Bizimle iletişime geçin

Analiz

Orta Doğu Kendi Çıkmazında Can Çekişiyor

Orta Doğu bölgesi barışa, eşitliğe ve adalete tahammülü olmayan ve ısrarla egemen güçlerin çıkar döngüsüne hapsolmuş, dış güçlerin böl ve yönet politikasına bir teslimiyettir. Feodalitenin, beylerin, din tüccarlarının ve otokrasinin mutlak hakimiyeti altında can çekişen insan yurdudur.

Çoklu kapitalist güçler küresel dünya düzenine hükmetmeye devam etmekteler. Dünyanın bütün kıtasında insanların yaşama standardı farklıdır. Bu değişkenliği dayatan ve sürekli kılan elbette iç ve dış koşullar olmuştur. Ülke vardır hep savaşta, ülke var diğer ayağı ile yokluk ve yoksullukta. Bu eşitsiz ortam üzerinden kâr sağlayan ve avantaj elde etmek isteyen ülkeler olmuştur; silah satar, borç verir, işgal eder, yönetir ve de denetler. Tüm bunları yapan ülke(ler) sürekli tehditle “bir” güç gösterisinden yana tavır alır.

Günümüzde “yıllık bazda 900 milyon ateşli silah üretilirken, 12 milyar adet de mermi yapılıyor” (1) Dolayısıyla bağımlı ve zayıf ülkelerde kaos, yoksulluk ve istikrarsızlık konumlarıyla bu yoğun militarist dünyadan birebir etkilenmemeleri mümkün değildir. Çünkü onlar “işgal demokrasisiyle” yönetilen ülkelerdir.

Orta Doğu ile ilgili belli yazmalarda bulunurken, konuları anlayarak aktarmaya çalışıyoruz. Tüm bunları yaparken de genel olgu, olaylar ve yaşananlar arasındaki sebep ve sonuç ilişkisinin analizini yapmak ve konuyu daha anlaşılır kılmak arzu edilen tek amaçtır. Bu sorumluluğun bilincinden hareketle; her defasında somut bilgi ve veriler üzerinden yoğunlaşarak, yazılanlarla olaylara ilişkin bir “düşün” perspektifi ile öne çıkmayı amaçlıyoruz. Bunun içindir ki zaman zaman yoğun kaynak ve veri başvurusunda bulunurken, bu okuyucuya sıkıcı gelebilir. Ancak, olayların tarihsel ve de güncel geçişkenliğini göz ardı edersek, bu bağlamda konu hepten kusurlu ve eksik kalır.

Bölgede yaşananları bir veya birden fazla makale ile izah etmenin imkansızlığının bilincinden hareketle, yazılan konuyu anlamaya çalışıyoruz. Orta Doğu’nun tanımlaması siyasi ve de akademik literatürde öz itibarıyla şu sözcüklerle hep ifade edilmiştir:

“Orta Doğu dünyanın en zengin ve de en sorunlu bölgesidir”.

“Bölgeyi izah eder misiniz”? sorusu sorulsa en genel anlamıyla karşımıza yanıt olarak şu sözcükler öne çıkar; emperyalist güçlerin müdahalesi, Siyonist yönetim ve onun sürekli baskı ve işgal hali, Araplar, yerli işbirlikçilerin etkili konumu, İslam, petrol, savaşlar ve antidemokratik rejimler olarak sıralanır.

Her şeyden önce İsrail Orta Doğu çemberinde caydırıcı güce sahip bir süper güçtür. İsrail yönetimi bölge ülkeleri üzerinde baskı, tehdit ve yok etme eylem planını sürdürürken, o en genelde uluslararası emperyalist güçlerin temsilcisi konumunda hareket ediyor. İstediği zaman Orta Doğu’da yapamayacağı hiçbir şey yoktur. 7 Ekim 2023’den beri Gazze’ye ve 21 Haziran 2024’den beri Lübnan’a saldırıları orantısız ve de sınırsız bir boyutta devam ediyor. Tüm bu saldırıların kolaylığı için bölge ülkelerinin (Arapların) İsrail’e hava sahasını açmış olması, Orta Doğu tarihinde yaşanan en büyük trajedi anlamına gelir.

Orta Doğu’nun geçmişten günümüze içinde bulunduğu çözümsüzlüğü bölge genelinde Filistin ve İsrail uzlaşmazlığı üzerinden şekillenmiştir. 1967’den beri süre gelen İsrail Filistin sınır sorunu ve İsrail’in işgal ve yeni yerleşim alanları yaşananları daha da bir çıkmaza sokmuştur. Şüphe yok ki, bu olumsuzluklarla birlikte bir de bölgede ki Arap ülkelerinin takındıkları ikili tavırları sonucu, tüm yaşananlar son 70 yılın zaman diliminde Filistinlilerin aleyhine sonuç vermiştir.   

Bu kontekste, bazı tarihsel gelişmeler bu süreçte Filistinlilerin Filistin’de adım adım tasviyesine yol açan gelişmeler ve açıktan hep büyük oyunun tuzağına düşmüşlerdir. Dolayısıyla her savaş önce ve sonrasındaki gelişmeler Filistin davasına açıktan ihanet etmekle sonlandırılmıştır. Beraberinde Filistinliler hepten yalnızlığa terk edilmiş ve de bölgedeki bazı ülkelerin iç siyasi çıkarına uygun sonuçlanmıştır (Hamas ve Hizbullah gibi örgütlerin ortaya çıkış öyküsü gibi, vb.ler). Bu hesapta kaçınılmaz olarak egemen güçlerin Orta Doğu için tasarlayarak planladıkları uzun vadeli oyun senaryosu etkili olmuştur. Bir bütün olarak bölgede yaşanan olgu ve olaylar (Filistin sorunu ve onun bağımsızlık mücadelesi) günümüz koşullarında artık işgalci güçlerden yana ve de İsrail devletinin gelecek “planlarına” hizmet eder bir sürece evrilmiştir. Tüm bunlarla birlikte, bugün gelinen noktada işgalci güçlerin yapmak istedikleriyle amaçlarına ulaştıklarını ve oyunu başardıkları yönünde ivme dönmüştür. Bu dönüşümü olanaklı kılan temel faktör, şüphesiz bölgedeki Arap ülkelerinin İsrail’e daha yumuşak ve de lehine denk düşen bireysel uzlaşıcı tavırları olmuştur. Arap ülkelerinden elbette başka bir tavır beklentisinde olmak ve söylemini düşünmek mümkün değildir.

Kapitalist dünya sisteminde çıkarlar gereği devam eden “sürekli savaş hali”, güçlünün güçsüzü amasız ve de fakatsız bir yaptırım gücüyle ezip yok etmesi vardır. Bu güç denklemini bir önceki yazımızda (“Üçüncü dünya savaşı mı?”) mümkün olabildiğince tarihsel veri boyutuyla detaylandırmaya çalıştık.

Orta Doğu’nun son atmış yılında Arap-İsrail ve İsrail-Filistin ilişkisinde “üç” önemli olayın etkisi olmuştur ve bugün yaşananlar sözünü ettiğimiz gelişmeler sonucu mevcut çatışmalar bir çözümsüzlükle ilerler olmuştur.

5 Haziran 1967 ve 10 Haziran 1967 İsrail-Arap Savaşı (6 gün savaşı) Batı emperyalistlerin açık desteğiyle, savaş İsrail’in zaferiyle sonuçlanır. Mısırın büyük yenilgisiyle Sina Yarımadası, Gazze, Ürdün’e bağlı Doğu Kudüs, Batı Şeria ve Golan Tepeleri İsrail tarafından işgal edilir. (2) İsrail ve Batı emperyalistlerin lehine sonuçlanan bu savaş, Orta Doğu’da büyük acılara, gerginliğe neden olurken coğrafya adeta paramparça olur. Bütün bölgeyi etkileyen bu savaş sonuçları; mevcut ülkeler çareyi ortak direnmekte değilde, bireysel diplomasiyle İsrail ve Batı ile sürdürdükleri gizli veya yarı resmi ilişkilerle eski konumu dönmek istiyorlardı. Yani, işgal edilen topraklarını tekrar yalvarırcasına kendilerine geri verilmesini lütfetmek acizliği gibi.

Sözü edilen bu “üç” önemli gelişmeyi şöyle sıralamak mümkün:

1-Mısır ve İsrail yöneticileri Washington’da bir araya gelirler, 18 Eylül 1978’de Washington Barış Antlaşması içinimza atarlar. Bu görüşmede İsrail işgal ettiği Sina Yarımadasından geri çekileceğini kabul eder. Buna karşılık Mısır devleti de İsrail’in devlet varlığını resmen tanır oldu. Bu Antlaşma sonucu aşağıdaki takvim işleyecekti.

a)İsrail kademeli olarak üç ay içinde işgal ettiği Sina’yı boşaltacak. 

b)İsrail, Batı Şeria ve Gazze’deki yaşayan Filistinlilere özerklik tanıyacak.

Bu antlaşma Orta Doğu’da bir şok etkisini yaratır ve büyük tepkilere neden olur, çünkü “6” günlük savaşta yer alan ülkelerin hiçbiri bu görüşmeye dahil edilmemişti. İşin özü; ABD ve Batılı güçlerinin Orta Doğu üzerindeki “böl ve yönet” politikası en üst seviye taşımış, sonuç vermiş ve de işler hale getirmiştir. Bu savaşta İsrail’e karşı omuz omuza savaşanlar, artık emperyalist güçlerden medet umur haldeydiler ve birbirlerinin aleyhinde atıp tutuyorlardı. Orta Doğu’da yaratılan bu siyasi denklemi bir fırsat gören ABD, İsrail ve Batı ülkeleri, 6 ay sonra, yani 26 Mart 1979 tarihinde Mısır devlet başkanı Enver Sedat, İsrail başbakanı Menahem Begin ve ABD başkanı Jimmy Carter’ında aralarında bulunduğu üçlü görüşmede Camp David Antlaşması için imzalar atılır. (3) Bu Antlaşma sonucu İsrail ve Mısır arasında sürdürülen barış görüşmelerinin sürekli kılınması sağlanır. Zira, Camp David Antlaşması sonrasında Orta Doğu’da şekillenen İsrail, ABD ve Batı etkisi, Filistin-İsrail uzlaşmazlığını daha da artırmıştır. (4) 16-17 Eylül 1982’de dönemin İsrail Savunma Bakanı Ariel Şaron “yeni Orta Doğu” denklemini bir fırsat olarak görür ve Şaron’un emriyle Filistin mülteci kampı olan Sabra ve Şatila’da katliamlar yapar. Maalesef bu olaylara dönemin Arap ülkeleri ve dünya ülkeleri seyirci kalmıştır. Tıpkı 2023’te Gazze ve 2024’te Lübnan’da yaşanan olaylarda olduğu gibi. Enver Sedat, bütün Orta Doğu’ya mal olmuş hatalarının bedelini 6 Ekim 1981’de bir grup cihatçının suikastı sonucu öldürülerek öder.

2-1978 ve 1979 “barış” görüşmelerine atfen Orta Doğu’da genel bir kanı oluşur; bu “barış” görüşmelerinin yarattığı sonuçlar bir anlamda Filistin davasına ihanet, Filistinlileri kendi kaderleriyle baş başa bırakmak ve yalnızlığa terk etmekten başka bir şey değildi. Önü açılan İsrail devleti, ABD ve Batı’nın tam desteğiyle 1978 ve 1979 sonrasından günümüze dek günlük olarak coğrafik sınırlar yeni yerleşim alanlarıyla genişlerken ve bölge haritası devamla deforme olur. Arap ülkeleri bu duruma sadece seyirci kalmıştır. Buna karşın Filistinliler soykırımdan çektikleri acılarla, bugünde hiçbir şey değişmeksizin yalnız kalmışlardır. Bugün gelinen süreçte Filistin bağımsızlık mücadelesi, çoğunluk olarak dini motiflerle güçlenirken kendi yalnızlığıyla baş başa kalmıştır.

3-Sürekli bir haksızlığın yaşandığı ve eşit koşulların olmadığı İsrail-Filistin meselesinde, taraflar kendince bir çözüm arayışındalar. 1993 yılında İsrail Başbakanı İzak Rabin ile FKÖ (Filistin Kurtuluşu Örgütü) lideri Yasar Arafat arasında gizli yazışmalar başlar. Bunu gizli tutmalarının ana nedeni, gerek İsrail’deki aşırı radikal sağcıların ve gerekse de Filistin’deki dinci grupların karşı tepkilerinin kamuoyuna yansıtılmamasıydı. Bu iletişim sonucu 9 Eylül 1993’de İsrail ve FKÖ arasında resmi bir görüşmeye dönüşür. Nihayetinde 13 Eylül 1993’de Washington’da bir araya gelen Arafat ve Rabin ortak bir barış bildirgesini yayımlarlar. Bu bildiriyle taraflar nihai “Barış Antlaşması” imzalar ve görüşmelerin devamından yana hemfikir olurlar. Bu görüşmeler Birinci Oslo Barış süreci olarak bilinir. (5) Bu barış bildirgesi “beş” önemli maddeyi içerir.

a)FKÖ, İsrail Devleti’ni tanımış, bağımsızlık yerine özerk bir devlet olmayı kabul eder.

b)Filistin özerk bölgesi, Mısır ve Ürdün’e dayanan sınırlardır.

c)İsrail, işgal ettiği Gazze Şeridi ve Batı Şeria’dan çekilecek ve Filistinlilere terkedilecekti.

d)Batı Şeria’daki Eriha’da Filistin özerk bölgesi 91 kilometrekareden 207 kilometrekareye kadar genişletilecekti.

e)İsrail’in Filistin özerk bölgesi olarak kabul ettiği topraklardan 1996’da çekilme süreci tamamlanacaktı.

Birinci ve ikinci Oslo görüşmeleri gerek Orta Doğu’da ve gerekse de Filistin’de radikal dincilerin giderekten artan tepkisine rağmen, Filistin’de beklenmedik bir iyimser hava oluşur, sorunun çözümüne dair. Zira, 20 Ocak 1996’da Batı Şeria ve Gazze’de yapılan seçimlerdeki oyların yüzde 87’i Yaser Arafat gider. (6)  Oslo görüşmelerinde Arafat’ın Bağımsızlık yerine özerk Filistin’i (!) kabul etmiş olması; ülkesinde ve de Orta Doğu’da radikal dinci Filistinlilerin hedefi olur.  Ancak tüm bu anlaşmalara rağmen, “barış” söylem ve görüşmeleri kâğıt üzerinde bir anlamsızlıktan öte yol alamamıştır, Filistin sorunu söz konusu olunca. 28 Eylül 1995 tarihinde aynı amaçlarla gerçekleştirilen İkinci Oslo Antlaşması kalıcı olmayı başaramamıştır. Bu Antlaşmadan 2 ay sonrasında da Rabin öldürülür. “Barış” görüşmeleri dönemine denk düşen 1996-1999 yıllarında aşırı sağcı Likud partisinden ülkenin Başbakanı seçilen Benjamin Netanyahu, kendi döneminden önce (Rabin dönemi) Filistinlilerle yapılan tüm Barış Antlaşmalarına sıcak bakmaz ve sekteye uğratır. Zira, Netanyahu 2009-2021 ve 29 Aralık 2022’den beri İsrail tarihin en uzun başbakanlık görevinde bulunan kişidir. Yeni yerleşim alanları, katliamlar ve sürgünler derken, Netanyahu döneminde tüm bunlar en katmerli bir şekilde devam ediyor. Enver Sedat ile aynı kaderi paylaşan İzak Rabin; 4 Kasım 1995 yılında Tel Aviv’in İsrail Krallar Meydanı’nda “Oslo Anlaşmasına” destek toplamak için kitlesel bir gösteri yapılır. Bu gösteride sağcı bir Ortodoks olan Yigal Amir bir suikastla Rabin’i öldürür.

Orta Doğu bölgesi barışa, eşitliğe ve adalete tahammülü olmayan ve ısrarla egemen güçlerin çıkar döngüsüne hapsolmuş, dış güçlerin böl ve yönet politikasına bir teslimiyettir. Feodalitenin, beylerin, din tüccarlarının ve otokrasinin mutlak hakimiyeti altında can çekişen insan yurdudur. Dolayısıyla bugün; Orta Doğu’da yaşanan vahşet son atmış yılda yapılan hükümet/yönetim hataları, güç ve zenginliklerin paylaşımındaki eşitsizlik olmuştur.

Bu makale için yoğun ve kapsamlı bir araştırmada bulunurken, şunu fark ettim. ABD ve Batılı güçlerin ısrarla İsrail’e kayıtsız şartsız desteklerini sunarken, arka planda sadece bir İsrail güvenliği olmamıştır. Çünkü bu işin birde ticaret boyutu olmuştur. Her işgal veya savaş sonrasında yapılan tüm “barış” görüşmelerinde dolaylı olarak Hürmüz Boğazı (İran ve Umman arasında bulunur), Süveyş Kanalı ve SUMED Petrol Boru Hattı (Mısır’dan geçer) gündem konusu olmuştur. Bir başka ifadeyle; Orta Doğu’daki petrol üretiminin sorunsuz ve güvenceli bir şekilde üreticiler tarafından dünya pazarlarına ulaştırılma talebi olmuştur. İngiliz sömürgeciliğinin “güneş batmayan Britanya’sı” gözü hep Orta Doğu’daydı, keşfedilen veya bilinmeyen devasa yeraltı zenginlik kaynakları sömürgeci güçlerin ilgi alanı olmuştu. Bölgenin sahip olduğu bu zenginlikler gözden kaçmıyordu ve 19. yüzyılda İngilizler ilk olarak Orta Doğu kavramını kullanırken ve bölgeyi hep yakın tabibe aldılar…    

Kullanılan ve yararlanılan kaynaklar

1-BNN-VARA TV, 25-09-2024, 20.45.

2-Hoff, Ruud, “Het Middenoosten”, Het Spectrum B.V., Utrecht 1991, s.93, 158.

-Butt, Gerald, “The Arab World”, BBC- Books, Londen 1987, s. 22, 35, 45, 46, 77, 152.

3-Hoff, Ruud, “Het Midden-Oosten”, (1991), s. 112, 113, 120, 147, 155, 160, 177, 179.

-Butt, Gerald, “The Arab World”, (1987), s. 37, 46, 48, 101.

-Oudheusden, Jan Van, “De Geschiedenis van het Midden-Oosten in een Notendop”, Prometheus Amsterdam, 2. Baskı, Venlo 2003, s.113-114, 123.

4-Khader, Naim, “Het Conflict in het Midden-Oosten”, Bureau van de Liga Der Arabische Staten Brussel, Mecaprint, Brussel, (sene verilmemiş) s. 5-9.

5-Oudheusden, Jan Van (2003), s. 127-128.

6-Vander Meyden Patrick & Kerremans Bart, “Demokrasi voor de Palestijnen?”, Syllabus, Universiteit van Amsterdam, 31 januari 1996, s. 35-40. 

-https://isgeschiedenis.nl/nieuws/arafat-de-eerste-palestijnse-president

-Samenleving&Politiek, Jaargang 3, nr: 4, April 1996 Amsterdam.



Ekim 2024
PSÇPCCP
 123456
78910111213
14151617181920
21222324252627
28293031 

Daha Fazla Analiz Haberler