Bizimle iletişime geçin

Editörün Seçtikleri

Kapitalist Sistemin Sürdürülebilirliği, Ekolojik Kriz ve Proletaryanın Sınıf Tavrı- 1

İnsanlığın akla gelen tüm hücrelerini, tüm değerleri metalaştırarak saran kapitalizm, ekolojik krizin temel nedenidir. Dünya çapında yaşanan ekonomik ve siyasal krizler gibi, kapitalizmin içindeki dinamiklerle çözüme ulaşamayacak bir krizdir “ekolojik kriz”. Krizin nedeni olan kapitalizm, yapısal niteliği ile, kriz çözücü değil, kriz derinleştiricidir.

İnsan ve diğer tüm canlı yaşamını, tabiatın doğal ilerleyişini sağlayan tüm değerler tek tek yok ediliyor. İnsanın doğa ile olan bilinçli ilişkisi, kapitalist toplumun yıkıcı niteliği ile ortadan kalktıkça, sadece doğal zenginlik kaynakları tükenmiyor, aynı zamanda tabiatın doğal işleyişi ve doğal dengeleri geri dönüşü olmayacak tarzda bozuluyor.

Bugün somut ve can alıcı sonuçlarla karşı karşıyayız. Soluduğumuz hava zehirleniyor, içtiğimiz su kirleniyor, toprak insana ve doğaya zararlı kimyasal bir atık. Isınan dünya, tüm canlılar için tehlike çanlarını çalıyor. Yani, insan, hayvan ve bitki türlerinin yaşamı ve soyunun devamı için korunması gereken ekolojik denge, kapitalist sistemin paslı çarklarında tahrip edilmiş demek kelimenin en yalın anlamıyla hafif kalır. Ekolojik denge köklü bir yıkım sürecindedir. Ekolojik dengenin kapsamı baz alındığında, beşerî faktör esası teşkil etmez. Ama insan faaliyetinin toplumsal bir aşaması olan kapitalist toplum süreciyle birlikte, ekolojide esası teşkil etmeyen beşerî faktör, ekolojik dengeyi bozmada belirleyici rol almıştır.

Geniş kapsamlı bir kavram olan ekolojik denge, canlıların beslenme, üreme, birbirleriyle ilişkisi, iklim ve çevre şartları bu dengenin ana halkalarını oluşturur. Tüm canlı türlerinin hem hayatta kalması hem de çevreyle doğal bir uyumla neslini sürdürmesi ekolojik sistemin iç dinamiğidir. Ve bugün bu dinamik tüketilmiştir. Yaşanan iklim krizi, nesli tükenen hayvan ve diğer canlı türleri, küresel ısınma, sel ve heyelan gibi “doğal afet”lerdeki artış, kaynak “kıtlığı”, kuraklık vb. gibi başlıklar, ekolojik dengede yaşanan yıkımın sonuçlarıdır. Son tahlilde bugün dünya, ekolojik dengenin kırılmaya başlayan dış kabuğuna dayanmış durumdadır.

İnsan yaşamına ve doğaya ait bu ve benzeri temel sorunlara, kapitalizmi merkeze koyarak bir karşı koyuş örgütlememek, sorunun nedenlerini anlamamakla özdeştir. Nedeni doğru kavranmayan bir sorunda, çözüm perspektifi ortaya koymak ve bu perspektif ışığında değiştirici olan toplumsal dinamikleri doğru hedefe yönlendirmek imkansızdır. Tüm toplumsal-ekolojik sorunların, kriz düzeyinde yaşanan yıkımların nedeni olan kapitalist sistem, sorunu kendi dışında tanımlamak için özel bir strateji geliştirmektedir. Hem toplumsal-ekolojik sorunları doğru kavramak, hem de buna karşı mücadele çizgisini doğru örgütlemek, sınıf merkezli bir yaklaşımı zorunlu kılar. Yani burjuvazi kendi sınıfsal çıkarı gereği yanılsamalar yaratırken, proletaryanın sınıf bilinci de bu yanılsamaların ardına gizlenen gerçekleri ortaya çıkararak, tüm toplumsal-ekolojik sorunlara sınıf eksenli bir çözüm çizgisi ortaya koyar, her çelişki muhtevasının ortaya çıkardığı toplumsal dinamiklerle örgütlenerek öne çıkar. Ekolojik sorunlar ve bu merkezli mücadele de kapitalist sisteme karşı verilen mücadelenin bir ayağı olarak görev sahamızı tanımlamaktadır.  Öncelikle bu halkanın temel alınması şarttır.

İnsan ve doğayı yok etmek üzerine kurulu bir sistem olan kapitalizm, ekonomik-politik sınır anlamında emeği ve doğayı sömürme, yağmalama üzerine inşa olmaktadır. Emeğin sömürüsü bağlamında çelişkilere sınıfsal muhteva, doğanın sömürüsü anlamında sınıfsal özden koparılmış “ekolojik” muhteva, bir kavram ve tutum belirsizliğidir. Ki bugün, kapitalizmin niteliğinden ortaya çıkan birçok çelişkiyi sınıf perspektifinden yoksun ele alışlar, sorunun ortaya konuluşunda ve mücadele hattında yığınlarca zaaflara neden olmaktadır.  Her çelişki sınıf muhtevası taşır. Çelişkinin, farklı sosyal kategorilerde cereyan etmesi ve farklı toplumsal kesimleri kapsamına alması, çelişkideki sınıfsal niteliği ötelemez, bu sadece sınıf çelişkisinin o sosyal meselede dışa vurumundaki özgünlüğü ifade eder. Her özgünlüğe göre çözüm siyaseti ve örgütleme aracı üretmek-mücadele perspektifi ortaya koymak, proletaryanın sınıf perspektifinin tezattı değil, proletaryanın sınıf bilincinin kapsayıcılığıdır.

Proleter sınıf hareketi, temel çelişki üzerinden stratejik yönünü tayin ederken, çözmekle mükellef olduğu yığınlarca sosyal-ekolojik çelişkilere dair politika ve örgütleme aracı yaratarak kapitalist sistemden zarar gören toplum ve doğaya dair kavramsal sentezler üzerinden ezilen-sömürülen yığınlarla bağ kurar. Bu bağ, her çelişkinin özgünlüğüne hapsedilmiş bir siyasal kısırlık değil, bu çelişkilerin ve çatışmaların nedeni olan ana halkaya karşı sürdürülen siyasal mücadele ufku ile birleştirilen bağdır. Özgün çelişki özgün örgütlemeleri zorunlu kılar. Ve her çelişki özgünlüğünde ortaya konan devrimci siyasetin, sorun kapsamında “özerk” yanının olması, sınıf perspektifli ele alışın kapsamındadır. Ama bu özgün sorun ve alanların, sınıf mücadelesiyle olan temel bağını yadsımak anlamına gelmez. Sınıf tutumunun reddi olarak bu bağı görmeyen, kapitalist sistemin yıkımına karşı duruşu, lokal çelişkiler üzerinden bir “muhalefet” düzeyinde ele alan her anlayış gibi, burjuva ideologlar da sosyal-ekolojik sorunlar konusunda sınır koyucudur, ayrıştırıcıdır. Çünkü kapsamlı çelişkilerin kendi alanında yarattığı dinamiğin, temel çelişki üzerinden devrimci bir dinamiğe dönüşmesi, sistem açısından stratejik tehlikedir.

Konumuz bağlamına sorunu ifade edecek olursak. Somutta yaşanan hâkim pratik irdelendiğinde, başta işçi sınıfı hareketi olmak üzere, toplumsal hareketlerle ekolojik mücadele arasına ayrımlar konulmaktadır. Özellikle ekolojik mücadeleyi, siyasal mücadelenin dışında tutmak, başlı başına sorunlu bir yaklaşımdır. Bu burjuva çizginin çarpıtmasıdır. Sınıf merkezli bakış açısı bunu reddeder ve sınıfsal-sosyal toplumsal hareketlerle ekolojik mücadele arasındaki kopmaz bağı güncelleyerek bir siyasal mücadele örgütler. Burjuvazinin bu konudaki yanılsaması, bilinçli sınıf tutumudur ve anlaşılır. Ama başta işçi sınıfı hareketi olmak üzere, devrimci-demokrat toplumsal hareketlerin, ekolojik mücadeleye dair kurumsal bir yol haritası belirlememesi ve bunu toplumsal mücadelenin bir parçası haline getirmemesi, aşılması gereken görev olarak önümüzde durmaktadır. Bu eksende atılan devrimci adımların bir parçası olmak, bu adımların kuramsal bilincini proleter sınıf perspektifi ile ele almak ve mücadelede kurumsal kazanımlar sağlamak açısından, Halkın Günlüğü kollektifi olarak üstümüze düşeni yapma konusunda daha sorumlu davranacağız.

Bugün Türkiye-Kuzey Kürdistan sahasında, (kapitalist barbarlığın dünyadaki yıkımının bir ayağı olarak) sermayenin yeni değerlenme alanları olarak gördüğü ve uyguladığı ekonomik politikalar, ekolojik yıkımla icra ediliyor. Sınırsız ve kuralsız bir doğa katliamı yaşanıyor. Ekonomik politikalar, savaş politikaları, sermaye merkezli kıyımlar yaratıyor. Mevcut düzen sendikacılığı başta olmak üzere, burjuva ve burjuvaziye bulaşık birçok anlayış, istihdamı politikası ile doğanın talanının farklı kavramlar olarak ele almakta, egemen sermaye birikimi modeli zorlamalarının bir parçası haline gelmektedirler. Doğa yıkımı ile iş istihdamı “tercihi” arasında, doğa ve emekçilerin sömürülmesi alanı açan sermaye, işçi sınıfı ve toplumsal dinamiklerin mücadele hattını, ekolojik mücadele gündeminden koparmak istemektedir. Düzen sendikacılığı başta olmak üzere, bazı “STK” ve burjuvazinin kulvarında duran anlayışların bu yaklaşıma ortak olması, proleter sınıf hareketi siyaseti ile kırılması gereken bir halkadır.

Emek ve doğa sömürüsü kapitalist barbarlığın sermaye birikim sahasıdır!

Lakin, kapitalist sistemde sömürünün biçimi, emekten doğaya, doğadan emeğe doğru işler. İhtiyaç için üretim yerine, pazar (tüketim anarşisinin önünü açarak) için üretimi esas alan kapitalist sistem, emek sömürüsü ile elde ettiği artı değerin yanında, doğayı da sınırsız sömürerek bir kâr marjı yaratır. Sermayenin merkezileşme (tekelleşme) trendi, sermeye birikim modelleriyle daha yıkıcı emek alanına ve doğaya döner ve bu çevrim, insan yaşamı ve doğada her döngüde muazzam yıkımlar yaratır. Kapitalist sistemin yapısal krizleri, derinleşen sınıfsal çelişkiler, ekolojik kriz, sermaye birikim modellerinin çevrimlerinde daha boyutlu yaşanmaktadır. Bugün dünyada yaşanan ekolojik kriz, kapitalizmin diğer krizlerini de ötelemeyecek kadar öne çıkmakta ve kapitalizm krizler sarmalında sürecini sürdürmektedir. Yani kapitalizmin dünya üzerindeki icraatı, sistemli yağma ve talan öyküsüdür. Bütün ekonomik etkinliklerinde, insan emeği yoluyla doğayı ve emeği sermaye birikimi olarak kendisinde merkezileştirmektedir.

Kapitalizm, kolektif olarak kullandığı insan emeği ve günümüz teknoloji gücüyle, doğayı sermaye aklına göre dönüştürme ekonomi politiğinde, artık değer ve sömürü kavramını en ileri düzeyde sistem içinde üretmektedir. Sermaye birikiminin hızlanması, genişlemesi ve merkezileşmesi için gerçekleştirilen yıkım, uluslararası ölçekte olup hem gezegenin doğal dengelerini hem de doğanın parçası olan insanlığı tehdit etmektedir. Son süreçte keskin olarak gün yüzüne çıkan en önemli tehditler arasında ekolojiye verilen zararlar nedeniyle tüm canlıların karşı karşıya kaldığı, denizlerde ve içme suyu kaynaklarında kirlenme, kimyasal, biyolojik ve nükleer atıklardan doğan sorunlar, karbon salınımı artması, iklim değişiklikleri ve küresel ısınma, erozyon nedeniyle ekilebilir tarım alanlarının daralması vb. gibi sorunlar yumağı, kapitalist sistemin aşırı kar hırsı uğruna emeği ve doğayı sömürmesinin sonuçlarıdır. Yani çürüyen kapitalizm, birçok boyutu ile sınıra dayanmıştır ve derinleştirdiği çelişkiler patlama arifesindedir.

Şöyle ki, kapitalizm coğrafi-ekolojik olarak kriz sarmalındadır. Güncel olarak yaşanan ekolojik kriz konusunda, en azından bir adım daha ilerlemek için “çözüm” olma niteliğini yitirmiştir. Bu bir niyet sorunu değil, kapitalizmin yapısal özelliğinin sonucudur. Çünkü, uluslararası tekelleşen sermaye süreci ile, gezegende talan edilmemiş, yağmalanmamış alan hemen hemen kalmamıştır. Sınırsız büyüme isteğini karşılamak için, tekellerin rekabeti ile dünya zenginlik kaynakları üzerinde didişen emperyalist tekelci sermaye güçleri, savaşlarla toplumsal-ekolojik yıkıma ekstra bir boyut kazandırırken, kapitalizmin genişlemesini sağlayacak ekolojik alan kalmadığı için, kapitalist sistem içinde “çözüm” üretmek olanaksız bir hal almıştır. Bu çözümsüzlük, tekelci sermaye rekabetinde daha yıkıcı politikalara neden olmaktadır. Yani kapitalist birikim sürecinin hâkim olduğu yerküremizde, aşırı kâr hırsı ile üretimi ve tüketimi büyütmeyi amaç edinen kapitalist sosyo-ekonomik yaşam, kendi talepleri doğrultusunda belirlenen sermayenin doğaya ve emeğe hükmetme hareketinde oluşan toplumsal-ekolojik çelişkilerin çözümü, sorunun nedeni olan kapitalist sistem içinde olanaksızdır.  Kapitalist merkezlerin ileri sürdüğü “sürdürülebilir kalkınma” tezi, sermayeye bir çıkış projesidir.

Kapitalist sermayenin birikim sürecinin sonuçlarından biri olarak ekolojik kriz!

Kapitalist sermaye için kâr marjını büyütmek, sermaye birikimini genişletmek anlamına gelir. Bunun için öncelikle çalışma koşulları ve çalışma koşullarında iş gücünün planlanması gerekmektedir. Gasp edilen artı değer yoğunluğu, tüm bu planlamanın temel ögesidir.  Çalışma döngüsünde iş gücünün etkili kullanımı, işçilerin iş yerine, ürünün pazara ulaşmasına kadar birçok başlık kriter alındığında, ulaşım ve iletişim özel bir başlık olarak öne çıkar kapitalist için. Deniz, hava, kara ulaşımında kullanılan devasa teknik, doğanın yıkımı pahasına yapılmaktadır. Bu ulaşım olanakları toplumun daha kolay seyahat yapması için öne sürülebilir. Ki toplumsal seyahat için bunlar ihtiyaçtır da. Ama bu gibi ihtiyaçların, insan doğa uyumunda daha bilimsel yapılması olanaklı iken, kapitalist sermaye sahipleri, bu ulaşım koşullarını doğanın yıkımı üzerinden inşa etmektedirler. Çünkü o artı değer yoğunluğu için işçiyi en az zaman kaybı ile ve en ucuz yöntemle fabrikalara taşırken, yine ham madde ve ürün nakliyatı için en ucuz ve hızlı ulaşım araçları yaratmak istemektedir. Coğrafyanın akciğeri konumundaki ormanların bu nedenle kesilmesi, denizin ulaşım araçları trafiği yüzünden kirlenmesi, devasa uçaklarla havaya bırakılan kirlilik, kapitalist sermayenin, sermaye birikim modellerine daha farklı girdileri sağlaması amacıyla yarattığı trafiktir ve bu ekolojik dengeyi muazzam tahrip etmektedir.

Kapitalist üretim biçiminin içsel dinamiği, sermayeyi hızla büyütmek, biriktirmek ve genişletmek üzerine kuruludur. Sermaye birikimi, daha fazla artı değer gaspı ve üretim-tüketim ağında sağlanan yüksel kâr marjına dayanır.  Özellikle sermayenin genişleme-yayılma trendi, rekabet ve değersizleştirme denkleminde, kapitalisti sürekli üretim artışına bağımlı kılar. Yani sermaye, hiçbir engel ve kural kısıtlamasını tanımadan, büyük ölçekte üretmeye ve biriktirmeye yönelir. Kapitalist birikim sürecinde aşırı üretim ve kâr için üretim, üretimin boyutlarını toplumsal ihtiyaç kriterinden uzaklaştırır. Pazarda alıcı bulmayan bir üretim emtiası, kapitalistin elinde bir çöp yığınıdır. Bunun için, üretimdeki sürekli artışa paralel, tüketim kültürünün hızlandırılması, toplumsal ihtiyaçlardan kopmuş bir tüketim biçiminin kışkırtılması gerekmektedir. Topluma sosyete merkezlerden zevk ve tercihleri belirleyen “moda” yaşam özentileri, “kullan-at” tipi ürün yaygınlığı, sermayenin egemenliği altında üretim ve tüketimin büyütülmesini hızlandıran unsurlar, iletişim ve ulaşım olanakları ile “toplumsal kültür” haline getirilmektedir.

Bilgi teknolojisinin devasa düzeyde geliştiği günümüz koşullarında, sermaye birikiminin genişlemesi ve genişleme-yayılma çevriminin daha hızlı olması için, gelişmiş “ulaşım” ve “iletişim”, sermayenin elinde etkili bir silahtır. Ayrıca, sermayenin üretim sürecinin yanında, dolaşım ve büyüme sürecinin düzenlenmesi açısından, sermayenin uluslararası tekelleşmesi, yani mali sermayenin uluslararası sahada serbestleşmesi, daha hızlı erişim olanakları ile uluslararası alanda yıkıcı niteliktedir.  Çünkü sermaye, bu hızlı harekette, kuralsızdır ve engel tanımazdır. Hızlı “iletişim” ve “ulaşım” çağında, sermaye emek ve doğa sömürüsü ile daha da palazlanırken, insanlık insani iletişimin yokluğunda yabancılaşmanın kıskacındadır ve bu durum, sermayeye geniş yığınları manipüle etme konusunda bir olanak olarak dönmektedir.

Kapitalist sermayenin birikim çevrimlerinin yarattığı ekolojik kriz, yanıltıcı düşünceler biçiminde topluma enjekte edilmektedir. Sermaye sahibi burjuvazinin düşünce tarzı, sistemin stratejik politikalarla yarattığı bireyci insan tipinin fikrinde toplumsal algı haline getirilmektedir. Kapitalizm bakidir. Var olan her şey kapitalist üretim biçiminin sürekliliğini sağlayan kâr hadlerinin arttırılması ve sermaye birikiminin genişlemesi içindir. Burada doğa, sermaye sahipleri tarafından, insanın onunla birlikte içinde var olduğu bir bütün değil, sadece insanlığın-ki bu sermayenindir demektir- yararına kullanılması için sunulmuş bir hammadde deposu” olarak görülür. Ve kapitalist sermaye birikiminin genişlemesi için çok hızlı bir biçimde doğayı dönüştürme eylemine girişerek doğayı talan etme fiilinde bu hammadde deposundan sınırsızca ve kuralsızca yararlanmaktadır.

Bu kuralsızlık özellikle bir boyutu ile çarpıcıdır. Doğadaki ham madde deposunu, sermaye birikimi ve genişlemesi için kullanan kapitalist barbarlık, doğadaki zenginlik kaynaklarını kullanma da çevre koşullarını “koruma” altına alacak önlemlerden, mali yükümlülüklerden dolayı kaçınmaktadır. Yani doğadaki zenginlik kaynaklarını sınırsızca sömürmesi, kuralsızca kullanması ekolojiye bir boyutu ile zarar verirken, doğal kaynakları ucuz ve hızlı yöntem olarak kimyasal-nükleer bileşenlerle yapması, ekolojik yıkıma sebep olmaktadır. Sorunun yaratıcıları olan sistemin burjuva egemenliği, sınıfsal-sosyal sorunlarda olduğu gibi, ekolojik kriz konusunda da burjuva bakış açısıyla meseleyi ele almaktadır.  Ekolojik krizin gerçek kaynağını ve boyutlarını görmezden gelen bu gerici anlayış, “çözüm” önerilerinde de ekolojik krizin sonuçlarını esas alarak, sermayeye “dünyanın biraz daha az kirletilmesi, tahribatın daha yavaş yapılması” nasihati vermektedir.

Bu bölümün tariflenen gerçekliğinde çıkan sonuç ise şudur; Kapitalist üretim biçimi, proletaryanın siyasal müdahalesi ile radikal bir tarzda yıkılmadığı sürece, kendi iç dinamikleriyle her tarihsel sürecin özgünlüğüne göre dönüşümler gerçekleştirir. “Basit el üretiminden” “manifaktür sürecine, “makinalı fabrika” üretiminden günümüz teknolojik düzeyine kadar, kapitalizmin süreci kendi dinamikleriyle bir dönüşüm sürecidir. Yoğunluk düzeyi farklı olsa da kapitalizme göre doğadaki her şey piyasanın “kâr amacına” kurban edilerek tıpkı insan gibi metalaştırılmıştır. Ve insanlık bu döngüde, insan odaklı üretim sürecine yabancılaştırılarak, üretim ve tüketimde kapitalist kar hırsına göre “denetim” altına alınmıştır.

Kapitalist gelişim, bu dönüşümde, emek ve doğa üstündeki hakimiyetini artırırken, bu değerlerin metalaşmasında bir derinlik yaratmıştır. Bu, kapitalizmin yıkıcı “gelişmesi” ve “büyümesi” içeriğidir. Ve emeğin ve doğanın metalaşması-sınırsız sömürülmesi, kapitalizmin temel normlarını sarsacak krizlere sürüklemiştir. Kriz “aşırı birikim krizi” ile sınırlı değil, daha evrensel boyutu ile ekolojik kriz olarak kapitalizmin iç dinamikleriyle yol almasını engellemektedir. Küresel ısınma, ozon tabakasındaki incelme, hava ve su kirliliği, asit bulutları ve yağmurları, toksit atıklar, ekolojik tür, bio ve gen çeşitliliğinde hızlı azalma, toprağın verimliliğini kaybetmesi, ormanların tahrip edilmesi, çölleşme-kuraklık, nükleer denemelerle (özellikle emperyalist savaşlarda kullanılan kimyasal silahların ekolojide yarattığı denge bozukluğu günceldir. Bu nedenle ekolojik kriz-savaş ilişkisini ayrı bir başlık olarak ele alacağız) katledilen doğa vb. sonuçlar, kapitalizm sürecinin “ürünleridir”. Her başlık kapitalizmin krizini ifade etmektedir ve bunun toplamdaki nitelemesi ekolojik krizdir.

İnsanlığın akla gelen tüm hücrelerini, tüm değerleri metalaştırarak saran kapitalizm, ekolojik krizin temel nedenidir. Dünya çapında yaşanan ekonomik ve siyasal krizler gibi, kapitalizmin içindeki dinamiklerle çözüme ulaşamayacak bir krizdir “ekolojik kriz”. Krizin nedeni olan kapitalizm, yapısal niteliği ile, kriz çözücü değil, kriz derinleştiricidir. Yani ekolojik kriz, özel durumu nedeniyle kapitalizmin içinde çözülemeyeceği ve her halükârda onun sonunu hazırlayan bir krizdir. Tüm canlıları ve tabiatın yasalarını tehdit eden bu kriz, kapitalizme karşı toplumsal muhalefet sahası açarken, kapitalist barbarlığın ekonomik-sosyal sahasını daraltan bir niteliktedir. Proleter sınıf hareketi açısından kavranması gereken halka budur.

Doğanın metalaştırılması, tüm canlıların doğadaki yaşam alanlarının sermaye lehine gasp edilmesi, “yenilenebilirlik”, “sürdürülebilirlik” yutturması ile aşılacak bir durum değildir. Sosyal-siyasal- ekonomik-ekolojik ve tarihsel olarak kapitalizm sürdürülebilir limitlerini aşmıştır.  Önümüzdeki bölümde, bu başlığı, savaş ve doğa yıkımı ilişkisiyle birlikte proletaryanın mücadele çizgisini konu edinmeye çalışacağız.

Bu yazı ilk olarak Halkın Günlüğü Gazetesi’nin Temmuz 2024 sayısında yayımlanmıştır.



Eylül 2024
PSÇPCCP
 1
2345678
9101112131415
16171819202122
23242526272829
30 

Daha Fazla Editörün Seçtikleri Haberler