Bizimle iletişime geçin

Makale

Proletarya Saflarındaki Martolos ve Onların Gölge Savaşları- 1

Biz proletaryanın düşün ve yazım emekçilerine göre komünist saflardaki reformistler, teslimiyetçiler ve onlara karşı sözde radikal gösteriler eşliğinde kıyameti koparan ama gerçekte adeta birer Martolos’a dönüşmüş kesimler ideolojik olarak kardeştirler.

Biz proletarya saflarına sızdırılmış Truva atlarına benzeyen bu Martolosların yürüttüğü gölge savaşlarına, görünmeyen, elle tutulamayan, bizimle aynı dili konuşan ve kaynağı belirsiz bir savaş şeklide diyebiliriz. Yani makalemizin ilerleyen bölümlerinde bir savaş bile olduğu belirsiz olan ama aslında özü yaman bir savaş olan bu gerçeklikten bahsetmeye çalışacağız.

Sınıflar tarihinde psikolojik harbin kökleri 2500 yıl önce “Savaş Sanatı” eserini yazan Çin’li kumandan Sun Tzu’ya kadar uzanmaktadır. Düşman toplulukların saflarında bozgunculuk yapmak ve onları içten parçalamanın teknikleri bu tarihi eserde başarılı bir şekilde tarif edilmiştir. Hedef olan topluluğa görünmez bir el tarafından yabancı bir kültür ihraç ederek onları ateşli silahlarla verilen bir savaş öncesi öz doğasından uzaklaştırmak şeklindeki gelişmiş bir konseptin temellerinin bu dönem atıldığı anlaşılıyor. Her ne kadar daha sonraları Moğollar psikolojik harbi oldukça etkili kullanmış olsalar da Çinlilerde olduğu gibi görünmez bir el tarafından yönetilen bir gölge savaşı olmaktan uzaktı. Çünkü Moğollarda psikolojik harbin esasları sadece korku ve dehşete dayanıyordu. Moğollar saldırıya geçmeden önce ordularını olduğundan büyük gösterir, kuşatmaya aldıkları şehirlere mancınıklarla esirleri canlı olarak fırlatır ve ele geçirdiği uygarlıkların liderlerine etini zorla yedirerek düşman toplulukların iradesini psikolojik olarak kırmaya çalışırlardı. Bunun aksine sadece geçici talana dayanmayan ve girdiği yerlerde kalıcı bir sömürü sistemi kuran Osmanlıların psikolojik harp teknikleri günümüzdeki sınıf mücadelelerinde yaşanan sürece epey ışık tutmaktadır.

Özellikle Kanuni Süleyman döneminde Rumeli, Balkanlar ve Batı Avrupa işgal hareketlerinde kullanılan “Martolos” adlı Hristiyan kökenli psikolojik istihbarat örgütlenmesinin uyguladığı taktikler incelenmeye değerdir. Bu taktikler özetle; yabancı bir bölge işgal edilmeden önce o bölge halkıyla aynı dili konuşan, aynı kültürden ve dinden Martolos üyeleri önden bölgeye gönderildi. Amaç tamamen o toplumun sosyolojik ve psikolojik zaaflarını, zayıflıklarını ve çatlaklarını tespit ederek saflarını bozmaya çalışmaktı. Martolosların içine sızdığı topluluklarda kraldan çok kralcı davrandıklarından şüphe duymamak gerekiyor. Bir kurtarıcı rolü oynamak, hamaset nutukları çekmek, olmayan bireyi varmış gibi göstermek ve kutsallığı kışkırtmak bu sosyal ajanlığın tipik özelliklerinin başında gelmektedir. Bu taktiğe Osmanlılardan önce Bizanslıların da başvurduğunu tarihsel kayıtlar bildirmektedir. Aynı taktiği Hitler’in de Fransa işgalinde kullandığını biliyoruz. Hitler Nazi ordularını Fransa üzerine göndermeden önce en az 15 bin tane tıpkı Osmanlıdaki Martolos teşkilatı görevine bürünmüş olan sosyal ve kültürel ajanı turist kılığıyla önden bu ülkeye soktu.

Fransa halkı ile ulusal ordusu arasındaki çatlakları bu sosyal istihbaratçılar vasıtasıyla tespit eden Nazi rejimi kara propaganda ile bu çatlakları büyüttü. Fransız halkı kendilerinden olan, onlarla aynı dili konuşan ve onlarla aynı şekilde tarihsel vatanları için ortak kaygı duyan bu sahte yurtseverlerin yaygın psikolojik propaganda faaliyetinden etkilenerek zaten öncelerden zayıflamış olan toplumsal bağları hepten dumura uğradı. Böylece Fransa artık işgal edilmeye hazır hale getirilmişti. Alman Nazi ordusu birkaç saatte Paris’e dayandığında devrimler tarihinin beşiği olan bu topraklarda Adıyamanlı Misak Manuşyan önderliğindeki bir avuç komünist direnişçi dışında halkın bütün direnç odakları çökmüş ya da dönüştürülmüştü. Oysa Fransız düşünür Gustave Le Bon daha 1895’lerde yazdığı “Kitleler Psikolojisi” adlı eserinde; “Eğer kullanılması bilinirse psikolojinin tersanelerinde dünyanın en kudretli toplarından daha dehşetli silahlar vardır.” demişti. Bu anlamda Alman faşistlerinin sinsice uyguladıkları psikolojik harp tekniklerinin Fransız ulusunun tarih bilincini bloke ettiğini rahatlıkla tespit edebiliriz.

Tarih boyunca psikolojik harbin en önemli hedeflerinden birisi de zaten hedef alınan düşman topluluğunun tarih bilincini bozmaktır. Çünkü savaş ve direniş gerçeğinin en çok bağ kurduğu alan toplumların tarih bilincidir. Eğer sınıf bilinçli proletarya böyle bir bilincin ürünü olarak tarih sahnesine çıkmamış olsaydı bir gün bile mülk dünyasının karanlık ve eli kanlı prenslerinin önünde ayakta duramazdı. Her sınıf kendi egemenliğini tarihsel rezervlerinden aldığı somut ve soyut araçlarla inşa etmek ister ama proletaryanın nihai egemenlik arayışının yenilgilere rağmen bitip tükenmek bilmemesinin esas sebebi yine ilk olarak Marks ve Engels tarafından keşfedilmiş olan tarihin bazı zorunlu yasalarında saklıdır. O halde günümüzdeki burjuva hükümetlerin devrimci proletaryaya karşı verdiği psikolojik harekatın başarıya ulaşması için üç tane ana hedefe ulaşmış olmaları gerektiğini tespit edebiliriz. Bunlar ideoloji, kültür ve tarih bilincinden başka bir şey değildirler ki, zaten bu kategorilerin hepsi birbirini etkiler konumdadırlar.

En başta ideolojiyi değiştirdiğiniz zaman tarih ve kültür anlayışınızı da değiştirmek zorunda kalacaksınız tabii ki. Ama nasıl ki tarih bilinciniz post modern bir yapı söküme uğradığı zaman ideolojiniz de değişmek isteyecekse aynı şekilde zamanla kültürünüz de değişecektir. Zaten bilgi teknolojisi ve psikoloji bilimindeki yeni gelişmelerle ateşli silahlardan daha etkili bir hale getirilmiş olan psikolojik harp tekniklerinin günümüzde aldığı en kompleks özellik onun görünmez ve anlaşılmaz olmasıdır. Çünkü ideolojisi değiştirilen ya da tarih bilinci tıkanan birey ve topluluklara göre değişen roller çok normal bir süreçmiş gibi görünecektir. Günümüzde birçok bireyin reformist, işbirlikçi ya da karşı devrimciye dönüşmüş olduğunu hala fark edememiş olmasının nedenleri, maruz kaldığı savaş biçiminin esrarından ileri gelmektedir. Mesela, Osmanlı ve Nazi Almanya’sındaki “Martolos”ların günümüzde devrimci çevrelerden devşirilerek proletarya saflarına karşı konumlandıkları kesindir. Bu Martolos’ları en aleni şekilde gözlemleyeceğimiz yer de dijital ağlardır. Ki zaten günümüzdeki psikolojik harp doktrinleri esas olarak dijital teknik ve platformlardan yararlanırken, devrimci hareketin gerileme ve yenilgi koşullar da yeni Martolos devşirmeye oldukça elverişlidir.

Mesela; Kaypakkaya geleneğinin bir kısım eski mensubunun kandaş, dindaş ya da akraba ulusun içinde istila öncesi hareket eden bir Martolos’a dönüşmüş olduğunu, anlayamamaları sosyal bilimler açısından incelenmeye değer bir durumdadır. Politik mücadelemizin içinden geçtiği özgün tarihsel koşullar dolayısıyla eleştiriyi gerektiren sorunlarla dolu olduğu açıktır. Dönemin en büyük sorununun ideolojisiz ve sınıfsız siyaset ve düzenin yasal icazeti altında etkisizleşmek olduğunu bu kamu alanlarında zaman zaman dile getirmeye çalışıyoruz. Zaten saflardaki proleter güçlerin ikili görevleri arasında; işçi sınıfının örgütünü orta sınıfların ihtiyaç duyduğu bir aparata çevirmek isteyen burjuva sosyalistler ile birer Martolos’a dönüşmüş olan sahte kurtarıcılara karşı aynı anda ideolojik mücadele vermek gelmektedir. Saflarda zaman zaman beliren gerici Marksist revizyona karşı mücadelenin müttefiki Martolos olamazlar. Çünkü devrimci proletarya sınıflar mücadelesinin en özgün biçiminin sürdüğü komünist partisinde bile bayrağını bağımsız bir biçimde yükseklere kaldırır.

Başta komünist partisi olmak üzere toplumun bütün iktidar alanlarına hakim olmak proletaryanın tarihsel bir hakkıdır. İlerici insanlık tarafından kabul edilen evrensel hukuk ilkeleri, etik ve siyasetin polemik kriterlerini tanımayan anlayışların proletarya saflarında sürekli istismara açık bir zaaf ya da çatlak aramaları tamda Martolos’ın tarihsel görevlerine uygunluk arz etmektedir. Tabii ki bu durumu beyin felcine uğramış olan küçük burjuva solcuları anlayamazlar. Ayriyeten bizler yılların arkaik ilişkileri içinde gerici ve ilkel bir klan üyesine dönüşmüş olan kesimlerin de bu durumu anlamalarını bekleyemeyiz. Bir problemle bilimsel ve ideolojik mücadele vermek ve onu çözmeye çalışmak ve eğer olmuyorsa devrimci bir alternatif yaratmak yerine bunu gizli yıkıcılığın bir fırsatına çevirip sermayenin sofrasına servis etmek burjuvaziden devralınan psikolojik bir harp yöntemi değil midir? Çatlakları onarmak ve kötü ruhları kovmak yerine buralara sinsice çomak sokmak ve her şeyden önemlisi tıpkı Fransa’nın işgalinden önce oraya doluşan Martolos gibi lümpen ve çürümüş birer memeli türüne dönüşmüş tipolojileri istihbarat faresi olarak kullanarak gizli dosyalar tutmak özel mülk alemine ait kirli bir savaş biçimi değil midir? Halbuki olası bir devrimci alternatifin gelecekte ışığı parlayan bir yıldız olma ihtimalini belirleyen ilke, onun şimdiden verdiği ideolojik savaşımının biçiminde saklıdır.

Bilimsel, estetik ve etik olmayan bir ideolojik etkinliğin tarihi olmadığı için geleceği de yoktur. Hani halkın; “İlerde adam olacak çocuk daha şimdiden kendisini belli eder.” benzeri bir özdeyişinde olduğu gibi duruyor birazda her şey. Kaypakkaya hareketinin sosyal ilişkilerini son yıllarda kuşatan Martolos hareketinin hangi sınıfsal nedenlerle ve hangi imkanları kullanarak bir teşkilata doğru dönüştüğünü makalemizin gelecek bölümünde çözümlemeye çalışacağız. Biz proletaryanın düşün ve yazım emekçilerine göre komünist saflardaki reformistler, teslimiyetçiler ve onlara karşı sözde radikal gösteriler eşliğinde kıyameti koparan ama gerçekte adeta birer Martolos’a dönüşmüş kesimler ideolojik olarak kardeştirler. Komünist partisine yönelik gerçekleşmeyi uman bir burjuva istilanın ideolojik ve fiziki öncüleri olması durumu hepsinin ortak özelliğidir…



Kasım 2024
PSÇPCCP
 123
45678910
11121314151617
18192021222324
252627282930 

Daha Fazla Makale Haberler