9 Haziran Avrupa Parlamento seçimlerinde hezimete uğrayan Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, ”siyasî durumu netleştirme” gerekçesiyle Ulusal Meclisi feshettiğini duyurmuş ve erken genel seçim kararı almıştı. Riskli olarak nitelenen bu karar sonrasında gerçekleştirilen erken genel seçimlerin birinci turunda ırkçı Ulusal Birlik Partisi % 34 oy oranıyla ilk sıraya yerleşirken, parlamenter solun temsilcisi Yeni Halk Cephesi % 28 ile ikinci parti konumuna geçiyor, Macroncu Birlikte Partisi de ikinci kez hezimete uğrayarak % 20 oy oranıyla, 2022’de yapılan bir önceki genel seçimlerdeki skorunun ancak yarısını elde edebiliyordu.
Birinci turdaki yüksek katılım oranı (% 66,7) ve seçim yasası göz önüne alındığında, ikinci tura katılmak için ilk turda % 12,5 barajını geçmek gerekiyordu. 30 Haziran Pazar akşamı birinci tur sonuçları açıklandığında, 300’den fazla seçim bölgesinde üç adayın katılacağı ikinci tur seçimleri öngörülmekteydi (2022’de yapılan bir önceki genel seçimlerde bu rakam 8 idi). Yeni Halk Cephesi, ”Ulusal Birlik’e tek bir oy dahi gitmemeli” diyerek, ilk turda üçüncü sıraya yerleşen adaylarını ikinci turdan çektiklerini bildirdi.
Birinci turda doğrudan vekil seçilen aday sayısı 76 ve dağılım şöyle: Ulusal Birlik ve ittifakları 39 vekil, Yeni Halk Cephesi 32 vekil, Macroncu Birlikte Partisi 2 vekil, Cumhuriyetçiler 1 vekil ve Bağımsız Sağ 2 vekil.
Le Monde gazetesinin haberine göre, 2 Temmuz Salı akşamı saat 18.00’de (adayların ikinci tur için başvurularını yapmak zorunda oldukları son tarih), Yeni Halk Cephesi ve ittifakları 132, Macroncular ve Merkez Demokratlar 83 adaylarını ikinci turdan çektiklerini açıkladı.
Fransız Ulusal Meclisi 577 milletvekilinden oluşuyor ve ikinci turda en yüksek oyu alan 481 aday daha vekil olacak. Ulusal Birlik, birinci turda rakiplerinin 10-20 puan önünde bitiren 165 vekilini Meclis’e göndermeyi ikinci turda garantilemiş durumda, bu da toplam vekil sayısının en az 204’ü bulması demek. Yani Le Pen’in partisinin Fransız Ulusal Meclisi’nin üçte birinden daha fazla vekili olacak. Bu durum, İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazilerle işbirliği yapan Mareşal Pétain’in döneminden bu yana görülmüş bir şey değil.
Bir tür Macron karşıtı referanduma dönüşen bu seçimler aynı zamanda Fransa’nın bir deri değişimi geçirdiğini de gösteriyor. Aydınlanma çağının modern temsilcisi Fransa, yerini başka bir ülkeye bırakıyor: Özgürlükleri kısıtlayan, eşitlik yerine ulusal öncelik yanlısı yeni bir Fransa var karşımızda. Mareşal Pétain’i ve dönemini tanıyanların giderek azaldığı, Nazi partisinin yol açtığı felâketin belleklerden yavaş yavaş silindiği bir dönemin içindeyiz. İspanyol Cumhuriyetçilerinin No Pasaran ! çığlığı, Fransız gençlerine bir şey ifade etmiyor artık.
Ulusal Birlik’in bu başarısı, Avrupa’da ve dünyanın birçok ülkesinde daha önce yaşanan siyasî felâketlerden ve yükselen gericilikten ayrı düşünülemez elbette. Elbette, yeni yüzyılın bu neo-faşist versiyonunu daha önce, İtalya’da Meloni, Arjantin’de Milei, Brezilya’da Bolsonaro gibi liderlerin şahsında ve onları iktidara taşıyan toplum dinamiklerinde gördük. Ancak bu kez çok daha geniş bir felâketten söz ediliyor: Burada Avrupa’nın ikinci ekonomisini temsil eden Fransa söz konusu, üstelik bu ülke, Nato üyesi Avrupa ülkeleri içinde nükleer güce sahip yegâne ülke.
Avrupa’nın öteki başkentlerinde, hatta dünyanın belli başlı bölgelerinde duyulan huzursuzluk ve telâşın asıl nedeni de bu. Dünyanın birçok bölgesini kontrol eden bir ülkenin yeni parlamentosu net bir programı olmayan, neo-faşist bir partinin denetimine geçecek, ve bu parti belki de mutlak çoğunluğu alarak, Fransa’yı tek başına yönetecek.
Faşizmin bu versiyonu oldukça iyi pazarlanmış bir ürün: Yıllardır sürdürülen neo-liberal ekonomi politikalarının bir sonucu olarak yoksullaşan kitlelerin önünde parlatılan bir seçenek. Macron’un iktidara geldiği 2017 seçimlerindeki, ”ne sağın ne de solun” programı, bu kez Fransa’yı rehin almış bulunuyor. Aynı senaryo başka ülkelerde çeştli biçimlere bürünerek sahnelenmişti: İtalya’daki Beş Yıldız Hareketi de benzer bir sloganla gelmişti iktidara ve İtalya’nın Kardeşleri (Fartelli d’Italia) neo-faşistlerinin önünü açmıştı. Keza Hollanda için de aynı senaryoyu izliyoruz bu günlerde. Ancak bu kez Fransa söz konusu ve durum çok daha vahim.
Fransa 1789 Devrimi’nin mirasını temsil ediyor ve bu miras devlet kurumlarının tüm binalarında taşa kazılı: Özgürlük-Eşitlik-Kardeşlik. Peki, nasıl oldu da bu sloganı asla benimsememiş ırkçı, özgürlük düşmanı bir parti olan Ulusal Birlik, Cumhuriyet kurumları içine kabul edilebilir hâle geldi?
Jean-Marie Le Pen’in elli yıl önce, SS artıklarıyla, neo-Nazilerle ve Cezayir Bağımsızlık Savaşı boyunca Fransız devletinin kirli savaşını yürüten suçlularla birlikte kurduğu Ulusal Cephe (Front National), son on yılda deri değiştirdi. Partiyi 2011-2021 yılları arasında yöneten Marine Le Pen, tarihî kurucunun kızı. Baba Le Pen’in radikal tavırlarından kurtulmak birinci hedefi oldu Marine Le Pen’in. Evlât Le Pen dönüşümün ikinci adımı olarak partinin ismini değiştirdi. Parti, 2018 yılında Ulusal Birlik (Rassemblement National) adını aldı. Bir pazarlama taktiği olarak gerçekleşen bu manevra sayesinde aynı ürün yeni bir ürün gibi piysaya sürüldü. Partinin programı gözden geçirildi, ırkçı ifadeler yumuşatıldı, Avrupa Birliği’nden ve Avro para biriminden çıkmak hedefleri iptal edildi. Partinin daha sağında yer alan gruplarla araya mesafe konuldu ve faşist söylemleri açıkça ifade eden radikaller partiden uzaklaştırıldı. Böylelikle Marine Le Pen şahsında, yıldızı sonradan parlatılan yeni neo-Nazi şahsiyetlerle kıyaslandığında (örnekse, Eric Zemmour) daha ”prezantabl” bir lider görüntüsü oluşturuldu (*).
Anti-semitizm yaftasından kurtulmak çok daha kolay oldu Marine Le Pen için: İsrail’in Filistin politikalarını hoşgörülü ifadeler kullanarak olumlamak yetti bu dönemeci almaya. Böylece, Siyonist politikaları eleştirenleri, İslâm Devleti’ni destekleyen İslamcı-Solcular olarak niteleyen liberallerin de yardımıyla, Ulusal Birlik ”âkil ve gerçekçi siyaset” yapan bir parti konumu kazandı.
Fransız medyasını kontrol eden Vivendi grubunun sahibi milyarder Vincent Bolloré tarafından lanse edilen Eric Zemmour tuhaf bir neo-faşist. Cezayir kökenli bir Yahudi ailenin çocuğu olmasına karşın Fransa’da Nazi yanlılarının simgesi hâline gelmiş bir liderden, Mareşal Pétain’den nostaljiyle bahsedebilecek kadar da küstah. Bunu yirmi sene önce dile getirmek bile mümkün değilken, bugün neo-Nazi olmak, mâli sermayenin kontrol ettiği ve komplo teorisyenlerine kürsü olan bir televizyon kanalından yıllarca anlatılan masallarla moda hâline gelebildi. Bu da ”dünyayı aydınlatan” Fransız düşünce tarzının, kültürünün ”evrensel değerlerini” bir kenara bırakmak anlamına geliyor. Somut olarak söyleyecek olursak, Ulusal Birlik, eşitlik ve kardeşlikten yana değil. Neo-faşistler Fransızların öncelikli olduğu bir düzen kuracaklarını asla gizlemiyorlar. Örneğin, Ulusal Birlik’in programına göre, Aile Yardım Kasası en yoksul kesimlerin içinde yer alan göçmenlere yardım yapmayacak. Göçmenler ülkenin en yoksul kesimini oluşturuyormuş, ne gam! Günümüzde Ulusal Birlik ”öncelik Fransızlarındır” diye tepiniyor ve hiç kimse de bunu tuhaf karşılamıyor.
Hatırlatmakta fayda var: Macron 2017’de Başkanlık Seçimini kazandıktan kısa bir süre sonra Aile Yardım Kasası’nın milyonlarca aileye yaptığı kira yardımının 50 Avro’luk bir dilimine el koymuştu. Cumhurbaşkanı tarafından ”heba olan çılgın bir meblağ” olarak nitelenen bu ödenekler kesintiye uğramış, buna karşın büyük servet sahiplerinden alınan vergiler iptal edilmişti. O tarihte Macron’un bu davranışı pek hoş karşılanmamış, hatta ilgili kurumlar harekete geçerek kiraların aynı miktarda azaltılmasını sağlamış, böylece en yoksul kesimden alınan bu gizli verginin etkisini bir ölçüde
*Bu konuda daha kapsamlı bir kaynak olarak Mehmet Ali Ayan’ın 29 Haziran tarihinde yayımlanan ”Fransa: Faşizmin Tırmanışı ve Yeni Halk Cephesi” başlıklı yazısı tavsiye edilir. https://siyasihaber9.org/fransa-fasizmin-tirmanisi-ve-yeni-halk-cephesi/ dengelemişlerdi. Bugün ise, Ulusal Birlik, bu yardımların ulusal öncelik kriteri göz önüne alınarak yapılacağını gizlemeye gerek duymuyor.
Liberallerin son on yılda başardığı bir başka deri değişimi ise parlamenter sol içindeki sol sosyaldemokratların ”aşırı solun temsilcisi” oldukları uydurmacasını madya çığırtkanları eliyle halka belletmek oldu. Birçok televizyon sunucusu, liberalleşen ve pazar ekonomisinin gereklerini yerine getiren kanallarda, gazetecilik kisvesi altında bu yalanı yıllarca tekrarlayarak, Fransızlar nezdinde ”gerçek” hâline getirdiler. Bu yeni ”gerçek”, yeni yüzyılın, ”gerçek-ötesi” (post-truth) bir ürünü olarak tepe-tepe kullanılıyor hâlâ. Oysa, üç hafta gibi kısa bir zaman dilimine sığdırılan programıyla Yeni Halk Cephesi ”aşırı solun” değil, sosyal-demokrat/parlamenter solun temsilcisi (ana bileşenleri: Yeşiller, Sosyalist Parti, Fransız Komünist Partisi ve Boyun Eğmeyen Fransa) ve programı da, ”üretim araçlarının kamusallaştırılmasını” veya ”özel mülkiyetin lağvedilmesini” öngörmüyor. Programın ana ekseni, emekçilerin alım gücünü artırmaya yönelik tedbirler: Kamu harcamalarını artırmak (Macron döneminde, 2019’dan bu yana % 5 dolayında azaltılmıştı), asgarî ücreti fiyatlara endeksleyerek önemli ölçüde yükseltmek, Ulusal Birlik’in programında kaldırılacağı öngörülen ”Öncelikli Eğitim Bölgeleri” de dahil olmak üzere tüm eğitim kurumlarında öğle yemeklerini parasız hâle getirmek. Bu tedbirlerin, on yıllardır vergi indirimi alan sermaye çevrelerini sevindirmediği aşikar.
Avrupa Parlamentosu seçimlerinde cin şişeden çıktı. 7 Temmuz Pazar akşamı saat 20.00’de Fransa’nın yeni yüzüyle tanışacağız. Büyük olasılıkla bu uğursuz yüz insan soyunun yüreğine korku salan Medusa’nınkini andıracak. Yine de gözlerine bakmaktan çekinmeyeceğiz ve genç kuşaklara usanmadan anlatacağız: Sıradan faşizmle mücadelenin tek yolu, gözlerini inatla gözlerine dikmek ve asla kaçırmamaktır.