Devrimci örgüt ve örgütlenme, toplumsal kurtuluşa yazgılı tek seçenektir. Ezilen sınıflar gücünü sadece örgütlü olmanın getirdiği formasyonel avantajlardan değil, bizzat bu formasyonel ilişkilerin devrimci niteliğinden alırlar. Birbirleri ile olan kolektif ilişkilerin devrimci niteliği, aynı zamanda o örgütün gelişim, dönüşüm ve ilerleme yasasının içinde boy verdiği dinamik örüntüdür.
Doğada ve toplumda diyalektik vardır ama bizim tarihe müdahale edebilmemiz için onu çalıştırabilir bir düşünsel ve eylemsel konumlanış içerisinde olmamız gerekir. Aksi tutumlar safdillik değilse bile bize din felsefesinden bulaşmış metafizik beklentilerdir. Yaşayan, kalıcı olan, aktarımlabilinen ve hedefini bulan örgütlenme gücünü bu canlı devrimci ilişkilerden alır. Bu anlamda devrimci birey için örgütlenme zorunlu bir görevdir ama bu ilk adım, birey-örgüt ilişkisinin devrimci niteliğiyle perçinlenip anlamlandırılmalıdır.
Bu ilişkide zaaflı olan ve tarihsel boyutları olan ama güncel politik dünyamızın dayatıcı ve tıkayıcı bir öğesine dönüşen klan siyasal kültürünün devrimci bilimsel eleştirisini yapmak önemlidir.
Ama devamında söylenmesi gerekir ki; örgüt sosyolojisi içinde inatçı bir yaşam özelliği gösteren klan kültürü de örgütsel bir kolektivizm yeteneği gösterebilmektedir. Nerede varsa orada bu durum, gerici bir öbekleşme ve bütünleşme halidir. Birey burada bir aileye körü körüne aidiyet duygusuyla bağlıyken, kendisine akıl hocalığı yapacağı, inanç gücünü tazeleyeceği ve düşünce ve pratiğini sorgulamadığı “Baba” rolünü oynayan bir lidere ihtiyaç duyar. Kişi burada asla özgür bir üretici değildir. Bilakis başkalarının yarattığı değerlerin taşıyıcısı konumundadır. Şehitlik, fedakârlık, erdem ve bağlılık gibi iddia olunan değerler, klan ilişkilerinin getirdiği kan bağı üzerinden adete aktarılabilinir durumdadır.
Bahsettiğimiz bu normlar, patentlenebilinen ya da miras hakkı olarak görülen mülki fenomenler gibi ele alınmaktadırlar. Bağımlılığın bağlılık zannedildiği, gücünü pre kapitalist mülkiyet ilişkileri ve kültüründen alan tapınmacılığın ise “Radikalizm” zannedildiği bir modelleme demek sanırız daha isabetli bir değerlendirme olacaktır. Bilgi değil, kaynağı belli olmayan bir inanç histerisi ön plandadır. Ama bu samimi bir inançtan öteye, kişinin bilinç altında suçluluk duygusu ve günah acılarını bastıran bir sahte gösteriye dönüşmektedir. Birey motivasyonunu bu anlamda doğal olmayan bir inançtan almaktadır. Klan dayalı örgütsel klik yapılanmaları, genelde yeni bilgileri düşmanca da algılayabilirler. Bu yeni bilgilerden ziyade, aslında söz konusu olan yeni bilgilerin kâşif ve üreticileri bireysel olarak hedef alınırlar.
Bu formasyon içinde kendisini gerçekleştiren sosyal bilinç, ideolojik ve siyasi mücadeleyi fikirlerin yine fikirlerle değil, kişilerin kişiler ile verdiği bir mücadele biçimi olarak algılar. Yerleşmiş statüko, hakim inanç ve kolektif aptallığın tehlikeye girdiği yönünde ki algılar, ilkel dürtüleri harekete geçirmekte ve kişi burada kendinlik bilincinin dışında sürü davranışı ile hareket edebilmektedir. Siyasal mücadelede aranan gerçeğin yada haklılığın sebebi değildir. Sebebi ne olursa olsun klan üyesinin savunulmasıdır amaç. Yani iç güdü ve ilkel dürtülerin devrede olduğu “adamcılık” anlayışı, bu gerici sosyal formasyonun yapılanma ve hareketlenmesinde önemli bir argümandır.
Ahlaktan, yüksek değerlerden ve adeta cennetin kapısını aralayacak ritüellerden dem vurmasına rağmen, oldukça basit, yoz ve etik olmayan bir siyasal yaşam ve mücadele formu ön görmektedir. Halk ile ilişkileri kabullenici, gerici ve patolojiktir. Devrimci aydınlar ile olan ilişkileri ise güvensiz ve tehlikeli bir çizgidedir. Toplumsal namus ve cinsiyet vurgusunun oldukça etkin olduğu ve siyasal mücadelede bir şantaj nesnesine dönüştürebildiği örgütsel kültürü olduğunu burada özellikle belirtmemiz gerekiyor. Bölgecilik, aşiretçilik, mezhepçilik ve mikro milliyetçilikten beslenen bir siyasal kültür manzumesi vardır. Ama bu durum aslında, modern proleter slogan ve hitap tarzı ile erken Kapitalizm dönemi geri üretim ilişkilerinin bir üst yapı kurumu olan kültürel öğelerin iç-içe geçmişliğinden ileri gelen bir kompleksten başka bir şey değildir.
Siyaseti yöneten davranış modeli oldukça mekaniktir. Kazanılacak yada ittifak yapılacak sınıfların varlığından ziyade, kendi değer sistemini onaylayacak yada ret edecek dostlar ve düşmanlar vardır. Klanın en büyük korkusu, kendi bağrındaki çelişkileri örten kutsal örtüyü kaldırıp atacak bir devrimci aydının varlığıdır. İkinci olarak da saflara gelen yeni toplumsal güçlerin şüphe ile karşılanmasının dayanılmaz yüküdür. Yenilikçi, dinamik ve yaratıcı bir devrimci örgütsel atmosferin önünde ciddi engel teşkil eden ilişkilerdir. İnisiyatif alan, yenilikçi ve risk üstlenen devrimci kadroların etrafını kuşatmak gibi gerici alışkanlıkları vardır. Geçmişte taşıdığı örgütsel rollerin sanki kendisine yaşam boyu yazgılıymış gibi bir ruh haliyle davranan hukuk, etik ve kültür bilmez politik yaşam silsilesi içindedirler örgütsel anlamda Devrimci demokrasinin bir bileşeni bile olamamışken, bu eski rütbeleri güncelleyen hukuksal ve mantıksal kaynak belirsizdir.
Oysa bir devrimci, örgüt içindeki statü ve pozisyonları bir burjuva politikacı gibi önemsemez. Bilinci ve davranışı, bunların geçici bir durum olabileceği yönündeki proleter kültürün tarihsel dinamiğine dayanır. Aslolan, yeteneğin ayrıcalıklılar sınıfı yarattığı bir örgütsel modelleme değil, kolektif amaçlar için herkesin ortak çaba yürüttüğü şeklinde ki bir devrimci kültürün şekillendirdiği örgüttür. Böyle bir kültür içerisinde aktivistlerin kişisel olarak inisiyatif ve sorumluluk aldığı, özgür etkinlikler ve bilgiler ürettiği, dolayısıyla hem kendilerini hem de mücadeleyi geliştirdikleri görülecektir. Aşırı gözetim, değerlendirme ve yönetimlerin geçerli olduğu hiyerarşik kültür türünü zayıflatacak olan böyle bir devrimci demokrasi modelidir. Bahsettiğimiz bu olumsuz tür daha çok, burjuva devlet örgütlenmesinin hüküm sürdüğü kamu kuruluşlarında bürokrasi kültürü olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bir ülkenin ekonomik ilişkilerinin ve bunun üzerinden şekillenen sosyal ve kültürel normların örgüt kültürünü etkilediği açıktır. Eskiden küçük burjuva birey ürettikleri ile kendisini örgüte dayatır ve bir ayrıcalık talep ederdi. Bu duruma küçük ölçekte burjuva palazlanma dememiz yerinde olacaktır. Tabi ki askeri ve politik alanda olabileceği gibi, yaygın olarak sanat, edebiyat ve yazım alanlarında kendisini gösteren bir eğilimdir. Ama son yıllarda ortaya çıkan ana akım, hiç bir şey üretmediği halde, hatta örgütsüz olmasına rağmen geçmişindeki değer ve anıları, bir çerçi zerzevatına çevirip kendisini olmadık yere dayatma biçiminde gerçekleştirmektedir. Biz bu toplumsal atmosferin gelenek sosyolojisinde ulaştığı formasyonel düzeye, “Politik Çerçicilik” diyoruz. Bireysel kararların kolektif kararlardan daha etkin olmasının, katılımcı yönetim tarzı yerine kendini dayatmanın, öğrenilmiş bir sorun çözme biçimi olarak ayrılma ve kopma, eleştirel tahammülsüzlük, değişime direnç gösterme, militarizmi onaylayan teorik ve sanatsal bir dünya ve kafa kol ilişkilerine güçlü eğilimlerin kaynağı toplumsal/sınıfsal kültürdür.
Devrimci sosyal ve örgütsel tabakaların etkilendiği zemin doğal olarak buralardır. Proleter bir örgütlenmede bilgi, beceri ve deneyim, bireysel liyakatin ayrıcalıklı bir ödünç ölçüsü değil, bilakis kolektivizme uyum, çaba ve katkının bir parçası olarak ele alınır. Bir örgütün başarılı olmasında örgüt kültürünün önemi küçümsenmeyecek bir bilimsel gerçekliktir. Sistemin sürekliliği ve hedefe varmasında parçaların bütünleşebilmesi ve her parçanın içinde bulunduğu sistemler tarafından tanınıp meşru görülmesinin önemli olduğunu vurgulamak isteriz. Devrimci örgüte dair bilimsel anlayışımız, çevresinden haberdar olan, çevresinin nasıl değiştiğini anlayan ve çevresiyle diyalektik bir ilişki içerisinde olan bir canlı mekanizmayı ön görmektedir.