Bizimle iletişime geçin

Makale

Savaş ve İşgallerle Beslenen Emperyalist Güç Çatışması

Farklı egemen güçler ısrarla kendi çıkarlarıyla örtüşen bir uluslararası “sistem” düzenini yaratmak istiyorlar. Yoksa iddia edildiği gibi çatışmaların “eksen kaymasıyla” “bir” Atlantik-Pasifik veya Asya-Pasifik sorunu değildir. Bütün uzlaşmazlıklar dünya kapitalist sistem ekseninde pazar paylaşımı üzerinde yaşandığı bölgesel uzlaşmazlığa ve de krize dönmüştür. Güç merkezli emperyalist ülkeler çıkarların korunması gereği kendini hiçbir zaman tek veya sınır bölge ile sınırlamazlar.

Bir yıldan (Şubat 2022) beri süregelen savaş Rusya ve Ukrayna’yı tam anlamıyla bir belirsizliğin içine hapsetmiştir. Ancak bu durumu büyük bir keyifle seyreden, provoke eden ve kışkırtan büyük güçlerin varlığı görmezden gelinmesi mümkün değildir. Bu durumu silah ticaretinde sınır tanımayan bir artışla konumlanan ülkelerden anlıyoruz.                                           

Çok belirgin bir şekilde savaş ortasında tüm çözümsüzlüğüyle çaresizliği anbean yaşayan milyonların savunmasız insan trajedisi devam ediyor. Yoğun bombardımanlar altında ömrünü günlük yaşama endeksleyen bu insanlar acı çekerken, teslim alınırken de kimlerin “zaferi” sorusunun hiçbir önemi yoktur. Her şey ayakta kalabilmek ve ölmemek içindir, zira milyonlarca göç kaçışı bunun açık örneğidir. Aynı dili konuşan, kültürel ve tarihi benzer birikim ile her iki ülke halkının yeni bir güne gözyaşı ile bakarken, bu savaşın “zafer” öngörüsünün onlar için hiç ama hiçbir öneminin olmadığını sürgünde yaşayanlardan biliyoruz.

Savaşa en çok istekli ve ısrarla devam diyenler malum emperyalist güçlerdir. Uluslararası emperyalist güçlerin yoğun silahlanma hırsı; bu savaş ile her iki ülke üzerinden küresel boyutta hesaplar yapılırken, abartısız olarak yeniden bir emperyalist paylaşım savaşına dönüşme riskini barındırmaktadır.

SIPRI’nin (Stockholm İnternational Peace Research İnstitute = Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü) 2022 yılı raporuna göre Avrupa’da 2013-2017 yıllarına kıyasla 2018-2022 yıllarında yüzde 47’lik bir artışla silahlanma harcamasında bulunduğunu belirtir. Batı müttefiki ABD dünya silahlanma pazarındaki payı ise 2013-2017 yıllarında yüzde 33 iken ve bu oran 2018-2022 itibarıyla yüzde 40’a çıkmıştır. Oysa Rusya’nın 2022 yılındaki pazar payı yüzde 22’den 16’ya geriler. (1) Kaçınılmaz olarak tüm bu rakamsal veriler bize bugün yaşanan savaş boyutunu ve hangi güçlerin ne düzeyde mevcut savaşa istekli olduklarına dair bir ipucu vermektedir.    

2017-2021 dönemin önemli silah ihracat ve ithalatında bulunan on ülkesi: (2)

Dünya silah ihracatında ki pay (%)         Dünya silah ithalatında ki pay (%)

1-ABD % 391-Hindistan %11
2-Rusya % 192-Sudi Arabistan %11
3-Fransa %113-Mısır %5,7
4-Çin %4,64-Avusturalya % 5,4
5-Almanya %4,55-Çin %4,8
6-İtalya %3,16-Katar %4,6
7-İngiltere %2,97-Güney Kore %4,1
8-Güney Kore %2,88-Pakistan %3,0
9-İspanya %2,59-BAE (Birleşik Arap Birlikleri) %2,8
10-İsrail %2,410-Japonya %2,6

ABD ve Rusya sonrasında Fransa dünya silah ticaretinde üçüncü sırayı almaktadır. Fransa birçok ülkeyle yaptığı savaş uçakları sözleşmesi ile milyarlarca avro kazanırken, silah ihracatını yüzde 7’den 11’e çıkarmıştır. Dünyada silah ticaretinde en büyüklerin sıralaması ABD, Rusya, Fransa, Çin ve Almanya gelmektedir. Zira dünyada en ağır zırhlı silahların yüzde 75’i bu beş ülke tarafın üretimi yapılmaktadır. (3) Silahlanma yarışında yer alan ülkelerin ısrarla Rusya-Ukrayna savaşında anılmaları, bu sorunun bir iç meseleleri olarak görmeleri ve savaşa dair sabırsızlıkları emperyalist güçlerin çıkar çatışmasına hizmet ederken anlaşılır bir durumdur. Yukarıda da anlatılmaya çalışıldığı gibi; bütün kötülüklerin anası emperyalist güçler arası pazar paylaşımındaki tatminsizliktir -ve bu uğurda silahlanma ve savaş gerçeği dünyayı dünden daha kötü bugünde tehdit etmeye devam etmektedirler.   

Trajik olanda; devam eden savaş nedeni ısrarla 70 yıllık Sovyet tarihi ile ilişkilendirilirken Rusya’yı hedef tahtasına konulmuş olmasıdır. Savaş propagandası kesintisiz bir şekilde “Batı değerlerinin korunması” söylemi ile devam ederken, çatışmaları sürekli hale getirmek ve de güçlerin birleştirilmesi için panikle bir uğraş içindeler. Kaçınılmaz olarak buna karşın da Rus yöneticileri Çin, Kuzey Kore ve İran gibi yakın müttefiklerle iş birliği yaparak savaşta “üstünlüğü” sağlamak istiyor. “Zaferi” savaş gölgesinde kıyım ve tahribatlarla düşünen emperyalist güçler, üstünlüğü sağlamak adına ikinci bir Irak ve Afganistan formülü üzerinden güç birliğine yöneldiler.      

Görünen o ki bu savaş ABD önderliğinde Irak’ta (2003) ve Afganistan’da (2001) olduğu gibi, Rusya-Ukrayna savaşında da NATO güçleriyle sürdürmek niyetindeler. NATO ülkeleri sınırlıda olsa çoktan Rusya-Ukrayna savaşında yer aldıkları biliniyor. Zira, ABD’nin “bir” çekincesi vardır ki o da Rusya’nın Irak veya Afganistan olmadığıdır. Bilindiği üzere Körfez Savaşı’nda (2 Ağustos 1990 – 28 Şubat 1991) Irak Kuveyt’i 2 Ağustos 1990’da işgal eder. Buna karşılık, ABD Başkanı George H. W. Bush (1989-1993) 37 ülkeyi yanına alarak (NATO ve üye olmayan birçok ülke ile birlikte) Çöl Fırtınası Harekâtı (Operation Desert Storm) başlatır. Bütün bölge deyim yerindeyse alev topuna döner. Bill Clinton Başkanlığı (1993-2001) sonrasında, oğul George W. Bush (2001-2009) Başkanlık görevine seçilir ve 2003’de Saddam Hüseyin’i yönetimden uzaklaştırır, Irak’ı işgal eder.  

Bugün NATO konsepti üzerinden Rusya’ya karşı oluşturulmak istenilen ittifaklar, her şeyden önce güç paylaşımına dayanmaktadır. Bunun merkezinde pozisyon alanda veya konum belirleyen de açıktan Batı yanlısı uluslararası güçler olmuştur. Günümüz dünyasında bir kapitalist sistem (tek kutuplu) vardır, bu sistemi temsil eden çoklu güçler sahnede ve bunların uyuşmazlığı, anlaşmazlığı ve çıkar hesapları sonucu onları karşı karşıya getirmiştir. Her kriz bölgesinde görüldüğü gibi, çıkarları uğruna bu savaşta da bir uzlaşmazlık yaşanıyor. Savaşa uzanan bu antagonizmada, egemen güçler ülke veya herhangi bir kıta ile sınırlı kalmaksızın çıkarları uğruna dünyanın her yerinde “savaşı” göze almaktalar.  

Farklı egemen güçler ısrarla kendi çıkarlarıyla örtüşen bir uluslararası “sistem” düzenini yaratmak istiyorlar. Yoksa iddia edildiği gibi çatışmaların “eksen kaymasıyla” “bir” Atlantik-Pasifik veya Asya-Pasifik sorunu değildir. Bütün uzlaşmazlıklar dünya kapitalist sistem ekseninde pazar paylaşımı üzerinde yaşandığı bölgesel uzlaşmazlığa ve de krize dönmüştür. Güç merkezli emperyalist ülkeler çıkarların korunması gereği kendini hiçbir zaman tek veya sınır bölge ile sınırlamazlar. Zira, Asya ekonomik gücünü temsil eden ülkelerden Çin, Hindistan ve Güney Kore gibileri sermaye hareketini ve de pay bölüşümündeki pazar kavgasını kendi ülke veya yakın bölgeleriyle sınırlı tutmamış ve buna da hiçte niyetli olduğunu söylemek mümkün değildir.

Mevcut krizin belli emperyalist güçlerin lehine işlemesi için kâh NATO ve Batı ittifakı kâh Şanghay İş birliği örgütünü kullanarak etkili olmak istenilmektedir. Bu durum böyle olmamış olsaydı, ülkeler (çoklu güçler) sınır tanımaz bir düzeyde silahlanmaya yönelmezlerdi. Şunu hatırlatmakta yarar var; “1998’de NATO-Rusya Daimî Ortaklık Konseyi” kuruldu ve bununla NATO-Rusya ilişkilerinde karşılıklı güven ve iş birliğini amaçlandı. (4) Ancak uzun vadede böyle bir iş birliği gerçekleşmez ve yakınlaşma yerini güvensizliğe terk eder, ortaklık ve iş birliği iradesine rağmen. Sonuçta, Rusya hariç dönemin hemen hemen bütün Warschau Paktı (1955-1991) üye ülkelerinin NATO üyeliği kabul edilir.

Çin 2001’de ABD merkezli Dünya Ticaret Örgütü’ne üye oldu. Bu süreçle birlikte “dünyanın ikinci büyük ekonomisi ve de en fazla ihracat yapan ve paralelinde en çok döviz rezervine sahip bir ülke” konumuna gelmiştir. Günümüzde Çin sermayesi Avrupa’nın limanlarına el atmış, Orta Asya’dan, Afrika’ya ve Latin Amerika’ya dek uzanan geniş kıtalar arası ölçekte oto yollar ve demiryolları inşasında herkesin kabul ettiği bir güç etkisini yaratmıştır. Ayrıca “Çinin Türkiye’ye de 5,8 milyar dolarlık bir yatırımı vardır”. (5) Uluslararası sermayenin küreselleşmesiyle birlikte, emperyalist ülkeler arası doğan yeni iş birliği alanında sınır engeli kalkmış ve dünyanın her yeri sermaye güçleri için açık bir kapı konumuna gelmiştir. Dolayısıyla “eksen kayması” denilen kavram doğru bir saptama değildir. İşin özü, bir bütün olarak kapitalist dünya sisteminde sermayenin kâr endeksli baskısı dünyanın en ücra köşesinde hissedilir olmuş olmasıdır…

Kullanılan ve yararlanılan kaynaklar

1- SIPRI Yearbook 2022, Stockholm İnternational Peace Research İnstitute, Oxford University Press 2022, (özet rapor), sayfa 10-17.

2- İbedem, sayfa 13.

3- Maas, Michel, “Europese wapenimporten stijgen flink, Russische export zakt weg door oorloğ”, de Volkskrant, 13 maart 2023 Nederland.

4- Knopers, Frank, webside Geotrendlines,                                        

https://www.geotrendlines.nl/navo-zou-niet-uitbreiden-naar-oosten/

5- Dünya Gazetesi, 15 Ağustos 2022 Türkiye.



Kasım 2024
PSÇPCCP
 123
45678910
11121314151617
18192021222324
252627282930 

Daha Fazla Makale Haberler