Aklın zorlandığı pek çok şey var. Çözemediği şeyler karşısında zorlanması pek tabidir; sınırlılıklar ve koşullanmışlıklar içinde çözmeye uğraşır çözülmemiş ve anlaşılmamış olan şeyleri. Aklın bunda zorlanmasını fazla görmemek lazım. Lakin açık-anlaşılır olan şeylerin anlaşılmaması aklı zorlayan en büyük zorluktur. Beyaza siyah denmesi gibi… İşte akıl beyaza siyah diyen yaklaşım-anlayış karşısında zorlanır, yetersiz kalır, sancılara boğulur ve kahreder ve isyan eder…
‘‘Doğru söylüyorsunuz ama…‘‘ ‘‘Ayrılık anlamlı değil, ayrılığın sağlam temelleri yok ama…‘‘ ‘‘Birlik doğru ve gereklidir ama…‘‘ ‘‘Birliği istiyoruz ama…‘‘ hatta ayrılmaya veya ayrı durmaya kasten söylenen ‘‘Yanlış yapıyoruz ama…‘‘ gibi bir çok söylem ayrı duran taraflarda dillendirilen ve genel kabul gören ifadeler dizinidir. Bu dizinlerdeki bütün ‘‘ama‘‘lar, dar kaygı, politik ciddiyet zayıflığı ve yüksel politik sorumluluk bilinci ve devrim iddiası bakımından tamamen zayıf olan parantezi oluştururlar esasta. İncir çekirdeğini doldursa da, örgütsel sorunları aşmaz bu “ama”lar parantezi…
Kimse birlik karşıtı değil söylemde, kime sorsan birlikçidir, birliği savunur! (Hakkını yememek gerekir ki, Kaypakkaya geleneğinin ana akımlarından biri durumunda olan ilgili yoldaşlar genel-geçer birlik savunuculuğuna rağmen esasta birliği öteleyen ters orantılı bir tutarlılık sergilemektedir. Bunları esasta ve bu söylem açısından hariç tutarak konuşuyoruz.) Lakin söylem ve düşüncede birlikçi olan aynı kimseler birlik noktasında somut adım atmaya, cesaret edip buzu kırmaya ve yol açmaya geldiğinde, düşüncede olduğu kadar pratikte tavır geliştirmez; son tahlilde tutarlı bir pozisyon ortaya koymazlar.
Yani düşündükleri ve söyledikleri gibi davranmaz, halin sürgit devam etmesine basamak olurlar. Oysa doğru düşünmek, doğru davranmayı koşullar. İşte aklın zorlandığı tipik durumlardan biri budur… Düşünce ile davranış açısından tutarlı zemine oturmasa da birlik konusundaki söylem birliğinden şu görülür ki, birlik konusunda ikna olan kesim büyük çoğunluğu oluştur. Bu umut verici olumlu bir zemindir. Birlikçi düşünce, birlikçi pratiği de gösterecektir; bu kaçınılmazdır. Çünkü, ayrılığı veya ayrı durmayı izah etmekte zorlanan düşünce-anlayış son tahlilde bu çelişkisini çözerek koşulu olan birlik konusunda doğru zemine oturacaktır. Bu, bilim, bilimsel samimiyet ve dürüstlükle ilgili olup, daha fazla ertelenemez bir durumdur…
Çelişkisiyle yüzleşmekten korkanlar ise elbette birliğe de doğru zemine de uzak duracaktır. Bunlara yapılacak fazla bir şey yoktur, pratiğin eğitmesinden başka… Duvara toslayıp gerilere yuvarlanmanın hangi tecrübesinden öğrenilir bu bir muammadır. Ve bu yaklaşım, bu anlayış, bu tarz ve tavır tam bir vakadır…
Kaypakkaya geleneğinin ana akım hareketleri arasında belli tartışmalar yürütülür, yürütüldü. Bu tartışmalarda ‘‘darbe‘‘den, ‘‘DABK‘‘tan, siyaset sorunlarından, örgütsel gelişme ve pratiklerden başka ne var? Örneğin, temel belirleyen olarak MLM-ideoloji konusunda ne gibi bir eleştiri yürütülmektedir? Kaypakkaya yoldaşın komünist çizgisi üzerine ne gibi bir tartışma ve eleştiri yürütülmektedir? Genel siyasi çizgiyi oluşturan unsurlarda esasta bir tartışma içeriği var mıdır bu tartışma ya da karşılıklı eleştirilerde? Taktik siyasetlere, örgütsel sorun ve yaklaşımlara, yapılan hatalara, geçmişte kalan karşılıklı yapılmış olumsuzluklara dönük eleştirilerden başka ne vardır?…
Misal, ‘‘darbe‘‘ bütün her şeyin üstüne, önüne çıkarılmaktadır. Tartışmaların ana odağına ‘‘darbe‘‘ ve bunun üzerine yapılan teoriler oturtulmaktadır. Ama MLM konusunda, yani ideoloji konusunda ne gibi bir eleştiri yürütülmektedir? Var mıdır böyle bir eleştiri? Kaypakkaya yoldaşın çizgisi konusunda, belli eleştiriler dışında genel olarak ya da köklü biçimde Kaypakkaya çizgisinin reddedildiğine dönük ikna edici, somut bir eleştiri var mıdır ve varsa yeterli midir? Daha çok yorumlama, çıkarsama temelinde yürütülen eleştiriler vardır. Somut, inandırıcı ve ikna edici bir eleştiri yoktur. ‘‘Darbe‘‘ ideolojiden, komünist çizgiden daha önde tutulmakta; ‘‘darbe‘‘ teorize edilerek zorlama sonuçlarla ayrılıkçı tavır izah edilmeye çalışılmaktadır. Çünkü ‘‘darbe‘‘den başka tutunacak başka bir argüman yoktur. Tabi ki, amaç ayrı kalmak ve ayrılığı meşrulaştırmak olunca, ‘‘darbe‘‘ kurtarıcı can simidi olmaktadır…
Neden ‘‘darbe‘‘nin her derde deva edilen bir gerekçe olduğunu iddia ediyoruz? Çünkü, darbe konusunda özeleştiri verilmesine, “darbe” mahkum edilip eleştirilmesine karşın, evet bütün bunlara karşın hala ‘‘darbe‘‘nin tartışmaların temeline oturtulması, onun sadece bir gerekçe olarak istismar edildiğini gösterir… Fakat darbe hervşey değildir, her şeyin üstünde de değildir. Geçmişte kalması, özeleştirisinin verilmiş ve mahkum edilmiş olması bir yana, ‘‘darbe‘‘ ideolojiden daha önemli bir sorun değildir. Birliğin temel konularından ve Kaypakkaya çizgisinde ifade bulan Komünist çizgiden daha önemli değildir…
‘‘Darbe‘‘ denilen mesele son tahlilde örgütsel bir sorundur. Ayrılıkların gerekçesi yapılması ve ayrılıkların savunulması için yanlıştır. Örgütsel sorunlar örgüt içinde ele alınıp aşılırlar, dış soruna taşınmaz, ayrılıklara yeterli sebep olarak gösterilmezler. Ne ki, geleneğimizde örgütsel sorunlar ayrılıkların sebebi edilmiş ve bu zeminde gereğinden fazla ve hoyratça ayrılıklar ilan edilmiştir. Ayrılan bir çok kesim ve grup aynı sebeplerle ayrılmış, ayrılıklarını ilan etmiştir. Örneğin, muhtelif tartışma ve konular kast edilerek, ‘‘bizim görüşlerimiz alınmadı, bize bilgi verilmedi, irademiz alınmadı, haberimiz yoktu‘‘ gibi gerekçelerle ayrılık ilan eden yoldaşlar oldu. Hala da ayrı kalmakta ısrar etmektedirler. Bu yoldaşların yukarıda ifade ettiğimiz meali söylem ve gerekçelerinin haklılığı-haksızlığı ayrı bir tartışmayken, iddiaları doğru olsa bile gerekçe ettikleri sorunun aslı astarı örgütsel sorunu geçmez-geçmemektedir. Örgütsel sorun derken, örgütlenme ilkesi ve ilkesel meselelerde yaşanan ciddi sorunlardan bahsetmiyoruz. Bilakis kısmi ve içte giderilebilir, giderilmesi gereken ve giderilmesi tamamen mümkün olan örgütsel sorunlardır ve ayrılıklar bu zeminde ilan edilmektedir.
Yanlış olan budur, yaşanan ayrılıklar gerçeği de budur… Bu kesimler için söylenecek şey, öncelikle bu hatalı tutum ve tavırlarını düzeltmeleridir. Yani ayrılığı gerektirmeyecek zeminde örgütsel sorunlar nedeniyle ilan etmiş oldukları ayrılık tavırlarını düzeltmek ve bunun özeleştirisini yakmak kendi sorumlulukları ve tutarlılıkları gereğidir. Yapılan hataların düzeltilmesi bir şarta bağlanamaz, pazarlık konusu da yapılamaz. Her kesim hatalarını düzelterek özeleştirisini yapmakla yükümlüdür. Hatayı kabul etmenin şartı, karşı tarafa dayatılan şartla açıklanmaz. Bu, karşı tarafın tavrından bağımsız olarak gelişen bir süreçtir. Herkes kendi hatasından sorumludur. Ve herkes hatasını düzeltirse sorun çözülmüş olur… Daha somut olarak ise, bu hataların tespit edilmesi, görülmesi, düzeltilmesi ve özeleştirilerin verilmesinin en uygun platformu tartışma zeminidir. Şartsız ve önyargısız olarak birlikte yürütülecek ortak tartışma, bu sorunların açığa çıkarılarak aşılmasının en demokratik ve en uygun mekanizmasıdır. Birlik amacında samimi olanların kaçınamayacağı şey, birlik perspektifiyle yürütülecek tartışmaya açık ve hazır olmasıdır…
Birliği savunmak birlik için sorumluluk almayı gerektirir. Bu pratiktir. Birlik sorumluluğu birlik için çaba ve mücadele etmektir. ‘‘Ben birlikçiyim ama birlik için çaba göstermem‘‘!? Bu, birlikçilik adına birliğe karşı sorumsuzluktur.