal devrimden geçer. Sosyalist inşanın ise belli başlı sorunsallarından biri de kapitalizmden devreden üretici güçlerin tarihsel olanaklarıyla sınırlı olarak, halen burjuva ekonomi politiği ve burjuva hukukunun kalıntıları zemininde, emek niceliğine göre belirlenmek zorunda olunan toplumsal paylaşımın, sermaye tahakkümünden kurtularak olağan üstü bir gelişme dinamiği kazanacak olan üretici güçlerdeki gelişme oranında aşılarak, ‘’herkese ihtiyacı kadar’’ komünist şiarının gerçekleşme koşullarını yaratabilme yeterliliğinde bir kolektif demokratizmin ve planlı ekonominin yaşama geçirilmesi biçiminde kendisini ortaya koymaktadır.



Temmuz 2024
PSÇPCCP
1234567
891011121314
15161718192021
22232425262728
293031 

Daha Fazla Makale Haberler