“Türk-İslam Tarih Sentezi” temellerine dayanan ve devlete içkin bir şekilde praksis kazandırılan bu yıkıcı siyasa, iç ekonomik hal, iktidar paylaşımı ve ittifaklar, uluslararası ilişkiler ve devrimci duruma göre dönem, dönem üstü “demokratik islemeli perde” ile örtülse de, devletin varoluş felsefesiyle amaçta, geleneksel birlik oluşturmaktadır… Son yıllarda olduğu gibi, perde açılınca sahneye savaş tanrıları, insan ve hayvan karışımı mitolojik varlıklar, yarı tanrı savaşçılar ve bilumum cümle âlem zebaniler doluşmaktadır. Mezar yıkım ve talancılığına yönelmiş bu faşist devlet siyasasının aktive edilmesinin belli başlı aktüel sebepleri de vardır. Pandemi süreci ile beraber iyice dibe vuran ekonomik çöküntü ve krizin tetikleme olasılığı olan sosyal patlamalar beklentisi, hatta diplerden gelen sosyal patlama öncesi huzursuzluk ve uğultular, uluslararası ilişkiler ve pazar paylaşım dalaşında kamuoyundan gizlenen hayal kırıklıkları, vurduğu bazı taktik darbelere rağmen Rojava devriminde ki stabil siyasal durum, PKK’nin stratejik bir yenilgiye uğratılamamış olması ve son olarak genel devrimci mücadelede yükselme emareleri gibi nedenler sayılabilir.
Türkiye’de bir devlet biçimi olarak faşizm, tarihsel çağdaşı faşist hareketlerden yönetsel formasyon olarak bazı önemli farklılıklar gösterir. Antonio Gramsci kuramın parçalarından olan “Hegomanya” çözümlemelerinde, devlet yönetsel formasyonu olan hegemonya için sadece zor araç ve gereçlerin değil, “Rızalık” sağlayan yönteminde devrede olduğu gözlemlenmiş bir toplumsal alandan bahseder. Devlet yönetimde sürekliliği sağlamak için, toplumun bazı kesimleriyle “gönül rızası” üzerinden bağlar kurmak zorundadır. Gramsci her ne kadar devletin bu ideolojik amaçlı yönetsel formasyonunu sivil toplum alanına dayandırmaya çalışmışsa da, Türkiye de sınırlı da olsa gözlemlenmiş alternatif alan imkânlarına bu ideolojik yorumun ışığında bakmamız gerekir… Rojava işgali için savaş tezkeresi çıkardığı parlamento da, kolları ve kanatlarını sürekli kırmasına rağmen, Kürt ulusal demokratik taleplerini de dillendiren HDP’nin varlığına tahammül etmesinin altında bu ideolojik sebepler yatar. Burada amaçlanan “Rızalık” ile ilişkilenme HDP ile değil, HDP’nin irade ve istemi dışında Kürt halkının orta ve geri kesimiyle bağlar kurmaya duyulan ihtiyaçtır…
Şimdi asil alanımıza dönersek, tarihte hep geriye doğru gittiğimiz zaman, iktisadi teşekküller, hukuk ve militarizmin tek plazma içerisinde bağlaşık bütünlük oluşturduğunu göreceğiz. Ordu komutanları ve valilerinin barış zamanlarında “Tımar” sahipleri olmaları, asker yetiştirme ve besleme karşılığında toprak rantından pay almaları koşulu ve nihayet Kadıların en asli görevlerinin bu ilişkiyi denetlemeleri, farklı hücrelerin ayni plazma içinde ki temel ilişkilerinin yanında, başlangıçta adeta nerdeyse bir “Tekillik” yönünün olduğunu bize bildiriyor… “Kızıl Elma” ideolojisinin tarihsel sınıfsal kökleri, Osmanlının merkezi otoriteye uzak bölgelerinde ki vergilerini toplamakta zorlanması ve devletin giderleri için nakit para ihtiyacının belirmesi üzerine, uzak bölgelerde ki toprakların açık artırmayla kiralanması ihtiyacından doğan “Mültezim ve Ayanlar” sınıfına kadar dayanıyor. “iltizam Sistemi” denen bu iktisadi modele göre mültezimler, hükmettikleri uzak bölgelerden zor ve baskıyla topladıkları paralar, açık arttırma ihalelerinde devlete ödedikleri miktardan çok fazlaydı… Bu paralarla daha sonra girdikleri her ihaleyi alarak Ayanlara yani büyük toprak ağalarına dönüştüler. Bu sınıfın devlet yönetiminde etkisini artırdığı, 2. Mahmut’un bu kesimlerle yapmak zorunda kaldığı “Senet-i ittifak” sözleşmesinden anlıyoruz. Tazminatla birlikte ticaretin gelişmesi, hukuk ve anayasa ile mülkiyet kavramının kurumsallaşması sürecinde bu sınıfların bir kısmı, ticari Komprador kapitalist sınıflara doğru palazlanmışlardır… Bu sınıflar, Yarı sömürgeleşme sürecinde İngilizlerle yapılan “Balta limanı” anlaşması gibi iktisadi ilişkilerden pay alan sınıflardı… II. Meşrutiyet dönemiyle iktidara gelen İttihat ve Terakki Partisi, “Milli iktisat hareketleri” ve “Teşvik-i Sanayi” kanunu ile Müslüman Türk orjinli ilk sermaye birikimine yöneldi… Her ne kadar bu dönem Ekonomik ve üst yapıda gayri Müslim ticaret sınıfları imtiyazlar elde etmişlerse de Büyük Komprador ve toprak ağaları sınıflarının geleneği olan ittihat ve Terakki Fırkası ile Kemalist hareket, bu azınlık “milli” sınıfların sermaye ve gayrimenkullerine gasp ve kamulaştırma yöntemleriyle el koymuşlardır… Bu iki ara dönem “Kızıl Elma”nın kurumsal doktrine dönüştüğü dönemdir… Fransızlar da Horoz’un, Ruslarda Beyaz Ayı’nın bazı tarih metinlerinde kutsanmasına karşın, Ergenekon destanında gecen bozkurt hayvan sembolünün, Türk devlet ideolojisinin yarı resmi sembolüne dönüşmesinin, tarihsel anlamda sosyoekonomik yapısallık ile ilişkisi vardır. Bu bahsettiğim faşist tezler, bizzat Yeni Cumhuriyetin kuruluş felsefesinin temellerini oluşturuyor… Kemalist hareketin aynı zamanda bir ırkçılık hareketi olarak, Koçgiri, Zilan ve Dersim benzeri katliamları, sadece kendi tarihsel koşullarının ulus devlet oluşturma esaslarıyla açıklanamaz. “Kurtuluş Savaşı’nın sonlarına doğru Bati Ermenistan’ın istila girişimi, Rum mübadelesi, sonraları Afganistan ordusunun eğitim ve modernizasyonu ve ayrıca Rusya Türkleri için birçok milliyetçi mecmua ve eserlerin çevirileri, Kemalizm’in Turancı geleneği devam ettirdiğini ama rasyonel davranarak bu emelleri tarihe yaydığını anlıyoruz… Cumhuriyet tarihi incelendiğinde, hangi parti iktidar olursa olsun, devletin bu yönlü çalışma tarzında bir nitelikli değişimin olmadığı gözlenecektir. Yok sayılmaya çalışılan Kaypakkaya’nin devlet tahlili ve resmi siyasal tarihe karsı metodolojik düşünme modeli, günümüz maddi dünyasının ırkçılık hadiseleri ve mezarlık praksisini açıklamadaki geçerliliğini hala koruyor. Gazetemiz yazarlarından Erdal Emre’nin son olarak belirttiği; yakın tarihte soykırım ve ganimete çöreklenmeyi hoş ve mahsur gören Kuva-i Milliye solcularının uzağındaki bir Kaypakkaya gerçekliği, tamda bu tarihsel devrimci diyalektik metoda uygunluk arz ediyor.
Pantürkizm’in milliyetçilik felsefesi, sanayi devrimi ve seküler yaşamın sonucu olan kültürel ve siyasi argümanlarla tam olarak açıklanamıyor. Tarihin başlangıcını milliyetçilikle başlatan absürt çılgınlığın etkilediği milyonlar hesaba katılırsa, devrimci tarihsel felsefi mücadelenin ne kadar önemli olduğu anlaşılacaktır… Tarihsel momentlerin olgunlaştığı bazı özel dönemlerde, tekil olayların tümeli açıkladığı görülecektir. Bu tezimize en iyi örnek, Hrant Dink cinayetinin siyasi/kriminal otopsisi ile devlet tahlili arasındaki doğrudan ilişkidir… Bahsettiğimiz cinayet süreci ve sonrası isleyen faşist mekanik değildir. O sahnelenen mekanik, sadece cinayet failini ele veren bir is görüyor. Oysa aslolan katilin entelektüel zihnini okumaktır… Soykırım siyasasına avantajlı bir sosyo psikolojik zemin, iki ucu zehirlenmiş bir toplumsal düzlem ile gelir. Hrant Dink’in yaşamına karsı gösterilen kolektif devlet tahammülsüzlüğünün altında, Hrant’ın uzun tarihsel ölçekte negatif doktrinlerle zehirlenmiş kitlelerin bilincini sağaltan devrimci praksisi yatıyor… Sermayenin sağ fanatizmi, barış ve bir arada yaşamı yadsır. Bireyin ve dolayısıyla toplumun ruh dünyasındaki envaiçeşit güzel renkte çiçekler açan “Ol cennet bahçelerine” , buram buram romantizm, şiir ve yaban hayat kokan “Aşk-u meşk cesmelerine” düşmanlıkla saldırmalarının sebebi, bu yıkıcı doktrinin işlev kazanacağı sosyo psikojik zemini canlı tutmaktır… Halkın ruhu, militarizm ile derin bağlar kuran bir tanrısalcılıkla doldurulduğu an durum sadece kendi ırkının sözde biyolojik ve kültürel varoluşunu, tanrının varlığının biricik gerekçesi haline getirmekle kalmaz, ayni zamanda tanrının varlığının varoluş gerekçesini, kendi ırkının biricik varlığına indirger… Sanrılar, hezeyanlar ve çılgınlıklar devrededir artık…