David Graeber Değer Teorisi- Antropolojik Bir Giriş adlı çalışmasının şöyle denilmektedir:
“Yaklaşık yirmi yıl öncesinin büyük teorik çıkmazları aslında hiç çözülemedi; daha ziyade yok sayıldılar. Bir değer teorisinin tam da bu çıkmazların çoğunu çözecek şey olduğu yönünde bir kanı vardır, ama böyle bir teori hiçbir zaman gerçekten somutlaşmadı. Birçok akademisyen belki de bu yüzden gerçekte böyle bir teori varmış gibi davranmayı huy edindi.
Geçmişte sosyal teoride “değer” kelimesinin ne şekilde kullanılmış olduğuna bakarsak bir değer teorisinin neden böyle bir umut vaat edebildiğini daha kolay anlayabiliriz. Mevcut terimde birleşen üç büyük düşünce akımı olduğu söylenebilir:
1) Sosyolojik anlamdaki “değerler”: İnsan yaşamında neyin en nihayetinde iyi, uygun veya arzu edilir olduğuna yönelik anlayışlar.
2) Ekonomik anlamdaki ”değer”: Özellikle de başkalarının onları elde etmek için ne kadar değerden vaz geçmeye razı olduğuna bakarak ölçüldüğü haliyle, nesnelerin ne derece arzu edildiği.
3) Ferdinand De Saussure’ün (1966) yapısal dil bilimine kadar uzanan ve basitçe ”anlamlı farklılık” diye açıklanabilecek dilbilimsel anlamdaki ”değer”(…)
David Graeber, kitap boyunca sosyolojinin konusu olan insan davranışlarındaki “değer” kavramı ile ekonomi politiğin konusu olan “değer” kavramını özdeşleştirmenin yollarını arıyor. İlkel komünal toplumun son evrelerini yaşayan topluluklardaki armağan verme ilişkilerini irdeleyerek bu ilişkilerin sosyal statülerdeki bir farklılaşmaya karşılık geldiğini ve bu toplumlarda mübadelenin ortaya çıkması ile “değer” kavramının oluşmaya başladığını göstermeye çalışıyor.
Graeber, “değer” kavramının birbiri ile karşıtlık halindeki “kullanım değeri” ve “değişim değeri” bileşenlerinden oluştuğunu unutuyor. İlkel komünün son evrelerini yaşayan topluluklarda armağan alışverişinin henüz “değişim değeri” ne karşılık gelmediğini, bu ilişkilerin “kullanım değerleri”nin değişildiği törensel bir niteliğin ifadesi olduğunu fark edemiyor. İlkel komünal toplumun son evrelerinde mübadele ilişkileri başlamış olsa da ürünler halen kullanım için üretilmekte, değişim için üretilmemektedir. Dolayısıyla, mübadele ilişkilerinin bir tarihi vardır. Mübadele ilişkilerini kendi tarihinden soyutlayarak değerlendiremeyiz. İlkel komünal toplumda, henüz, “değişim değeri” oluşmamıştır. Değişim değeri ve soyut emeğin oluşabilmesi için meta üretiminin ortaya çıkması gerekir. İlkel komünal toplumda ürünler kullanım için üretilmektedir ve yalnızca kullanım değerine sahiptirler. Fakat, kapitalist toplum, tam da Graeber’in aramak istediği gibi sosyolojinin konusu olan insan davranışlarındaki “değer” ölçütlerinin nasıl ekonomi politiğin konusu olan ”değişim değeri’ ‘ne dönüştüğünün örneklerini verir. Prodhon ile tartışmasında Marx’sın şu dedikleri ise söylendiği gündeki canlılıktadır:
”Değişimin kendi tarihî vardır. O, değişik evrelerden geçmiştir. Bir zaman olmuştur ki orta çağda olduğu gibi, sadece, üretimin tüketimi aşan fazlalığı değişilmiştir. Gene bir zaman olmuştur ki, sadece fazlalık değil, bütün ürünler, bütün sanayi hayatı ticarete geçmiş veya bütün üretim, değişime bağlanmıştır. Değişimin bu ikinci evresini, yani karesi alınmış satış değerini nasıl açıklamalı? M. Proudhon’un cevabı hazır olsa gerektir: Tutunuz ki bir insan “başka insanlara, iş birliği yaptığı çeşitli görevlerdeki insanlara” satış değerinin karesini almayı teklif etmiş olsun. Nihayet öyle bir zaman gelmiştir ki insanların başka bir şeye çevrilemez gözüyle baktıkları her şey değişime, alışverişe konu olmuş ve başka bir şeye çevrilebilir hale gelmiştir. Bu, o zamana kadar iletilip aktarılan ama asla değişilmeyen; verilen ama asla satılmayan, edinilen ama asla satın alınmayan erdem, aşk, görüş, bilim; vicdan vs. gibi şeylerin nihayet hep birden, ticaret alanına geçtiği zamandır. Bu, genel kokuşma zamanıdır, her şeyin alınıp satıldığı zamandır veya ekonomi politiğin terimleriyle söylersek her şeyin, maddî ve manevî her şeyin satılık değer olarak, hak ettiği en yüksek paha’yı bulmak için pazara taşındığı zamandır. Ya bu yeni ve son değişim evresini, küpü alınmış satış değerini nasıl açıklamalı? M. Proudhon’un cevabı hazır olsa gerektir: Tutunuz ki bir kişi “başka kişilere, iş birliği yaptığı çeşitli görevlerdeki başka kişilere” erdemi, aşkı, vs.yi, değişim değerini üçüncü ve son kuvvetine çıkarıp satılık bir değer yapmayı önermiş olsun. Görülüyor ki M. Proudhon’un “tarihî ve tasviri metodu” her şeye yarar, her şeye cevap verir, her şeyi açıklar. “Ekonomik bir düşüncenin doğup gelişmesi” söz konusu ise o, çeşitli görevlerdeki iş birliği yaptığı başka insanlara bu ‘doğup gelişme’ işini yapıp bitirmeyi öneren bir insanın varlığını varsayar ve böylece her şeyi söylemiş olur.”
Zamanımızdan nesneler üzerinden örneklersek: Elektronik teknisyeni olan bir arkadaşınız bozulmuş olan televizyonunuzu ücretsiz olarak tamir ettiğinde siz onun emeğinin kullanım değerinden yararlanırsınız. Buradaki ilişki bir mübadele ilişkisi değildir; bir dostluk ilişkisidir. Arkadaşınızın davranışı da bir toplumsal erdeme karşılık gelir. İşte, kapitalizm giderek dostluk ilişkileri arasında gözlemlenen bu türden insancıl erdemleri meta ilişkisine dönüştürme eğilimindedir. Graeber, sosyolojinin konusu olan toplumsal erdemlerle ekonomi politiğin konusu olan “değer’‘ arasında bir paralellik ararken kapitalizmin tam da her türlü insan ilişkisini bir mübadele ilişkisine çevirerek bunu gerçekleştirdiğini ve ”değer” kavramını ”değişim” değerine indirgeyerek toplumu genel bir değerler yozlaşmasına sürüklediği gerçekliğini atlıyor.
Sosyolojinin konusu olan moral değerler kullanım değerine karşılık gelen somut emeğin nitelikleridir. Oysa, ekonomi politiğin konusu olan ‘’değer’’ değişim değerine karşılık gelen soyut emeğin bir dışa vurumudur. Graeber, Marx’ın Kapital’de kullanım değeri ile değişim değeri, somut emekle soyut emek arasındaki karşıtlıktan hareketle kapitalist toplumun bütün belli başlı çelişkilerini açığa çıkarmaya çalıştığını unutuyor ya da anlamıyor. Somut emek, bir mübadele ilişkisinde insansal niteliklerinden soyutlanarak soyut emek biçiminde toplumsallaşır; soyut emek bir niceliktir ve herhangi bir etik değer ifade etmez. Bu demektir ki kapitalizm proleterin artı-emeğini yalnızca gasp etmekle yetinmiyor ama onu insansal niteliklerinden de yoksunlaştırıyor. Somut emeğin insancıl nitelikleri olarak moral değerler eğer yaşam şansı bulabilirse, kapitalist ekonomi politikte değil insanların vicdanlarında yaşayabiliyorlar.
Graeber, ilkel komünal toplumun son aşamalarını yaşayan bazı kabilelerdeki armağan verme ilişkilerini de değişim değerinin gerçekleştiği bir mübadele ilişkisi olarak ele almakla yanlışa düşüyor. Oysa, bu toplumlarda henüz mübadele ilişkileri gelişmemiştir. Ürünler değişim için değil, kullanım için üretilmektedir ve ürünlerin değişim değeri değil kullanım değeri söz konusudur. Bu toplumlardaki armağan verme ilişkileri parasız bir gencin sevgilisine deniz kabuklarından kolye yapması gibi tamamen törensel bir anlam ifade eder. Zaten, Graeber’in kendisi de bu ilkel topluluklarda para olarak ağaç ve deniz kabukları kullanıldığını söylemektedir. Ağaç ve deniz kabukları değişim değerine karşılık gelen bir mübadele ilişkisini değil, toplumsal bir ”erdeme” karşılık gelen armağan kültürünü temsil etmektedir. İlkel komünal toplumun son evrelerinde kişisel kullanım için üretilen ürünlerin armağan biçiminde verilmesiyle bir statü farkı oluşmaya başlamışsa da meta üretimi ve değişim değeri henüz oluşmamıştır. Bu toplumlarda emek ”somut emek” formunda ” kullanım değeri ” üreten emektir. Armağan verme ilişkilerinde statü farkı kabile şefleri ile diğer kabile üyeleri arasındaki konumsal farklılığı yansıtmakta ve kabile şeflerinin saygınlığına karşılık gelmekte ve bu saygınlığı yeniden üretme işlevi görmektedir.
Sosyolojinin konusu olan insan davranışlarının değeri ile ekonomi politiğin konusu olan ”değer”in örtüşmesi ancak bu davranış biçimlerinin içeriklerinin metalaştığı ve mübadelenin konusu olduğu durumlar için söz konusudur; kapitalizmin ekonomi politiğin yerine getirdiği işlem tam budur. İlkel komünal toplumun kendi doğallığının bir ürünü olan insan ilişkilerinin ”doğallığı” tam da kendi karşıtıyla, yani, erdemsizlikle birlikte bulunduğu kapitalist toplumda gerçek bir erdem niteliği kazanmaktadır. Bir sosyalist inşa girişiminin de toplumsal yaşamı bu ahlaki yozlaşmadan özgürleştirerek insan ilişkilerine yitirdiği toplumsal doğallığı yeniden kazandırmayı hedeflemesi gerekir.
Demek ki, herhangi bir üretim ilişkisinde sosyolojinin konusu olan değerlerle ekonomi politiğin konusu olan değerler arasında bir çelişki yoktur. Sosyolojinin konusu olan ve insan davranışlarının niteliğine ilişkin olan değerler herhangi bir üretim ilişkisinde ekonomi politiğin değerlerine paralellik gösterir. Kapitalist ekonomi politik insansal değerleri metalaştırma eğilimindedir. Dolayısıyla, kapitalizmin kültürü bir meta kültürüdür. Emek etkinliğini meta olmaktan özgürleştirmek isteyen bir sosyalist paradigma ise kolektif nitelikler üstünden gelişebilir.
Meta üretiminde somut emekle soyut emek arasındaki karşıtlık ve buna bağlı olarak emek etkinliğinin bir meta olarak bir niceliğe indirgenmesi meta üretimi toplumlarında insan davranışlarının tanımlayan değerlerin de metalaşması ve insansal niteliklerini yitirerek şeyleşmesinin içeriğini oluşturur. Herhangi bir üretim ilişkisinde temel yaşamsal faaliyet olan emek etkinliğini koşullayan yasaların içeriği genel olarak insan davranışlarının içeriğini de belirler. Dolayısıyla, toplum biçimlerinin kültürü onların ekonomi politiğinin bir yansıması niteliğindedir. Dil de bir üst yapı unsuru olarak üretim ilişkilerinin niteliğini yansıtır. Dilin kavramları arasındaki ”anlamlı farklılıklar” toplumsal yapıyı koşullayan üretim ilişkilerinin kavramları arasındaki ”anlamlı farklılıkların” bir yansımasıdır.
Toplumsal yapılar, belirli üretim ilişkileri içinde bulunan karşıt sınıfların çatışmalı birliğidir. Sosyolojik değerlerden bahsedildiğinde toplumsal yapı içindeki sınıf karşıtlıklarının farklı değerlerinden de bahsedilmelidir. Örneğin, feodal çağda serflik ilişkileri ile imece kültürü farklı sınıfların sosyolojik değerleri olarak içiçedir. Aynı şekilde, kapitalist toplumda rekabet kültürü ile dayanışma kültürü karşıt sınıfların kültürü olarak içiçe bir nitelik gösterir. Sosyolojinin konusu olan değerler arasındaki karşıtlığın çözümü ekonomi politiğin konusu olan değerler arasındaki karşıtlığın çözümüne bağlıdır. Graeber, sosyolojinin konusu olan moral değerlerle ekonomi politiğin konusu olan değerlerin özdeşliğinin ancak toplumsal yapıdaki sınıf karşıtlığının çözülmesi ile sağlanabileceği gerçeğini göremiyor. Graeber, herhangi bir toplumsal yapıda üretim ilişkilerinin çelişkilerinin moral değerler arasındaki karşıtlığı da belirlediğini ve sınıflara bölünmüş bir toplumda tek bir ”değer” kavramı altında değerlerin ortaklaşamayacağını, meta üretiminin en gelişmiş biçimi olan kapitalist toplumda bir nitelik olarak ”değer” kavramının ancak değişim değeri biçiminde bir niceliğe indirgenerek ortaklaşabileceğini fark edemiyor.
Genel olarak meta üretimi toplumlarında, özel olarak kapitalist toplumda ekonomi politiğin nicelikleri arasındaki ilişkiler, yani, nesneler arasındaki ilişkiler toplumsal yaşamın ve insan ilişkilerinin nitelikleri arasındaki ilişkileri koşullar ve onlara hükmeder. Bu olgu, meta üretimi toplumlarında ve özelikle kapitalist toplumda yabancılaşma sorununun bir yönünü oluşturmaktadır. Bir sosyalist paradigmanın öncelikli sorunlarından biri de insan ilişkilerinin niteliklerini ekonomi politiğin niceliklerine tabi olmaktan özgürleştirmektir.