Bizimle iletişime geçin

Makale

İnsanlaşmanın Dramatik Yüzü

Kendisini evrenin merkezine yerleştiren insan, mülkü de kendi varlık şartının merkezine yerleştirince, hem mülkü hem de kendi karşısında bir yabancı konumuna düştü.

Mülk dünyası, varlık felsefesini insan merkezci bir anlayışla kurdu. Hal böyle olunca tüm canlılar alemi ile birlikte varlık alemi insana tabi kılınmış oldu. Başta yaşam hakkı ve hukuku olmak üzere, evrensel hukuk, mülk dünyasının çıkarları doğrultusunda kurulup biçimlendi. Böylesi bir dünyasının egemen insanı, yaşam hukukunu oluştururken, kendi doğası içinde, bu doğayı kuşatan, var eden, çok yönlü maddi ve manevi ilişkilerin içinde hareket etti ve kendi dışındaki canlıların görüşlerini, duygularını, yaşam haklarını dikkate almadı. Bunu yapmadığı gibi öldürmeye dayanan kendi beslenme sistemine karşı otoburluğunu çeşnilendirip süreç içinde geliştirmeyi ve giderek etoburluktan tamamen kopmayı önüne yaşamsal bir görev olarak koymadı. Bunu yapmakla, insanın insanı yaygın bir şekilde öldürmesinin nedenlerinden birisini de ortadan kaldırmamış oldu. Mülk insanının öldürme kültürü, etoburlığa dayanan beslenme kültürü ile sıkı bağlantı içindedir.

Mülk insanı, tarih sahnesine çıkışından bu yana, yapıp etmelerini, yani bir bütün olarak insanlaşma tarihini anlatırken sadece kendi emeğiden, bu emeğin başat rol oynayışından söz etti. Bununla da kalmadı, sömürülen insanın tarih yapıcı, yaşam kurucu emeğini görmezlikten geldi, sömürenin ve onun ünlü simalarının rolünü ön plana çıkardı, tayin edici kıldı. Uygarlığın kuruluşunda rol oynayan at, öküz, eşek, katır ve benzeri köleleştiriilmiş hayvanların emeğini küçümsedi, görmezlikten geldi. Tıpkı sömürgecilerin Avustralya’ya çıkarken, Aborjin varlığına rağmen anayasalarını, “bu kıtada insan yok,” esasına dayandırdıkları gibi… Mülk insanı, doğanın bağrında kendisiyle beraber yaşayan ve kendisini büyük ölçüde var eden canlılara ait emeğin, en başta da köleleştirilmiş hayvan emeğinin hem doğa hem de uygarlık açısından yapıcı rolünü hiçbir zaman önemsemedi. Önemsemediği gibi bu emeğin tarihini de yazmayı önüne bir görev olarak koymadı.

Mülkü ile birlikte kendi varlığını esas alan, merkeze yerleştiren insan, mülkün egemenliği güçlendiren bir öge olduğunu, yaşam içinde çok iyi kavrayıp içselleştirdi. Kendisini evrenin merkezine yerleştiren bu garabet insan, mülkü de kendi varlık şartının merkezine yerleştirerek, hem mülkü hem de kendi karşısında bir yabancı konumuna düştü.

Aynı insan, dili ve kültürü ben merkezci bu esasa göre kurdu. Her şeyde olduğu gibi dilde ve kültürde de, insanın dışındaki tüm canlılar uyruk, öteki ve insana hizmet eden yaratıklar olarak yerlerini aldılar. Dilden hep kendi dilini anladı. Canlılar alemi onun nezdinde dilsizleşti. Eşek, öküz, böcek, köpek, yılan gibi hayvanlar, insanın insana yönelttiği hakaretler silsilesinin vazgeçilmez araçları haline geldiler. Canlılar alemini bölen, onların bir bölümünü övgü, bir bölümünü de yergi ve hakaret sözlüğüne yerleştiren mülk sistemi, insanlığı da mülk sahipliği esasına göre, soylular soysuzlar, brahmanlar sudralar veya paryalar, patrisiyenler plepler, senyörler serfler, burjuvalar proleterler vb. olarak böldü. Sadece sınıf esasına değil, cinsiyet esasına göre de böldü. Bir cinsi diğer cinse uyruk kılacak şekilde farklı hukuklara mahkum etti. Bununla kalmadı ırkları, ulusları, dilleri ve kültürleri de böldü. Bunların bir bölümünü uyruk hale getirdi. Bunlara karşı inkar, eritme, yok etme politikaları izledi.

Mülk sistemi, insanın vücudunu da böldü. Sakat at uzmanı gibi kelle paça, beyin, kaş, göz, burun, dudak, meme, cinsel organ, ayak ve benzeri uzuvları ayrı kategoriler halinde sınıflandırdı. Bunların bir bölümünü aziz, muteber ve görünür kılarken, diğer bölümünü yasak, ayıp, mekruh gibi nitelemelerle kapattı, Hades karanlığına mahkum etti. Bu, mülkün babadan oğula geçişinin garanti altına alınması, yasak aşk türedilerinin veya “veledi zina” takımının engellenmesi, yani cinslerin birbirlerini özel mülk haline getirdikleri aile sisteminin, diğer adıyla mülkiyetin merkezi kalesinin, dolayısıyla mülk sisteminin korunması için zorunluydu ve cinsel ahlak yasasının da olmazsa olmazıydı. Gün ışığına çıkarılıp aziz ve muteber kılınan organlar şiirlerde, resim ve sanatın tüm dallarında yüceltilirken, Hades karanlığına sürülen mahkum ve mekruh organlar ise ağır küfür araçları haline getirildi. Cinsiyetçi küfür silsilesinde penis ok, vulva ise hedef olarak kullanıldı. Penis, erkeğin egemen rolüne uygun bir saldırı aracı haline getirildi. Sevilmeyen ağızlar vulvaya benzetildi. Lanetlenen, mazlum konumuna düşürülüp Fizan’a sürülen bu iki organ, nedendir bilinmez, perdenin arkasında, yani gerçek cinsel yaşamda öpülen, esrime, inleme, titreme, geveleme ve salya sümük yaratan, her iki cinsi de, onların iki yüzlülüğünü gösterircesine teslim alan iki kudret merkezi olmayı sürdürdü hep.

Mülk dünyasının Türkiye bölümü şu anda sokak köpeklerine karşı seferberlik ilan etmiş bulunuyor. Tüm İslam alemi ise toplu hayvan kırımıyla uğraşıyor. Şu anda emperyalistlerin savaşa hazırlandığı, doğanın geri dönülmez bir tarzda tahrip edildiği, 120 milyon insanın ise zorla yerlerinden sökülüp atıldığı bir dünyada yaşıyoruz.

Peki bu durumdan kurtulmanın bir yolu yok mu? Var. Yükselen faşizm ve savaş tehlikesi, bu kaçınılmaz çıkışı gösteriyor çok berrak bir şekilde.



Eylül 2024
PSÇPCCP
 1
2345678
9101112131415
16171819202122
23242526272829
30 

Daha Fazla Makale Haberler