Makaleye başlamadan önce Gazete Patika yazarlarından Fikret Karavaz yoldaşın; “Din, Şehitlik ve Komünist Paradigma Üzerine” başlıklı makalesinde işlediğimiz bu konuya yapmış olduğu eleştirel katkılarından dolayı teşekkür ederiz. Zaten post modernizmin gelenek saflarındaki etkilerini, tamda Karavaz’ın Engels’in yöntemini açıklarken belirttiği gibi; bilimsel verilerin felsefi bir epistemolojik sentez sayesinde kavramlaştırmaya çalışmaktayız.
Komünist hareketin tarihsel ontolojisini yeterince tanımlayamayan bir felsefi yöntemin komünist hareket saflarındaki yabancı ideolojik kalıntıları keşfetmesi beklenmemelidir. Engels’in “Doğanın Diyalektiği” eserinde belirttiği şekliyle “Atom ve molekülü mikroskopla değil, ancak düşünceyle gözlemleyebiliriz.” önermesinin toplumsal alana uygulanışı yine devrimci felsefe yardımıyla benzer yollardan geçerek bir gerçeğe dönüşmektedir.
Doğanın diyalektiği ile toplumsal hareketin diyalektiği arasındaki ilişkinin niteliğini tayin eden sayısız olgusal örnekler vardır. Belli koşullar altındaki fiziki süreçlerde bir parçacığın karşıtına dönüşmesi şeklinde gerçekleşen doğa olayında olduğu gibi, toplumsal alanda proleter olanın proleter olmayana dönüşmesi buna en iyi örnek olarak gösterilebilinir. Eğer toplum yasaları diyalektik denen doğanın kendiliğinden aklının dolaylı maddi bir uzamıysa, bu yasalardan ve çeşitli eğilimlerden Kaypakkayacılar da dahil hiçbir toplumsal politik çevre kaçınamaz.
Karavaz yoldaş; “Her felsefi, siyasal, ideolojik akım ancak kendisine uygun sınıfsal mecralarda boy verebilir ve kendisine uygun olmayan sınıf tabanında ise tutunamaz, siyasal, felsefi ya da sanatsal bir argüman haline gelemez.” diyor. Bu görüşlere katılmanın mümkün olmadığını burada belirtmek isteriz. Ama tartışmaya olanak yarattığı için devrimci bir işlevi olduğunu kabul etmek gerekiyor. Doğada gün ışığına çıkarılmış modern olguların rasyonel olarak tanıtılması ve birbirleriyle olan ilişkisinin açığa çıkarılması, toplumsal alanda ortaya çıkan yeni olguların açıklanması ve başka toplumsal olaylarla arasındaki bağın keşfine olanak tanımaktadır. İşte Karavaz’ın, doğanın işleyişine dair Engels’ten aktardığı pasajda geçen; “Kategorilerin tüm değişmezliğine son veren karşılıklı değişebilirlik ilkesi” sınıf farklılıkları arasındaki ideolojik ve kültürel ilişki süreçlerinde de gözlemlenebilmektedir. Mesela tarihsel süreçlerde işçi partilerinin devletli sermaye partilerine dönüşmesi gibi.
Yine Karavaz; Kaypakkaya geleneği gibi insan malzemesi yoksul köylülük ve emekçi sınıfı olan bir siyasal geleneğin, küçük burjuva entelektüalizmi temelinde zemin bulan ideolojik, felsefi ve sanatsal dejenerasyon karşısında dayanıksız olduğu ve bu akımlardan etkilenmeye meyilli olduğu yönlü endişeleri yersiz bulduğunu belirtmektedir. Geleneğin sosyolojik dokusunun birbirleriyle olan ilişkisinde olduğu gibi örgütsel formasyon ve çevre ile olan ilişkisinde insanların karşılıklı davranışlarını yöneten ortak ölçütün son yıllarda zayıfladığı ortadadır. Eğer Karavaz’ın belirttiği gibi; değerlerin erozyona uğramasının materyalist açıklaması emek etkinliğinin ontolojik çelişkisini yok saymaksa, son yıllarda gelenek saflarında kendisini belli eden bir kısım kültürel dejenerasyonun kaynağı nereden gelmektedir? Emek etkinliğinin ürününün kullanım değeriyle değişim değeri arasındaki çelişkinin bilinçlerde görünür olmaktan uzaklaşmasının siyaset bilimine yansımaları inkar edilemeyecek bir noktaya gelmiştir. Post modernizmin gelenek sosyolojisi saflarındaki izdüşümleri endişe verici düzeydedir.
Aslında endişenin kaynağı, postmodernizmin proletarya cephesindeki yapı-bozum etkisinin tanımlanmamış olması ve bu karmaşık akıma karşı etkili bir ideolojik mücadelenin henüz başlatılmamış olmasıdır. Örgüt sirkülasyonu, kurumları birey üzerinden tanımlama, sıradan insanın medya yoluyla devleştirilmesi, anma ritüellerini popülizmin ve kitle tüketim kültürünün bir aracına çevirmek, aydınlara karşı olumsuz tutum, bilgi ile ilişkilenmekten özenle imtina etmek ve devrimci emek otoritelerinin demokratik niteliğini tanımamak şeklinde kendisini göstermektedir.
Teknolojiyi kullanan toplumdan teknolojinin kullandığı topluma geçiş dönemi, aynı zamanda post-modern kültürün taşıyıcı alt yapısını oluşturmaktadır. Postmodernizmin Kaypakkaya geleneğinden etkilenmiş sosyal dokuya sirayet etmesinin en belirgin biçimlerinden bir tanesi, yerel inanç ve azınlık kültürlerine söz hakkı veren medya kuruluşlarının ve politik ortamın gelişmesi şeklinde gerçekleşmektedir. Zaten toplumun çoğu sanayi devrimi sonrası üretken teknoloji kullanımından, topluma ulaşma ve etkileme gücü yüksek olan cep telefonu, bilgisayar ve televizyon gibi pasif tüketici teknoloji kullanımına geçtiği için her gün elektronik medya tarafından değişime itimlenmektedir.
Nispeten kitapla hasbihâl olmuş kent kökenli küçük burjuva devrimcilerin temel eğilimi, nesnel içerikli tarihsel anlatım metinlerine yönelik kuşku duymak şeklindeyken, köylü kökenli tutucu devrimcilerin temel eğilimi ise; yeni türden nesnel söylem ve yazılı anlatım metinlerine kuşkulu yaklaşmak şeklinde kendisini göstermektedir. Bu iki yaklaşım biçimini, modern çağın siyaset biliminin konusu olan dogmatizm ve liberalizm kavramlarıyla açıklama girişimi yetersiz kalmaktadır. Bu anlamda bilimsel sosyalizmden artık onun ilkelerinin modası geçtiği gerekçesiyle şüphe etmek veya Marksizm’in artık günümüzde toplumu açıklamada geçerliliğini yitirdiği görüşüne yol açan paradigmalar çoğunlukla postmodernist akımdan beslenmektedir. Aynı şekilde Marksizm’i canlı bir bilim olma yolundan alıkoyan dogmatik tutumların muhtevası bile artık postmodernizmle birlikte değişmektedir.
Bu yeni gelişmenin gelenek saflarındaki izdüşümü ise; Kaypakkaya düşüncesini tarihsel anlayışından ve dolayısıyla ihtilalci niteliğinden soyutlama tutumu ile, bu ideoloji ve aksiyonu kendi tarihsel sınırları içerisinde hapsolmuş bir kutsal ikona çevirmek şeklinde gerçekleşmektedir. Dünyanın içinde bulunduğu duruma tepki gösterilmesine rağmen gelecek hususunda tam bir zihin açıklığının olmaması durumu, postmodernist paradigma karmaşasının bir göstergesi olmaktadır. Politik olanla politik olmayan arasındaki ayrımı gözeten değerlerin belirgin olmayışı nedeniyle sıradan insanın egemenliğinin yüceltilerek siyasetin başlıca aktörünün kurumsal olmaktan bireysel olana dönüşmesi, gerçeğin yerini görüntü yada imajın alması, yerelde duyulan örgütsel bağlılığın yada bir fikre adanmanın evrensel bir açıklamasının olmaması ve alt kültürler, geleneksel yapı ve değerleri yeniden keşfeden bir siyaset dilinin güçlenmesi gibi başlıca postmodernizme özgü nitelikler gelenek saflarında politik formasyon kazanma arayışına girmiştir …