Bizimle iletişime geçin

Makale

Ortadoğululaşmadan Beslenen Afrika Gerçeği-6

Din ve mezhep çıkar çatışması Kara Afrika’da belirleyici rol oynarken, işgalci güçlerin ısrar ve çabasıyla halklar arası birliktelik yerine siyasi platformda ayrışmanın ve uzlaşmazlığın koşulları yaratılarak yol alınır. Kaçınılmaz olarak yaratılan bu iç yabancılaşma ve uzlaşmazlıklar sayesinde işgalci güçlerin hareket alanı uzun vadeli kalmasını sağlamıştır.

Güney Afrika’da 50’li yılların başından itibaren “Kimlik Yasasının” en katı şekilde ve her defasında “yeni” ek yasal uygulamalarla daha baskın hale getirildiği bir süreç yaşanır. Sınır tanımaz bu uygulamalarla kıta emperyalist güçlerce kontrolde tutulmak istenilir ve bir bütün olarak adım adım tüketilen bir coğrafyaya dönüştürülür. Afrika halklarının unutamayacağı en büyük trajedi ise, “1955’de 54 ülkeden ancak 5’i bağımsız” (1) veya yarı bağımsız diyebileceğimiz bir statü konumunda olurken ve geri kalan diğer ülkeler topluluğu ise bir yok olma hükmüne terkedildiler. Sömürgecilerin sınır tanımaz bu baskı ve yaptırımları sonucu 1955 – 1995 yılları arasında Afrika kıtası bir bilinmezliğin acımasızlığıyla ve de kelimenin tam anlamıyla kan ağlar olmuştur. Ve bu yıllarda 7 milyon insan iç çatışmalarda ve paralelinde dış baskıların etkisiyle yaşamını yitirir. (2) İşgalcilerin böl ve yönet politikası sonucu Afrika’da gerçek anlamda bir “Ortadoğululaşma” örneği yaşanır.

Günümüz sömürge ilişkilerinde geçmiş alışkanlıklar

Din ve mezhep çıkar çatışması Kara Afrika’da belirleyici rol oynarken, işgalci güçlerin ısrar ve çabasıyla halklar arası birliktelik yerine siyasi platformda ayrışmanın ve uzlaşmazlığın koşulları yaratılarak yol alınır. Kaçınılmaz olarak yaratılan bu iç yabancılaşma ve uzlaşmazlıklar sayesinde işgalci güçlerin hareket alanı uzun vadeli kalmasını sağlamıştır. Vahşi Batı kapitalizminin bu büyük oyunu sonucu Afrika’nın zengin toprakları işgal edilir ve halkların bağımsız özgürlük taleplerine hepten kilit vurulur. Tam da bu sayede diş güçlerin bütün kıtaya hükmetmesi önünde bir bariyer kalmazken -ülkelerin mevcut zengin kaynakları işgalci güçler arası bir rekabete dönüşür. Deyim yerindeyse, Batı kapitalizmin “varoluş yolu” bir anlamda Afrika’dan geçer konuma gelir. Hükmetmek ve rekabet hırsı artık Batı kapitalizmi için vazgeçilmez bir avantaja dönüşürken ve paralelinde de uzun vadeli kalıcılığı sağlayan mevcut “bir” durum (denklem) yaratılır. İşte bu nedenle 600 yıla yakın Afrika sömürgecilik tarihinden hep bahsedilir olunmuştur (1482’de Afrika’ya ilk ayak basan işgalci ülke Portekiz’dir).

İlginçtir ki, kıta ülkelerinin hemen hemen bütününde birinci veya ikinci resmi dilin ya Fransızca veya İngilizce olmuş olmasıdır (Bunun verisini daha önceki yazı dizisinde sınırlıda olsa vermeye çalıştık).

Kara Afrika’nın bütününde devam eden kapitalist güçlerin işgal ve baskıları karşısında Güney Afrika’da ANC bir farklılık yaratarak karşı mücadeleyi daha görünür, kalıcı ve somut bir örgütlenmeye dönüştürülmesini sağlar. Bu istem ve beklentilerle; ANC’nin inisiyatifiyle Komünist Partisi, Hint Kongresi (ülkede yaşayan yoğun Hindistan göçmen temsilcileri), beyazlardan oluşan “Apartheid” karşıtı birçok ilerici ve devrimci örgütler, ırkçı “Apartheid” karşıtı Renkli Halklar Örgütü ve farklı sendika örgütlenmeleri bir birliktelik oluştururlar.

Bu oluşumdan hareketle öncelikli olarak halkların temel istem ve talepleri saptanır ve siyahilerin politik, sosyal ve toplumsal alandaki eşit vatandaş olma kriteri üzerinde hemfikir olunur. Bu güç birliği sayesinde 26 Haziran 1955’de Özgürlük Bildirgesi (Freedom Charter) bütün katılımcılar tarafından kabul edilir. Bu deklarasyonda “Apartheid” rejimine karşı özgürlük mücadelesi temel alınır, Güney Afrika’daki bütün bankaların, mevcut ağır sanayinin ve maden ocaklarının kamulaştırıp ayrım yapmaksızın bütün ülke halkının yararına dağıtılıp işletilmesi öngörülür. (3) ANC, Özgürlük Bildirgesi ile farklı birçok siyasi yapılarla bir araya gelmeyi sağlarken, kaçınılmaz olarak yeni örgütlemenin sınır ve etki alanı da genişler ve bu oluşumu da Halk Kongresi (Congress of the People) olarak kabul edilir.

“Apartheid” rejimi Özgürlük Bildirgesinin onaylanmasından bir gün sonra müdahalede bulunur ve bu örgüt yapısını koşulsuz olarak yasaklar. Irkçı rejim bununla da yetinmez ve iki gün sonrasında da Halk Kongresini kanunsuz ilan eder ve söz konusu yapıda yer alan örgüt temsilcilerini ve aralarında Nelson Mandela’nın da bulunduğu 156 üst düzey örgüt yöneticiyi tutuklar ve yargılanmalarına başlanır. Bu yargılama Treason Trials (İhanet Davası) adıyla yo-ğun uluslararası gözlemci ve basın tarafından izlenir. Bağımsız yargıçların baktığı bu davada hiç kimse suçlu bulunmaz ve ancak yargılama süresi yok yere Mart 1960’a kadar uzatılır. (4)

Fobik çelişki örgütte en büyük tehdittir  

Korkuyla kişisel kaygılara teslim olanlar, egolu ruh hali bozukluğuna düşenler, üstünlük kompleksi ile siyaset yapanlar, kolektif düşünün öngördüğü iş yapmanın aksine – tali-matnamelerle siyaseti anlamak ve de anlatmak hevesindeki yönetici(ler) “fobik” kişiliktir. Bu çelişkiyi tetikleyen temel gerekçe ise, “biz” yerine “ben” öznesinin öncelikli olarak öne çıkmış olmasındandır. Kaçınılmaz olarak bu düşünün kişi üzerindeki maliyeti pek ağır olur; açık tercihli ve uzun vadeliliğini engeller. 

Irkçı Güney Afrika rejiminin sınır tanımaz baskıları karşısında direnenler vardı. Ve halkın yüzde 95’ni (1960=nüfus 17,1 milyon) temsil edenlerin mücadelesi arzu edilen düzeyde sonuç verememiş olması insanları pek mutsuz kılıyordu. 2020 yılı itibarıyla Güney Afrika’nın nüfusu ise 59, 31 milyondur. Bunun %79’u siyahiler, %9’u beyazlar ve geri kalan %3’ü ise Asya kökenli göçmenlerden oluşmaktadır. (5) Dile kolay, Güney Afrika’da dünyanın hiçbir yerinde ve de tarihin hiçbir döneminde örneği görülmemiş ırkçı ve faşizan baskıların hayatın her alanında insan gölgesince siyahi Afrikalıları yakın takibe almış tarihi bir gerçekliktir! Tepkisel çıkışlarla mevcut yapı (ANC) içerisinde fobik ayrışmalar öne çıkarken, çözümü farklı siyasal “bir” örgüt kurma anlayışı üzerinde yoğunlaşır.

Siyasal geçmişi ANC’ye dayanan Robert Sobukwe ve arkadaşları 1959’da Afrika milliyetçiliğini önceleyen bir anlayışla PAC (Pan Afrikalı Kongre) örgütünü kurarlar. Bu örgütün kuruluş manifestosunda şu söylemler dile getirilir: “Güney Afrika’da siyahlar ve Güney Afrikalılar için Afrika. PAC Poqo (sade ırk anlamında) için bir Afrika istiyor” (6) iddiasıyla özgürlük mücadelesini başlatır ve bu anlayışla ülkede “Apartheid” karşıtı birçok eylemlerde bulunurlar. Zira PAC “Apartheid” rejimine karşı ortak bir mücadele ve ırklar arası bir dayanışma yerine; ısrarla siyah ırkına dayalı politik bir mücadeleyi öngörür ve de bunu yaptığı eylemlerle gündeme taşımayı dönemsel olarak başarır. PAC, kesin bir tavırla ırklar (halklar) arası bir mücadeleyi reddetmekle biliniyordu.

PAC, 21 Mart 1960’da ülke genelinde ırkçı rejim karşıtı birçok boykot ve protesto eylemlerini organize eder ve bu eylemde Sharpeville Katliamı yapılır (gelecek yazı dizimizde bu olayı daha da detaylandıracağız) ve bu ülke tarihinde unutulmaz bir gün olarak hep anılır olmuştur. PAC, Güney Afrika’da yaşayan bütün halkların çıkarını savunanı değilde, “sade siyahi ırka (Poqo)” dayalı bir mücadelenin temel alındığı bir görüşte ısrar eder. PAC’ın bu örgüt anlayışı “Apartheid” karşıtı mücadele tarihinde bu denli çelişkili ve karmaşa dolu bir dönem hiç yaşanmamıştır. Bir yandan “sade siyahi ırk” iddiasıyla bütün beyazlar hedef alınırken; diğer yandan da rejim karşıtı mücadelede Amerikan ve “Apartheid” rejiminin istihbarat güçleriyle bir “iş birliği” içinde olmuş olması, dönemin Güney Afrika’sında yaşanılan en aşılmaz siyasi çıkmazıydı.  Belki de “at izi it izine karıştı” esprisinin en doğru tanımlaması dönemin PAC siyasi çıkmazıydı, demek yerinde olur.  21 Mart eylemleriyle ilişkilendirilen ve de sorumlu tutulan PAC lideri R. Sobukwe tutuklanır. Bu olaylar sonrasında PAC giderekten katı siyahi milliyetçi bir çizgide yol alır. Siyasi ve politik belirsizlikten kendini aşamaz bir noktaya gelen PAC, örgüt kelimenin tam anlamıyla Güney Afrika’nın milliyetçi, gerici ve ırkçı örgüt olma profilini yansıtıyordu. 

Örgüt liderinin tutuklanmasıyla PAC’ta beklenmedik bir düşüş yaşanır -ve trajik olanda örgütün adım adım uluslararası emperyalist güçlerin ilişki ağına düşer olmasıydı. Emperyalist güçlerden medet uman ve uzlaşıcı bir çizgide iş birliğinin sürdürülmesinden yana olmayı hepten önemser olmuştur. PAC, beyaz karşıtı duruşla Azan Halk Kurtuluş Ordusu (APLA) adlı silahlı bir yapı kurar. PAC bundan hareketle; “Bir yerleşimci, bir kurşun” söylemiyle siyasi bilinçten yoksun yoksul Güney Afrikalılar için geçici de olsa pek popüler olmuştur. APLA sıkça sivil alanlara, bar ve kiliselere saldırılar düzenler ve en son olarak Cape Town yerleşim alanında 1991 ile 1994 yılları arasında sayısız katliamlara neden olmakla bilinir. PAC kuruluşundan itibaren “katı” Afrika milliyetçiliğini savunan, Sovyet ve komünizm karşıtı bir örgüt ideolojisine sahip olur. Güney Afrika’nın düşmanları halka baskı yaparken bir de korkuları vardı ve o da giderekten güçlenen “demokratik güçler birliğiydi”.

Emperyalist güçler ANC ve Özgürlük Bildirgesini imzalayan geniş katılımlı halk güçlerini zayıflatmak ve bölmek istiyordu. Zira bu işi de Amerikan ve Apartheid” rejiminin istihbarat örgütleri üstlenmişti. Johannesburg’da defalarca gizli toplantılar organize edilir ve PAC desteklenir. Bu gelişmeler ışığında PAC üzerinden ANC ve Özgürlük Bildirgesi taraftarlarına yönelik yoğun baskılar yapılır, kadrolar deşifre edilirken de geniş kapsamlı tutuklanmalara neden olur. (7)

Uluslararası emperyalist güçlerin yoğun baskı ve iç bölünme çabasına rağmen, ANC birçok “Apartheid” karşıtı güçlerin ortak mücadelede birleşmesini sağlar. Dolayısıyla yeni “bir” PAC saplantısına olanak verilmeme noktasında mümkün olduğunca çaba sarf edilirken -ve ısrarla halkların ortak yaşam birliği noktasında iç ve dış düşmana direnirler. Onlar kararlı bir şekilde ırkçı “Apartheid” karşıtı cephede buluşurken, ortak yaşam alanına inanarak bütünleşmeyi sağlamak isterler. Bu inançla özgürlük davası halkların en temel insan hakkı talebi olarak sürdürülürken -ideolojik ayrışmaların yeni “örgütçük” hevesleri de bir anlamda hep arka planda saklı kalır. Zira siyaset tarihin uzak ve yakın geçmiş dönemlerinde de yaşandığı gibi, ana örgüt bünyesinde yeni “örgütçük” denemesi hep bir fırsat kollama acizliği olmuştur. Yeni düşün iddialarıyla dönüşüm sağlanamaz iken, ancak mevcut yapıyı (örgütü) sekteye uğratmak ve geriletme noktasında hep zarar verici olmuşlardır!

Kullanılan ve yararlanılan kaynaklar

1. Magendane, Kiza, “Afrika na de Kolonisatie: Succesverhaal of Mislukkıing?”, Clingendeal Spectator, 22 april 2020 Nederland.

-Armaoğlu, Fahir, “20. Yüzyıl Siyasi Tarihi”, (1914-1990) Cilt 1, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara 1992, sayfa 627.

-https://stringfixer.com/nl/ Dekolonisatie van Afrika  

2. Vertongen, Nico, “Zonder jouw steun bestaat MO niet”, MO, Mondial Nieuws, Yazılı Haber Bülteni, 1 September 1997 Nederland.

3. Verschuuren, Stan, “Zuıd Afrika – Ontstaan en Ontwikkeling van de Apartheid”, SDU Mondiaal, ‘S-‘Gravenhage 1990, sayfa 88-90.

4. A.g.e., sayfa 91-93.

5. https://koningaap.nl/zuid-afrika-reizen/bevolking-zuid-afrika

   https://www-zuid–afrika-nl.translate.goog/zuid-afrika

6. Roskam, Karel, “Zuid-Afrika: de Toekomst Begon Gisteren”, Het Spectrum, 1981 Utrecht, sayfa 90-93.

7. Odink, Henk, “Van Slavernij naar Bevrijding – Vrijheidstrijd in Zuidelijk Afrika”, Pegasus, Amsterdam 1977, sayfa 68-70.

Devam edecek…



Kasım 2024
PSÇPCCP
 123
45678910
11121314151617
18192021222324
252627282930 

Daha Fazla Makale Haberler