Devlet ile siyasi iktidar farklı muhteva taşır. Devlet, özel mülkiyetçi sistemden beslenen sömürü imtiyazını elinde tutan egemen sınıfların ortak baskı mekanizmasıdır. Bu baskı mekanizması, özel mülkiyeti ve özel mülkiyet sisteminin sahibi sınıfların emek gaspı, sömürü hakkı ve tahakkümlerini korur. Devlet bütün kurum ve kuruluşlarıyla; ordu, polis, hükümet-siyasi iktidar, anayasa ve hukukuyla, mahkeme ve hapishaneleriyle bu sınıfları temsil eder, tamamen bunlara ait bir baskı örgütü olarak işlev görür. Devlet sınıfsal bir olgudur ve tüm niteliğini buradan alır. Devlet hangi sınıfların elindeyse, hangi sınıfların ise, o sınıflara hizmet eder, onun çıkarlarını korur ve tepeden tırnağa onun özelliklerini barındırır ya da yansıtır. Dolayısıyla, anayasası, yasaları, hukuku ve bütün kurumları, onu elinde tutan sınıfa hizmet eder, o sınıfa göre biçimlenir. Bu anlamda devletin, bütün milletin, bütün halkın, bütün sınıfların devleti olduğu büyük bir yalan, demagoji ve safsatadan ibarettir. Bütün sınıflara ait bir devlet yoktur, olamaz da. Devletin, sınıflar üstü veya sınıflara kayıtsız bir makine olduğu/olabileceği şeklindeki sav Bonapartçı manipülasyondur. Devlet, büyük sermaye sınıfının siyasi örgütü olarak, bu sermaye sınıfından farklı burjuva klik ve gurupların ortak örgütüdür. Bu sermayenin tekelci kesiminin, tekelci komprador kesiminin veya diğer burjuva gerici niteliklerdeki sınıf tabakalarının ya da kesimlerinin ortak baskı aracıdır. Siyasi egemenliklerinin ifadesidir. Özcesi, bu sınıflardan yalnızca bir kliğin, bir kesimin, bir grubun değil; aynı sınıflardan farklı klik ve kesimlerin mutabık olup paylaştıkları ortak bir aracıdır. Devlet de siyasi iktidar da esasta ülkede büyük nüfuz sahibi olan emperyalist güce göre biçimlenir, onun çıkarlarına hizmet esasında vücut bulur. Bazen, devletteki esas güç ve dolayısıyla iktidar burjuva sınıflar (komprador tekelci sınıf klikleri) arasında el değiştirir. Bu durum genellikle emperyalist güçler arası dengelerin değişmesine veya ülkedeki nüfuzlarının değişim durumuna bağlı olarak yaşanır. Emperyalist güçlerin dışında bir devlet niteliği ve iktidardan bahsetmek genellikle zordur. Devletin bağımlı/yarı-sömürge niteliği buradan ileri gelir ya da bu durumu tanıtlar. Erdoğan iktidarı da dahil bütün iktidarlar bu gerçeği takip eder ve bağımlı devlet realitesinin ürünleri veya biçimleridir. Bağımsız bir devlet ve bağımsız bir iktidar olmamıştır; Erdoğan-AKP iktidarı da bağımlı bir iktidardır. Onun şimdi esas güç olarak egemen olduğu devlette öyle…
Siyasi iktidar veya hükümet ise, hükümetin koalisyon niteliğinde birden fazla burjuva klik ve kesimi temsil ederken, koalisyonsuz tek parti hükümeti niteliğinde sadece o partiden teşekkül olan anayasal bir kurumdur ve devletin yürütmesi olarak işlev görür. Bundandır ki, hükümetler değişir ama devlet değişmez. Hükümet ve başbakan veya kişiler geçici, devlet kalıcıdır. Siyasi iktidar-hükümet bir partiden de oluşsa, devleti temsil eden sınıfların çıkarları temelinde işlev görür. Devlette güçlü olan kesim doğru orantılı olarak hükümet olarak örgütlenir. Ama buna karşın, hükümet eşittir devlet denemez. Hükümet ekseri devlette söz sahibi ve güçlü olan sermaye kesimi tarafından oluşturulur. Esasta da bu kesimin çıkarlarına göre hareket eder, politikalar uygular ve pastanın büyük parçasına sahip olur. Bu durum diğer devlet güçlerini memnun etmez, dolayısıyla aralarında bir iktidar dalaşı yaşanır. Bu dalaş neticesinde iktidarların değiştiğine de tanık olunur, olunmuştur. Ancak, bazı durumlarda devlet içinde güçlü olmayan kesim hükümete gelebilir. Bu durum ya darbe ya da bir dizi baskı ve entrika sonunda hükümetin değiştirilmesine yol açar. İşte bu durumda değiştirilemeyen hükümet, iktidar olmanın avantajlarını kullanarak vb. palazlanıp daha büyük güç haline gelebilir, gelir. Dolayısıyla devlette daha belirgin biçimde söz sahibi olur ve hatta iktidarda kalma sürecine bağlı olarak devlette esas güç-egemen güç haline gelebilir. Erbakan’ın hükümete gelmesi, “kanlı mı olacak, kansız mı olacak” şeklinde kendisi için erken doğum olan bu sözünden sonra hükümetten indirilmesine yol açarken, Erdoğan-AKP iktidarı da esasta sermaye gücüyle değil ama örgütlenmeyle alttan kitlesel örgütlenmeyle elde ettiği avantajla ve tabiki CHP’nin yol vermesiyle hükümete geldi. Lakin, örgütlenerek, manipülasyon ve din sömürüsü üzerinden vb. arkasına aldığı büyük kitlesel destekle hükümette-iktidarda daha uzun süre kalmasını sağladı. Ki bunda, konjonktürel koşullar ve emperyalist icazette önemli rol oynadı. Özellikle statükocu Kemalist devlet ve iktidar biçimlerinin emperyalist sermayenin ihtiyaçlarına/yeni ihtiyaçlarına cevap olamaması ve geniş kitleler içinde teşhir olması nedenleriyle, emperyalist çıkarlar temelinde geliştirilen devletin yeniden yapılandırılması sürecine yeni yüzlerle ve elbette bu yapılandırma sürecini kitle desteğiyle yürütebilecek yeni uşakların tercih edilmesinin ve Erdoğan-AKP iktidarının bu yapılandırma sürecini gönüllü olarak üstlenip icazet almasıyla iktidar sürecini uzattı. Bu uzun iktidar sürecinde devlette egemen olmayı başardı. Öyle ki, Sessiz devrimimizi yaptık demekten sakınca taşımayacak duruma geldi. Erbakan daha farklı koşullarda hükümete geldi ve erken konuşarak düşürülmesine yol açtı. Erdoğan-AKP iyice yerini sağlamlaştırdıktan sonra sessiz devrimden bahsetti. Ki, siyasal dinin egemenleştirilmesinden, Kemalist devlet statükoculuğunu manivela edip kitleleri arkasına alarak Kemalist ordudan, devlet sistemine kadar gerçekleştirdiği değişimlerle dediği anlamda sessiz devrimlerini esasta gerçekleştirdi.
Kısacası, Erdoğan-AKP iktidarı bugün çıplak biçimde devletleşmiştir. Faşist Kemalist devlet uygulamaları ve statükoculuğununun sunduğu nesnel avantajları büyük bir demagojiyle manivela edip hoşnutsuz kitleleri, bu kitlelerin önemli bir bölümünü çarpık Kemalist laiklik baskısı zeminini kullanarak din sömürüsü üzerinden manipüle ederek yedekleyen, aynı zamanda Kemalist devlet statükoculuğunun çürümüşlüğünü basamak yaparak ve bu statükoculuğun emperyalist yeni ihtiyaçlara cevap vermeyen özelliği nedeniyle emperyalistlerce öngörülen devletin yeniden yapılandırılmasını üstlenerek kitle desteğine de sahip olma avantajı ile birlikte yeni yüz olarak emperyalistlerce tercih edilmesiyle iktidara yerleşen veya yerleştirilen Erdoğan-AKP iktidarı, uzun süre iktidar olma konjonktürünü yakaladı. Uzun iktidar döneminde iktidar olanakları ve siyasi nüfuzuyla palazlanan ve son derece bilinçli bir politika izleyerek kitleleri yedekleyen, Kemalist burjuva iktidar türevlerinin çürümüşlüklerini ustaca lehine çeviren, devletteki örgütlenme ve kurumsallaşmasını (ortağı FETO ile birlikte) iyi yürüten Erdoğan-AKP iktidarının devletleştiği pratik bir olgudur. Ekonomik olarak palazlanıp kök salmış, yayılıp serpilmiştir. Siyasi olarak, hükümetin ötesinde, devletin tüm kurumlarında, medya alanında ve hatta Sendika ve STK’lara varana kadar bütün toplumsal alanların esasında örgütlenerek kelimenin gerçek manasında devlet nüfuzundadır, devlet düzeyinde örgütlenmiş, devletleşmiştir. Daha da trajik olan, başkanlık sistemine geçmekle birlikte, hükümet-iktidar bizzat Erdoğan’ın talimat ve kararlarına tabi hale gelerek Erdoğan iktidarına dönüşmüş, aynı realite fiilen devleti de tek başına temsil etme aşamasına ulaşmıştır. Devletin diğer güçlerini adeta teslim alıp nüfuzu altına alıp kontrol etmektedir. Dolayısıyla, doğrudan Erdoğan iktidarı demek isabettir. Ülke hakkında, ekonomi hakkında, uluslararası ilişkiler alanında, tüm milli meselelerde, kısaca devlet politikalarının tümünde tek başına Erdoğan belirleyici unsur haline gelmiştir. Ordunun başkomutanıdır, polisin şefidir, ülkenin şefi ve reistir. Hükümet, parlamento, ittifaklar, hatta koalisyonlar vb vs tümü biçimseldir; tek adam sultası için hepsini teslim alarak kullanmaktadır, hepsinin kaderlerini belirleyen tek otorite Erdoğan unsurudur…
Bu durum az bir şey değildir. Anlaşılmaz bir şekilde tüm tiranlığı kabul edilmekte, önüne geçilememektedir. Emperyalistler arası güç dengeleri ve ortaya çıkan konjonktüreler şartlar Erdoğan’a büyük fırsatlar verse de ve başında durduğu pazarı emperyalistlere karşı bir pazarlık unsuru olarak kullanma avantajına sahip olsa da, tek adam despotizmiyle tam bir keyfiyetçilik ve hukuksuzluk uygulamasına, katliamlar gerçekleştirip en ağır baskılar uygulamasına ve muhalif cephesini alabildiğine büyütmesine rağmen bir türlü frenlenemiyor. Bu durumu izleyen muhalefet, fiilen bir siyasi kırılma yaşamış, bir türlü psikolojik çöküntüsünü toparlanamamıştır. “Millet ittifakıyla” nispi bir toparlanmaya girmiştir. Bu toparlanma büyük şehir belediyelerinin AKP-Erdoğan’dan alınması gibi anlamlı bir yere vurmuştur. Fakat buna karşın, burjuva muhalefetin psikolojik eşiği henüz atlatamadığı görülmektedir. Ki, bu doğrudan muhalefetin sınıf karakteriyle ve bu karaktere bağlı olarak izlediği siyaset ve yürüttüğü cılız muhalefetle ilintilidir. Tutarlı bir muhalefet yürütememesinin sonucudur. Bu da psikolojik olarak Erdoğan’ın siyasi gücü karşısında yaşadığı kırılmadan, siyasi yenilgi ruh halinden beslenmektedir. Erdoğan iktidar menfaatleri uğruna ve kişisel tasarrufuyla başka devletlerin iç işlerine karışıp oralarda kışkırtmalarda bulunup saldırganlıklar uyguluyor, diğer ülke topraklarına işgaller gerçekleştirip katliamlar gerçekleştiriyor, hatta savaş çıkarma girişimlerinde bulunuyor, burjuva muhalefet destekleyerek arkasında duruyor. Erdoğan, belediyeleri gasp ediyor, burjuva muhalefet ‘’bana değmeyen yılan bin yaşasın’’ diyor. Kentleri yerle bir edip cani kıyımlar gerçekleştiriyor, muhalefet ‘’Kürtlere müstahaktır’’ anlayışıyla, tekçi ırkçı-milliyetçi, devletçi faşist niteliğiyle pozisyon alıyor. Milletvekilleri tutuklanıyor, aynı muhalefet ‘’ben provokasyona gelmem, ben esas devletçi, milliyetçiyim’’ diyerek biçimsel tepkiyle en edilgen muhalefetle yetiniyor. Seçilmiş belediyelere, milletvekillerine, halkın ve Kürt ulusunun demokratik iradesine darbe yapılıyor, gasp gerçekleştiriyor, muhalefet hala ben sokağa inmem diyor… Sokağa inmeyen hapishanedeki ranzaya iner. Erdoğan iktidarında af yok, acımasızlık ve sesiz devrim uğruna hırs var. Tek adam sultası için ülkeyi yakmak var. Ama bu muhalefette, muhalefet yürütme tutarlılığı, ciddiyeti yok. Bu muhalefette yenilgi ruh hali var. Bu muhalefette psikolojik çöküntü var. Vekilini koruyamama korkaklığı var. Erdoğan ben adamlarımı yedirtmem diyerek muhalefetten yerim deyip yerken, muhalefet sen ye demekten başka bir şey diyemiyor, yapamıyor. Seçimlerde devireceğim diyor. Seçim sonuçlarını defalarca tanımayan, tanımadığını kanıtlayan Erdoğan’ın, önümüzdeki seçimlerin sonuçlarını kabul etmesi kolay olmayacaktır. Bu muhalefete karşı seçim sonuçlarını tanımaması güçlü olasılıktır. Muhalefet şimdiden tutarlı bir muhalefet çizgisine geçmek durumundadır. Erdoğan’ın kuyruğundan giderek ona karşı muhalefet edemez… İşte muhalefetin içler acısı durumu budur. Erdoğan’ın gücü karşısında sönük ve basiretsizdir. Tüm problem budur. Oysa geniş kitlelerde tepki büyüktür. Erdoğan AKP’si iki parti doğuracak kadar sancılara boğulmuştur. Tutarlı muhalefetin felç edeceği bir iktidar durumundadır. Sokağa inmeye tövbekar bir muhalefetin kazanamayacağı aşikardır.
ABD’de patlayan öfke tutarlı muhalefetin bir örneğidir. Kararlı ve tutarlıdır, sonuçlar alarak ilerlemektedir. Bu gerçeğe karşın, bizim muhalefet, ABD’deki gösterilere burjuva çamur bulaştırma peşindedir. Yağmalama yapılıyor muş! Yağmalayan ABD burjuvazisidir, burjuva sınıflardır. Halk kitleleri ancak kendisinden çalınmış, gasp edilerek el koyulmuş olanı geri almaktadır. Halkı yağmacı diye küçümsemek ve kötülemek ancak burjuvazinin işi olabilir ki, bahsini ettiğimiz ülkedeki muhalefet bu durumdadır. Büyük kitlesel hareketlerde bazı taşkınlıkların olması büyük kitlesel hareketlerin doğası olarak Kabul edilmesi gereken gerçektir. Kitleler ayaklandımı, her şey burjuva disiplin ve düzen içinde gitmez. Kitleler yılların birikmiş öfkesiyle ayaktadır. Açlığın, zulmün, sömürünün mağduru olarak ayaktadır. Onların kendilerine ait olup da gasp edilenlere sahip çıkması yağma değildir. Her kitlesel hareket belli aşırılıklar gösterir. Bu aşırılıkları giderebilecek tek bir güç yoktur. Kitleler ayaklandı mı her şeye kendileri karar verir ve hiçbir güç tanımazlar. Gerçekleştirdikleri her eylem onların eylemidir ve kitleler eyleminden dolayı suçlu sayılamazlar. Onlar binlerce yılın acısı ve açlığıyla birikmiş öfkeyle ayaktadır. Burjuvazinin malını-zenginliklerini korumak onların işi değil, bilakis onlara el koymak onların eyleminin bir parçasıdır. Kitleler iktidarınıza-devletinize aynı duygularla el koyduklarında da aynı şeyi söyleyeceksiniz. Ama kitleler sizin burjuva düzeninizi tanımak için değil, yıkmak için ayaklanmaktadır. Her şey ayaklanan kitlelerindir. Onları burjuva nizama ve uysallığa davet etmek burjuva saçmalıktır. Ayaklanma sömürü ve zulüm düzenine karşıdır. Onu yerle bir etmek için ayaklananlardan, burjuva mülkiyete dokunmamalarını istemek burjuva ahmakların işi olabilir. Erdoğan’ın başka bir türevi olan burjuva muhalefet cephesi derhal burjuva özel mülkiyet eksenli duyarlılıklarını yansıtıyor. Evet evet muhalefet etmesini becermeyenlerin, kitleleri anlaması, ayaklanmalarını anlaması da beklenemez… Varsın bilumum burjuvazi ABD halkının devrimci ayaklanma hareketine yağmacı diye saldırsın; bizler ABD halkının yanındayız, devrimci hareketini coşkuyla selamlıyoruz…
Burjuva muhalefetten beklentimiz yok, olamaz da. Çünkü, o burjuvadır. Aynı sınıftandır, aynı kandandır, son tahlilde sınıf çıkarları birdir. Burjuva muhalefet sadece psikolojik eşiği atlatamamakla değil, burjuva sınıf karakteri ve niteliğiyle maluldür. Biz bu muhalefete değil, mücadeleye bakmak durumundayız. Mücadele devrimci halkın ve öncü-önder güçlerinin işidir. İktidarı muhalefetiyle tüm burjuvaziyi devre dışı bırakacak yegane güç devrimci mücadeledir. Bu mücadelenin biçimi illegal mücadele içinde devrimci savaştır, bu savaşı geliştirmektir. Bunu örgütlenerek geliştirilmesi kaçınılmazdır. Devrimci savaş gücünün ortaya koyulmasının vaz geçilmez temellerinden biri kitleleri örgütlemektir. Küçük mücadele ve hareketlerden büyük kitlesel hareketlere, oradan büyük devrimci savaş pratiğini geliştirerek derim nüfuzuna ulaşmak şarttır. Burjuvazi iktidarı vermeyecek, burjuva muhalefet bu iktidarın alınmasında köstektir; iktidarı alacak olan yegane güç proletarya ve emekçi sınıfların devrimci savaşıdır. Hiçbir mücadeleyi küçümseyip es geçmeden, hepsini devrimin çıkarı için kullanmak ama son tahlilde devrimin savaşla gerçekleştirileceği gerçeğine uygun hareket etmek zorunludur…