‘T.C.’ devletinin geleneği kökleri Osmanlıdan, İttihat Terakkiye ve günümüze kadar uzanan bir tarihselliğe sahiptir. Bu tarihsellik boyunca Türkleştirme, Panturanizm, Sünni-İslam egemenliği gibi tekçilik esas alınmıştır. Devletin beslendiği kaynak ve onu ayakta tutan da bu tekçilik olmuştur. “Cumhuriyetin” kuruluş aşamasından günümüze kadar sayısız katliamlara imza atan Türk devleti yine sayısı bugün bile belirlenemeyen birçok insanın kanıyla gerici saltanatını sürdüre gelmiştir. Ermeni ulusunu ülkenin dört bir yanında katliamdan geçirerek etnik temizlik yapan İttihatçı, Turancı zihniyet, Kürdistan’da Şeyh Sait isyanını, Zilan’ı, Ağrı’yı, Dersim’i aynı katliamlar silsilesinden geçirmiştir. ‘TC’’ egemenliğini Türk-İslam sentezi üzerinden kurmayı amaçlarken tüm ulus ve azınlık milletlere, diğer inançlara kılıcı reva görmüştür.
Katliamlar bir faşist devlet geleneğidir, her iktidar, her yönetim ülkemizde kendisini bu yüzden demokrasi naralarıyla kamuflaj etme çabasına düşmüştür. En gerici kliğin bile demokrasiden, milletlerin ve inançların kardeşliğinden bahsettiğini görmek mümkündür. Tüm bu manipülasyonlarıyla halklarımızın acı geçmişinden kalan duygularını kazanmak ve iktidarlarına kitle desteği kazanmaya çalışmaktalar. Ancak tarih canlıdır, geçmiş tarihsel bellek halklarımızın, devrimcilerin hafızalarında dün gibi yaşamaktadır. Faşist saldırılarını her dönem sürdüren faşist “TC” devleti ne baskıyla ne de katliamlarla halkların öfkesini dindirememiş ve dindiremeyecektir de. Devlet tarafından tarihsel belleğin sürekli allak bullak edilmesi de bunun korkusundandır. Çorum’da, Maraş’ta, Sivas’ta, ezilen Alevi kitlelerine karşı yönelen kanlı saldırıların da bu tarihsel bellekten silinmeyeceğini bilmekteler. Madımak katliamını kendi burjuva mahkemelerinde ‘zaman aşımına’ uğratarak kurtulacağını sanan faşist devlet, halkımızın ve devrimcilerin unutmadığını ve unutturmayacağını bilmezlikten gelmekle kurtulacağını sanmaktadır. Devlet, kendi kiralık tetikçisini yargılamaz, kendi katilini asla cezalandırmaz, yargılayacak olanda, cezalandıracak olanda devrimci güçler, ezilen yığınlardır!
2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas’ta bir araya gelen ilerici, demokrat, aydın, yazar, şair ve ozanların önceden örgütlenmiş gerici bir saldırıyla katledilişinin bir yıl dönümüne daha girmekteyiz. Adaletin halkın ellerinden çıkmadığı sürece, demokrasinin emekçilerin ellerinden çıkmadığı sürece gerçek olmadığını her 2 Temmuz’da tekrar tekrar görmekteyiz. Burjuva-faşist düzen adaletinin ve demokrasisinin halklarımıza her zaman acı ve göz yaşı getirdiğini tarihsel tecrübelerimizle öğrendik. Cayır cayır yanarken bedenler devletin var gücüyle duruma seyirci kaldığını ve daha fazla provokasyona yol açtığını herkes bilmektedir.
Tarihsel olarak ‘TC’ faşizmi sürekli olarak kendi Kürdünü, kendi Alevisini yaratmak istemiştir. Ve buna boyun eğmeyen, kendi doğallığını, geleneğini yaşayan Kürt halkına ve Alevilere düzenli olarak katliam, tutuklama ve işkence uygulamıştır. Doksanlı yıllarda da iktidardaki klikler asimilasyon, faşist saldırılar ve operasyonlarla kitleleri baskı altına almaya çalışmışlardı elbette. Böylesi bir süreçte, sağ-muhafazakar kesime yönelik eleştirilerin çoğalması, İslam’a eleştirel yaklaşımların olduğu, ve kendi kültürünü özgürce yaşama taleplerinin gündemde olduğu bir dönemde faşizm katliam aracını bir kez daha devreye koymuştu. Yapay bir Sünni-Alevi çatışmasıyla kışkırtılan muhafazakar-gerici kesim ilerici muhalefetin üzerine sürüler halinde salınmıştır. Madımak’ta bulunan, ülkemizin ilerici, demokrat, aydın, yazar, şair ve ozanları bu güruhun hedefi olmuştur. Önce taşladılar, sonra yaktılar, yakarak kurutulacak sandılar bu ülkenin ileri gelenlerini ama yanıldılar. Yandıkça yeşeren ormanlar misali ülkemizin her yanında yeniden ve yeniden ezilen inançlar ve ulusların mücadelesi her geçen gün büyüdü.
Bir otelin içerisinde, 35 can yanarak yaşamını yitirdi. Ozanlarımız, aydınlarımız, şair ve yazarlarımız, ezilen alevi insanlarımız, pervasızca bir saldırının ateş çemberinde hayata gözlerini yumdular. Devlet görevlileri “takviye güç geliyor, tüm tedbirler alındı” diyerek katliama seyirci kaldılar. Sessiz kalmamak adına birkaç cümle açıklamak zorundaydılar ve ağızlarından kan damlayarak konuşuyorlardı. Dönemin Cumhurbaşkanı ve Başbakanı, faşist devlet geleneğinin o günkü bekçiliğini yapıyorlardı. Bekçiliklerini ise açıktan yapıyorlardı ve hatta yakanlar değil yananlar suçluydu neredeyse… Birisi, “ağır tahrik var… Bu tahrik sonucu halk galeyana gelmiş’’ diyordu, bir diğeri “Çok şükür otel dışında ki halkımız zarar görmemiş” diyordu.
“Çok şükür” sadece otel içindekiler yanmış diyerek ateşimizi daha harlandıran alçakça zihniyetin ürünüydü tüm bunlar. İktidar partileri değişti, faşist liderler değişti, ancak günümüzde aynı zihniyet iktidardadır. Sınıf tavırları gereği gericiliği uygulamaktan kaçınmıyorlar ve yine kendi Alevilerini yaratmak istiyorlar. Muhalefeti zindanlara tıkıyor ve IŞİD gibi gericiliklerle iş başındalar. Ve yine gerici faşist partiler ittifak halindeler, bir kısmı muhalefet çatısı altında, diğer kısmı iktidar içindeler. Geçmişten aldıkları görevlerini yerine getirmek için birbiriyle dalaşıyorlar bugünde, iktidar olmadan önceki demokrasi naralarını görüyoruz bir kesimde ve iktidara gelince şaşırmayacağımız şeyleri göreceğiz, kitlelere zulmün kalesi bir devlet ve onun yönetici kliğinden başka hiçbir şey. Pir Sultan Abdal’ın söylediği gibi ‘’ Bozuk düzende sağlam çark olmaz’’
Gericiliğin bozuk bir düzeni ve kirli bir tarihi vardır. Bu bozuk düzenin yıkılması gerekliliği değişmez bir kanundur. Yıkımın ardından kurulacak iktidarımız, inançlar özgürlüğünün bir teminatı olacaktır. Ezilen yığınların katliamlarla baskı altına alınan dilleri, inançları, kültürleri hiçbir inanç veya ulusun baskısı olmadan yaşanacaktır. Alevileri yakan, Ermenileri, Kürtleri, Pontusları süren, katli vacip gören bu egemenliğin yıkılması elbette devrimle gerçekleşecekken özgürlükler de devrim ile elde edilecektir. Bugün devrimci öncüler Sivas’ta yanan ateşin hesabını halkımızla beraber soracaktır. Kendi elleriyle kendi kaderlerini yazacak olan halktır ve egemenlerinde en büyük korkusu budur. Bu korkuyu büyütmekse yine bizlerin ellerindedir.