Mitolojideki Tanrı Enkidu’nun toprağa düşen sperminden dolayı hiçbir şey başlamadığına göre, iyi bir ahlaktan dolayı da hiçbir zaman hiçbir şey başlamayacaktır. Çünkü ne tanrı Enkidu nede ahlak gerçektir. Devrimci bir örgütsel ortamdaki ideolojik çözülme ve dejenerasyonu ahlak, inanç ve moral gibi bazı soyut değerlerin olmayışıyla açıklamaya çalışmak, evrenin oluşumunun mitlerle açıklanmasına benzemektedir. Doğanın ve toplumun bu iki yorumlanış yöntemi de bilim dışıdır ve soyutun somuttan, sosyal bilincin sosyal varlıktan ve düşüncenin maddeden önce geldiği yönündeki idealist görüşlerden beslenmektedir. Dünyayı değiştirme yöntem ve eylemi olan Marksizm’i, tarihteki ilk ahlak felsefesinin köşe taşlarından J.J. Rousseau’nun “Toplum Sözleşmesi” adlı çalışmasındaki ilkelerle uygulamaya çalışmak beyhude bir çabadır. Rousseau’nun felsefesine göre; toplumun ekonomik ve kültürel açıdan gelişebilmesinin tek yolu iyi bir ahlak yasasına tabi olmaktan geçmektedir. Bu nedenle yozlaşmanın nedenini ekonomik ilişkilerin doğasında aramak yerine ahlak ve vicdanın yokluğuna bağlamıştır.
Rousseau, “Yaşam- Kalım” denen insan etkinliğinin sonucu olarak ortaya çıkan toplumsal bir maddi devinimin yarattığı soyut değerlerin çarpıklığını, onu var eden maddi koşulların çarpıtılmış özünde aramamıştır. Aklını ve vicdanını kullanan insanların kötü olandan uzaklaşıp iyiye yönelebileceğini savunan ahlak felsefesi aslında ekonomik ilişkilerin kötülüğünü gizleyen idealizmin bir müessesesi gibi davranmaktadır. Her şeyi insan iradesi ile açıklayan bütün felsefi biçimlerin idealist oldukları açıktır. İnsanlardan bağımsız ahlaki gerçekler olmadığına göre, ahlaki gerekçelere dayanılarak toplumsal süreçler açıklanamaz. O halde genel toplumun ve örgütsel ortamın yaşadığı olumsuz süreci nesnesi ters yüz olmuş yanlış bir tarih bilinciyle çözümleyemeyeceğimiz ortadadır. Bu durum aynı zamanda insanı dönüştürme metodolojisine içkin örgütsel süreçler içinde geçerlidir. Bireyin bilincini genel toplum ve örgütsel ilişkilerin içinde oluşmuş bir gerçeklik olarak algılamama durumu, sorunu esas ve genel olandan kopararak sorunlara kaynaklık yapan örgütsel ortamın düzeltilmesini es geçmektedir. Çünkü insanı düzeltebilmek için önce örgütü düzeltmek gerekmektedir. İnsanların örgütsel ortamının koşullarını, onların rollerini ve eylemlerinin nesnesiyle olan ilişkilerini düzeltmeden insanlar düzelmezler.
Mesela sosyolojik yapısına önemli oranda sirayet etmiş olan arkaik klan ilişkilerinden kopamayan bir sosyalist demokrasi mücadele örgütünün bağımsızlığını yitirerek bohemleşen toplumsal süreçlerde şeyleşmeye uğrayacağı açıktır. Başta aile, kanbağı, ezbet, mezhep ve hemşericilik olmak üzere her türlü geri mülkiyet ilişkilerinden kopamayan bir mahalli örgütlülüğün işçi sınıfını temsil edemeyeceğini kabul etmemiz gerekiyor. Proleter devrimin embriyonları bu tür geri ve ilkesiz ilişkiler ağı içerisinden doğamazlar. Zaten devrimci işçi sınıfının modern ilişkilerinin yerine bu toplumsal gericiliği geçirmek tasfiyeciliğin en yaygın biçimidir. Herhangi bir komünist ve sosyalist öznenin bu ölçüyle kendini sınamaktan kaçınmaması halinde onun yayacağı ışığı hiçbir perdeleme engelleyemez.
Devrimci örgütlerde ideolojik tasfiyecilik gibi bütün soyut kavramlar insanlara kendilerinden bağımsız şeylermiş gibi görünürler. Oysa bu tür politik toplumlarda birçok insan zaten günü birlik tutumuyla ideolojik, kültürel ve örgütsel olarak tasfiyecilik üretmektedirler. Örgütün ve yönetici kademelerin kutsal olduğuna dair ahlakçı ve dinsel inanış, bireyin bilincinin içinde oluştuğu koşulların toplumsallığını ret etmektedir. Nasıl ki bir fabrikadan çıkan ürünün amaçlandırılmış kullanım niteliğinin bozulmuş olması o sistemin genelini ilgilendiriyorsa, aynı şekilde örgütsel süreçlerdeki nitelik değişimine etki yapan uzun süreli sapmalarda o sistemin başta karar alıcılar olmak üzere genelini ilgilendirir. Anlatmaya çalıştığımız şey; süreklileşmiş ve olguların doğasını değiştiren bir sapmanın tanımlandığı yerde bunun sorumlusunun aslında örgütsel yönetim olduğu gerçeğidir.
Diyalektik yöntem doğayı birbirinden kopuk ve bağımsız şeylerin tesadüfi bir görüngüsel yığınından ibaret olarak görmemektedir. Eğer diyalektik yöntem doğada herhangi bir olgunun onu çevreleyen olguların bağıntısı dışında ele alındığı taktirde kavranamayacağından hareket ediyorsa, biz devrimciler örgütsel ortamda ortaya çıkan sapmaların sadece sorumlu bireyleri kapsayacağını iddia edebilir miyiz? Bizler burjuva ideolojik saldırıların işçi sınıfının zayıflayan devrimci eğilimlerinin yarattığı ortamdan güç aldığını biliyoruz. Ama çeşitli tasfiyelere yol açan bu süreçlerdeki ideolojik ve politik çizgiyi belirleyen yönetim kademelerinin sorumluluğunu görmezlikten gelemeyiz.
Tarihteki ilk işçi uygarlığı deneyiminin küresel çapta yaşadığı taktik yenilgiyi Marksist teorinin temelde hatalı olduğu yönündeki arayışlarda arayan tutumlar bu yenilgi koşullarının uzamasına sebep olmaktadır. Proleter devrim ve devlet gibi Komünist yolun epistomolojik bilgisinin ontolojik kaynaklarından şüpheye düşme durumu, dönemin koşullarına uygun olarak ortaya çıkan ideolojik tasfiye biçimlerinden başlıcası olmaktadır. Oysa böylesine toplumsal alt üst oluş dönemlerinde tarihsel zorunlulukların varlık kaynaklarına saldırmak yerine, bu zorunlu tarihsel yasaların belirlenimindeki politikaların uygulanır biçimine yoğunlaşmak gerekiyordu.
Kapitalizmin ve onun çeşitli burjuva diktatörlük biçimi olan demokrasisinin daimî ve yıkılmaz olduğu yönündeki anlayışlar birer safsatadan ibarettir. Tek tek ülkelerdeki Komünist Partilerin yenilgi alması ve önemli bir kısmının kapitalist restorasyonun bir bileşenine dönüşmüş olması, Marksist teorinin çekirdeğini devindiren tarih kuramının iflas ettiği anlamına gelmiyor. Devrimci hareket önünde hazır bulduğu yenilgi sonrası puslu dönemin epistomolojisinden kopamadan kendisini burjuvaziye yönelik karşı tarih yapma praksisinin içinde bulmakta zorlanacaktır. Epistomoloji ya da bilgi ile felsefi ilişkilenme alanında özgürleşemeyen politik bir gücün özgür eylemler yapabilmesi beklenmemelidir. Kaldı ki devrimci teori ve eylemin kendi doğal sosyal dayanağı ile buluşmasının önündeki en büyük engelin küçük burjuva örgütsel ortamdan doğan iş bölümü olduğunu burada yüksek sesle belirtmemiz gerekiyor. Özellikle Avrupa sahasında on yıllar içerisinde oluşmuş küçük meta üretimi etrafındaki örgütsel iş bölümü ve ilişkilerinden türeyen bazı sözde devrimci tipolojilerin devrimci aydınlanma karşısındaki gerici tutumları konumuza iyi bir örnek olacaktır.
Günümüzde anti-komünist ideolojik saldırıların genelde eski tüfek solculardan gelmesi işte bu geçmişteki özürlü bilinç ve sahte rol üreten küçük burjuva örgütsel iş bölümünden ileri gelmektedir. Sanayi sonrası toplumunun daha realist olan karşı devrimci zihniyetinin yerini modernizm sonrası post-truht bir ruhsal parçalanmanın aldığı gerçektir. Politik geleneğimiz saflarında geçmişte yer almış bazı şahsiyetlerin devrimci proletaryanın yeminli düşmanları haline gelmiş olmasını geçmişte yanlış bilinç üreten bir örgütsel modelde aramak gerekiyor. Eğer devrimci teorimiz pratik yaşamdan ve onun sorunlarından soyutlanmış genel formülasyonlar yığını haline gelirse, dünyayı değiştirme yeteneğini kaybederek her türden tasfiye seferlerine karşı etkisiz kalacaktır. Bu nedenle teorimiz güncel ve tarihsel sorunlarımızın çözümüne odaklanmalıdır. Şayet örgütsel hareketin politik gelişimine gereksinim duyuluyorsa ve proletarya için tarihsel bir durum yaratılmak isteniyorsa teori pratikten doğmalı ve tekrar pratiğe dönmelidir. Nasıl ki Marksizm’i varoluşçuluk ve bilinmezcilik felsefesiyle yeniden yorumlamak proletaryayı silahsızlandırmak anlamına geliyorsa, onu praksis ile olan bir ilişki içerisinde ele almamakta aynı anlama gelmektedir. Bizler bugünün ve geleceğin bütün sorunlarının yanıtlarını Marksizm’in yazılı anlatılarının içinde bulamayabiliriz. Ancak teori ile pratik arasındaki ilişkiden doğan toplumsal deneyimlerinizi içinde aradığımız bütün soruların yanıtlarını bulabiliriz.
Makalemizin başında da belirttiğimiz gibi tasfiyecilik otonom bir varlık değildir, bizzat bizim örgütsel çalışma ve yaşam biçimimizin kıvrımlarında üreyen bir gerçekliğe dönüşür. Tasfiyecilik en çok örgütsel ortamların ortaya çıkan yeni tarihsel toplumsal durumlara uyum sağlamasıyla ortaya çıkar. Kendisini toplumsal sürece dayatan dönemin burjuva tarihsel esintisine yönelik mücadele etme gücünü kaybetmiş politik hareketler tasfiye olurlar. Geleneksel bilincimiz tasfiyeyi fiziki yok oluş olarak algıladığı için çoğunlukla tasfiyeye uğramaya başladığımızı anlamayız bile. Mesela Avrupa’daki Komünist Partilerin çoğu bu anlamda burjuvazi tarafından “ağrısız” bir dönüşüme uğratılmışlardır. Burada kastettiğimiz durum İdeolojileri boşaltılarak bir posaya çevrilen Komünist Partilerin kapitalizmin faydalı tamircileri haline getirilmesi durumudur. Revizyonizmin akla uygunluk görünümü verme konusunda yetenekli olması nedeniyle kolektif dönüşüm savaşsız gerçekleşmiştir. Marksizm’in teorik yapısı itibariyle açık bir sistem olması onun canlı bir bilim olarak gelişmesinin nedenidir kuşkusuz ama bu durum Marksizmin revizyonistler tarafından istismarına da sebep olmaktadır.
Günümüzdeki her türlü tasfiyeci burjuva görüşlerin parıldayan bir ütopya kisvesi altında görünmesi durumu küçük burjuva devrimciliğinin gözünü kamaştırmaktadır. Biz bu duruma en çok son seçim dönemlerinde burjuva sosyal demokrasisinin sosyalizme uyarlanması çabalarında şahit olduk. Komünistler ile saflarında beliren burjuva tahrifatçılar arasındaki en büyük çelişme tarihin değişen koşullarını yorumlama biçiminden doğmaktadır. Tasfiyecilerin her zaman tarihin değişen koşullarına karşı samimi olmayan bir ilgisi vardır. Ama bu ilgi yeni koşulları maddeci bir tarzla anlamaktan oldukça uzaktır. Çünkü onlar sınıf çıkarları gereği Marksizm’in revizyonu için bir fırsat peşindedirler. Tarihsel olgulardaki değişikliklere parlak atıflarda bulunarak köhnemiş fikirlerine çekicilik getiren tasfiyeciler böylelikle işçi sınıfının bilincini bozmaya başlarlar. Siyaseti tarihin belirleyici rolünü oynayan üretim ilişkilerinden soyutlayarak “Kılıçtaroğlu” ya da “İmamoğlu” gibi burjuva şahsiyetlerin psişik motiflerine tahsis eden bütün yaklaşım biçimlerinin ideolojik tasfiyecilik olduğunu kabul etmemiz gerekiyor…