Dersim Belediyesine yönelik “saldırı” ve “eleştiri” lerin aynı anda peş peşe gelmesi tesadüf olmasa gerek. Bir yandan HDP Dersim Milletvekili Alican Önlü’nün, daha bir gün bile kapısını açmadığı Dersim belediyesine yönelik ayakları yere basmayan iddiaları ve hemen ardından Yeni Demokrasi gazetesinin “eleştiri” adı altında sapla samanı birbirine karıştıran “sol” salvoları… Bu, görece “güçlü“bir yapılanmanın “aferin”ini alma çabasından başka bir anlam ifade etmiyor. Yeni Demokrasi’nin “eleştiri” konusu yaptığı konuların üzerinden çokça sular geçti. Sormazlar mı o gün neredeydiniz diye. Ama hayır, mesele üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek olunca, kendinden çok başkalarına güvenmek, sırtını ona dayamak, öne çıkınca durumu fırsat bilip “göle bir taş da ben atayım” hevesine kapılmış olmalı Y.D. yazarı. İki ayrı cepheden aynı anda saldırıların gündeme gelmesinin başka bir açıklaması var mı? Elbette, Dersim yerel yönetim seçimlerinde düşülen ve kotarılmak istenen CHP lekeli ittifak bloğunun yaşadığı utancın eseri olarak da anlaşılabilir. Hazımsızlıktan beslenen karın ağrısı olarak okunabilir. Ki başvurulan, alenen burjuva pragmatizmiyle malul bir siyaset tarzıdır. Bu, “kaybedilmiş” gördükleri Dersim Belediyesini almanın çırpınışlarından ibaret siyasetin izdüşümüdür. Biliyoruz, bıkmadan deneyecek, denerken burjuva siyasete tenezzül edecek ama denemekle kalacaksınız!
Alican Önlü’yü kısmen anlıyoruz. Yeni Demokrasi’yi de daha dünkü küfür namesinden tanıyoruz. Bizlere karşı anlamsızca biriktirdiği öfkesinin küllenmediğini her vesileyle görüyoruz. Adımızın geçtiği her yer, imzamızın olduğu her şey hedeflenerek bunun üzerinden motivasyon oluşturmanın adresi haline gelmiştir Yeni Demokrasi gazetesi. Peki, Annibal andını andıran bu ideolojik kindarlık bir rastlantı mı? Rastlantı denen şey olsaydı evet demek mümkün olabilirdi. Lakin rastlantı denen bir şey yok. Her şey belli sebeplere dayanır, belli gerekçelere dayanarak neden-sonuç ilişkisi içinde yaşanıp gelişir, kesinlikle bir arka plan bağıntısıyla var olur. Yeni Demokrasi gazetesinin ilan etmekte sakınca görmediği “biz karşıtlığı” esasına dayanan dönemsel yönelimi, kapanmış eski defterlerden de feyiz almaktadır. Gelişmemizi önünde engel gören ideolojik-siyasi bohemlik, “köşede bir market sahibi olamıyorsam, markette bir köşe sahibi olayım” sığ güdüsüyle izlediği tüccar siyaseti nedeniyle bizi kör hasımlıkla hedefine koymaktadır…
Önlü’nün iddialarının, gerçekle alakası olmadığı, aynı saldırgan çizgiye düşmeden, devrimci sorumluluğun bilinciyle ve devrimci bir üslupla gerek Dersim Belediyesi ve gerekse SMF kamuoyuyla bütün çıplaklığıyla paylaştılar. Bu yüzden tekrarlama gereği duymuyoruz. Ama HDP Dersim milletvekili Alican Önlü başta olmak üzere, gündeme gelen bu gibi yaklaşımların sahiplerine şunu sormak isteriz; Devrimci- demokrat ve sosyalist güçlerin, toplumsal mücadele sürecinde yarattığı birikim ve değerleri, devrimci bir çizgide sahiplenmek, o birikim ve değerin olası eksiklerini devrimci bir üslupla eleştirerek birleşmek ve geniş kitlelerle bu değerler ekseninde bağ kurarak bunu geliştirmek, Türkiye-Kuzey Kürdistan’da özgürlük ve demokrasi mücadelesi veren tüm güçlerin ortak paydası olması gerekmez mi? olmalıdır. Devrim-demokrasi ve sosyalist güçlerin gerek ortak hareket ederek ve gerekse de kendi örgütlü gücüne ve bağımsız politikasına dayanarak, kitlelerin örgütlü gücü ile yarattığı, sosyal-politik ve iktisadi değerler arasına rekabet kültürü sokmak, “o gücün siyasetidir-bu gücün siyasetidir” denkleminde ayrılıkçı kültürü, politik bir çizgi olarak benimsemek, sadece ve sadece özgürlük- demokrasi mücadelesi veren toplumsal dinamikleri zayıflatmaz mı? zayıflatacaktır.
Eksikler ve hatalarla mücadele adresi, devrimci eleştiri-özeleştiridir. Bu silahı, devrimci tarzda kullanma yerine, rekabet ve ayrılıkçı kültürle, durulan yerden sunulan her yaklaşım geri bir pozisyon alıştır. Bu genel doğrudan hareketle, tartışma konusu özgülünde; Dersim Belediyesine “hesap” sormadan önce, SMF Dersim Belediyesi’nin, Dersim sahasında gerçekleştirdiği siyasal-sosyal çalışmaları, devrimci bir tarzda ele almak ve geniş kitlelerin sahiplendiği bu çalışmaları, sosyalist-alternatif bir çizgi olarak geliştirmek, kendisine sosyalist-devrimci-demokrat diyen güçlerin beklenen doğru tutumu olması gerekir iken, neden bu çalışmaları itibarsızlaştırmaya- etkisizleştirmeye yönelen bir yol izlenmektedir. Biz, Dersim coğrafyasında, kim ne kadar emek verdi, kim ne kadar değer yarattı tartışmasını anlamsız bulmaktayız. Ezilen kitlelerin kurtuluş mücadelesi uğruna, tırnağı dahi kanayan herkes bizim için değerlidir, devrimci bir hassasiyetle bu değeri sahipleniriz, geliştiririz. Bu keyfiyetle belirlenen politik bir yaklaşım değil, devrimci iddialarımızın politikasıyla doğrudan alakalı bir durumdur. Genel olarak bu kabul gören bir politik duruş olsa da dost ve devrimci değerlendirdiğimiz yapı ve kişilerin aksi tutumunu nasıl değerlendirmek gerekir. Kitlelerin, devrim ve demokrasi güçlerinin, pratik konumlanışla doğru cevap beklediği soru budur.
Y.D. yazarının “eleştiri” konusu yaptığı, uzun bir yürüyüşe çıkarken yolumuz, yönelimimiz açısından incir kabuğunu doldurmayacak “eleştiri” sine geçmeden önce, içinde bulunulan objektif durumu ve yerel yönetimler politikamız ve yönelimimiz hakkında bir kez daha hatırlatma yapmakta fayda var.
Her şeyden önce, Dersim arkadaşların anladığı anlamda ne kurtarılmış bir bölgedir ne de sosyalist iktidarın yaşandığı bir coğrafyadır. Buna karşılık gerek ulusal gerek inançsal ve gerekse devrimci aydınlanmacı kimliğiyle, muhalif duruşuyla, devlet için “çıbanbaşı” olarak görülen bir halktır Dersim halkı. Ve böyle bir yerde kendi gerçekliğinin farkında olarak ve yaşam alanlarının sorunlarının tanımını da yapmış olarak bu sorunlarını çözebilecek irade olarak gördüğü için SMF ye belediye yönetimine taşımıştır. Bu tarihi ve somut gerçeklerden ötürü Kaypakkaya” ve yoldaşlarının öncelikli olarak örgütlendikleri ve halkın içinde hatırı sayılır ölçüde kök saldıkları alan olmuştur. Kaypakkaya‘nın ardılları-yoldaşları olarak bizler bu mirası ve devraldığımız kavgayı daha ileri noktalara taşıma mücadelesi içindeyiz. Sadece genel stratejik doğrularla yol alınamayacağının farkındayız. Mesela, halkımızın gerçek anlamda kurtuluşunun sosyalizm ve giderek komünizmle olacağını biliyoruz. Peki, bu nasıl olacak?
Bu stratejik ilkenin bir dizi alt başlıklı taktik mücadele yöntemleri ve örgütlenme biçimleri vardır. Her koşulda olduğu gibi, burada da somut şartların somut tahlili ilkesi yolumuzu aydınlatıyor. Tam da buradan yola çıkarak yerel yönetimler anlayışımızda halkın ve devrimin genel çıkarlarını gözeterek planlı- programlı ve ilkeli olarak yolumuza devam etme gayreti içindeyiz. Elbette yolu yürürken ayağımızın taşlara takılacağının, düşüp kalkacağımızın hesabını da yapıyoruz. Mücadelenin kuralıdır bu. Yani hatasız, yanlışsız bu yolu bitireceğimiz iddiasında değiliz. Hatalar, yanlışlar olacaktır, bunlardan korkmuyoruz. Yeter ki ilkesel olarak öncelediğimiz hedefimizden kopmayalım. Ve yeter ki anlık taktik ve pratik hatalarla ilkesel yanlışları birbirine karıştırmayalım. Arkadaşların anlamadıkları veya anlamak istemedikleri nokta tam da burası. Yine Y.D. yazarının anlamak istemediği bir diğer nokta, mücadele anlayışı ve pratiğinin bütününü es geçip, parçayı her şey görme tarzında sınıf indirgemeci anlayışıdır. Günlük politik ve pratikteki bir hatayı, genel siyasal yönelime mal edip oradan pay çıkartmak küçük-burjuva kurnazlığı ve siyaset tarzıdır. Bu değilse, siyasi geriliğin su katılmamış hali ve bir ürünüdür.
“Günlük siyasal sorunlarda, bütünüyle pratik niteliğe sahip sorunlarda, parti içindeki farklı düşüncelerle her türlü uzlaşma yapılabilir ve yapılmalıdır.” der Lenin. (Örgütlenme Üzerine / Lenin Stalin) Bu, günlük politik- siyasal ve pratik hataların önemsenmediği anlamına gelmez. “Uzlaşılmalıdır” sözcüğüne yüklenen anlam, bu tür durumlarla sık sık karşılaşılacağı ama bunlar ilkesel olmadıkları için, fırtınalar kopartılmaması, ilke gibi ele alınmaması uyarısıdır. Günlük siyasal -politik ve pratik hatalar elbette ki genel stratejik eylemimize kısmi etkilerde bulunabilir. Ama bu, esasın yerine geçeceği anlamına gelmez. ”Sapla samanın karıştırıldığı” yer de burasıdır. Yani, pratikte kendilerince gördükleri bir kaç hata, zaaf veya yanlıştan yola çıkarak devrimci bir hareketi çok rahat bir şekilde “devletin işbirlikçi“si olarak ilan edebilmekteler. Aslında kaldırdıkları taşı kendi ayaklarına vurduklarının farkında bile değiller. Hiç hata yapmadıklarını, hiç yanlış yapmadıklarını sanıyorlar galiba. (Yerel seçimlerde Sosyalist güçlere karşı CHP ile yapılan ittifak kotarılmaya çalışılsa da, değirmen taşı gibi ilgililerin boynunda asılı durmaktadır.) Mücadelenin tabiatına aykırı bir anlayıştır hatasız ve mükemmeliyetçi bu anlayış. Böyle bir anlayış aslında sizi mücadeleden alıkoyar. Mutlak hatasızlık ve yanlışsızlık üzerine kurulu bir mücadele anlayışı, mücadeleden uzaklaşma anlayışıdır. Kendi elinizi kolunuzu kendiniz bağlamış olursunuz.
Yerel Yönetimlerde Önceliklerimiz Neler Olmalı?
Mevcut objektif koşullar altında yerel yönetimlerden ne bekliyoruz, önceliklerimiz ne? Hiç tartışmasız halkın ve devrimin genel çıkarlarına hizmet etmektir, diyoruz. Tabi bir iktidar organı gibi çalışmasını da beklemiyoruz. Peki, önceliklerimiz nedir, ne yapmalıyız? Halkçı yerel yönetimlerin ilk olarak yapmaları gereken şey, halkın somut meseleleriyle, geçim derdi ve ekonomik örgütlenmesiyle ilgilenmektir. Bu son derece önemli ve gereklidir. Tabi bu, siyasi propaganda ve ajitasyonla birleştirilmelidir. Kitleler somut olarak kendileri için bir şeylerin yapıldığını gördükçe, sosyalist- devrimci mücadeleye gönüllü olarak katılma eğilimini gösterir. Bu, sosyalistlerin halkla bütünleşmesini sağlar. Bunun içinse farklı farklı örgütlenme araçları gerekir. Kırsal kesimde kooperatifler ilk el atılması gereken araçlardır. Çünkü bu araçlar, tefeci- tüccarı aradan çıkartarak, bir bakıma tefeci-tüccar sömürüsüne barikat kurarak, köylülerin ürettiklerini daha uygun fiyata satmalarını ve satın almalarını sağlar. Yani üreticiler birazcık da olsun ekonomik anlamda rahatlarlar. Bu kazanımlar kitleler tarafından hissedilir ve uygulanan siyasete güven duymalarına ve onunla birleşmelerine köprü ve kaynak olur. Örgütlenme somut olarak buradan yükselir. Bununla birlikte halkın diğer ekonomik sorunlarında iyileştirme yolları aramak ve çözümler üretmek genel yönelim olarak benimsenir. Bu durum devrime olan inancı, mücadeleye olan güveni pekiştirir. Amaç devrimci mücadeleye ve halka hizmet etmekse, bu bizim en öncelikli hedeflerimiz arasındadır. Bu siyasetimizden rahatsızlık duyanlar, neden rahatsız olmuş olur? Halkın yaşamının iyileştirilmesinden, onların devrimci ve sosyalist siyasetle birleşmesinden…
İkinci olarak; halkın siyasal, sosyal, kültürel ve demokratik hak, talep ve sorunlarına cevap olabilmektir. Yerel yönetimlerin bu koşullarda görev ve sorumluluklarının belirgin bir kısmı bunlardır. Bunlar adına atılacak her olumlu adım, kitleleri sosyalist demokrasi mücadelesinde bir adım daha öne çıkartır. Ovacık ve Mazgirt’ten çıkıp Dersim merkeze uzanan yolculuğumuz boyunca az-çok, yeterli-yetersiz yapılanlar tamı tamına budur. İstenilen ölçüde olmasa da bu siyasetin karşılığının-ürünlerinin alındığı da hiç kimsenin reddedemeyeceği bir gerçek. Yerel yönetim olarak belediyeciliği bir iktidar aracı olarak görmediğimizin altını bir kez daha çizelim. Devletin kurduğu bu örgüt aracını, kendi faaliyet sınırları içinde halka ve devrime hizmet aracına ne denli dönüştürürsek, devrimci mücadeleye kazandıracakları da o denli önem arz eder. Biz buradan sınıf mücadelemize katılabilecek katkıların hesabını yaparız. Y.D. yazarı ise burayı sosyalist bir iktidar, doğrudan sosyalist bir yönetim hayalleriyle düşlemektedir. Yani beklenti haddinden fazla büyük. O büyüklüğü göremeyince de hayal kırıklığına uğruyor. İlgili belediye sosyalist anlayış ve siyasetle yönetilen bir belediyedir. Buna yarı-sosyalist belediye denilebilir. Ama sosyalist belediye demek gerçeğe aykırıdır. Zira belediyelerin yarı-özerk/yarı-bağımsız özelliği olsa da son tahlilde merkezi devlet yönetimi ve iktidarına bağlı olup onun yasalarıyla biçimlendirilmektedir. Bu belediyelerin doğrudan sosyalist olması gerçeğe aykırıdır, çünkü sosyalizm veya idare biçimi olarak sosyalist yönetim, ancak toplumsal bir sistem olma özelliği ile dolayısıyla sosyalist bir devrim ile mümkün olabilir. Bunun dışındaki tasavvurlar sosyalizm veya sosyalist iktidar ve yönetim anlayışında düzen içiliğe çakılan ve seçimler yoluyla bunu mümkün gören ideolojik-siyasi kırılganlıklarla reformist anlayışlar olabilir… Biz, gerici sınıf, faşist devlet ve yönetim koşullarında, sosyalistler tarafından da yönetilse, yönetilen bir yerel yönetim de olsa, yönetimlerin tam sosyalist olabileceklerini mümkün görmüyoruz. Sosyalist anlayışla yönetilen yerel yönetimlerin, son tahlilde faşist hâkim sınıflar merkezi devletine, yasalarına, egemenliklerine vb. takılacağını ve takıldığını görüyoruz. Bundan ileri tam sosyalist bir yönetim sergilenebileceğini, gerici egemen sınıf sistemi ve iktidarı koşullarında olanaklı görmüyoruz…
Yeni Demokrasi Yazarının Küçük Hesapları
Yeni Demokrasi gazetesi‘nin , ”üzüm yeme değil, bağcıyı dövme” çabaları üzerinde biraz durmak gerekiyor. Siyaset ve mücadeledeki kazanımlara kendi gözümüzle baktığımız gibi, geniş taban ve halk kitlelerinin gözüyle de bakılması gerekir. Zira yürütülen siyasi mücadelenin kendi taban ve kitlesine güven vererek onu motive etmesi ve peşine takabilmesi, bu kitlenin siyasi mücadele ve buradaki kazanımları görmesiyle orantılıdır. Dolayısıyla, “başarı” değerlendirmesi, ister istemez, “neye göre başarı” “ne tür bir başarı” sorularını gündeme getirir. Meseleye böylesine geniş bir yelpazeden değil de Y.D. yazarının yaptığı gibi kendi dar penceremizden bakarsak, küçük ayrıntılar içinde boğulup kalırız. Siyaset özgün durumu ifade edeceği gibi, esas olarak da genel duruma göre belirlenmek durumundadır. Çünkü özgün/özel durum sadece genelin ufak bir parçasını ihtiva eder. Y.D.‘nin en büyük çıkmazı da burada. Genel stratejik yönelimleri, güne ve özgün duruma dair kendilerince yanlış, hatalı birkaç pratikle gölgeleyebilmektedir. Yani geneli, parçaya rahatlıkla kurban edilebilmektedir. Y.D.’nin 60. sayısından birkaç alıntı yapmak yerinde olacaktır.
“Bu pratikler, SMF‘nin kafa bulanıklığının, söz ve eylem birliğinin tutarsızlığının somut ifadeleri olarak devrimci-halkçı belediyecilikle değil, tam da sistemin, devletin işine yarayan belediyecilik…”.
“SMF ve Maçoğlu belediyeciliği ise eldeki “mevziyi” kaybetmeme adı altında sistemin tüm gerici politik-kültürel-sosyal çalışmaları ile uyumlu hareket etmekte onun bir parçası olmaktadır.”
Kargaların bile güleceği diğer bir iddia ise; “düşman kavramını silikleştirdiği”miz iddiasıdır. Devasa bedellerin ödendiği, destansı kahramanlıkların sergilendiği bir mücadele geleneğini görmemek, bir çırpıda silip atmak, aslında kimin neyi silikleştirme çabası içine girdiğini açıklamaya yeter de artar bile. Devrim ve sosyalizm iddiasında bir adım bile geri adım atmamış, başından bugüne kadar düşmanla süregelen sınıf kavgasında yüzlerce şehit vermiş, zaferler kazanmış, örgütsel yenilgilerle yüzleşmiş bir komünist devrimci gelenek böylesine pespaye bir anlayışla karalanamaz. Yürütülen mücadelenin, “sistemin, devletin işine yaradığı”, “sistemin politik kültürel- sosyal çalışmaları ile uyumlu hareket ettiği, onun bir parçası olduğu” saçmalıklarının ne ölçüde dikkate alınıp devrimci bir platformda tartışılması gerekir gerçekten zor. Çünkü söylemler, siyasi bir tartışmadan veya devrimci bir eleştiriden çok, doğrudan doğruya akıl tutulması saldırı ve karalamalardan ibarettir. Bu akıl tutulması karşısında ne devrimciliğimizi tartıştırırız ne de hiç kimsenin haddi olmayan devrimciliğimizin yargılanmasına izin veririz. Kendisini bütün gelişmelerin dışında tutan, kapalı bir kutu misali dogmalarına sıkı sıkıya sarılmış bir hareketten devrimci olmayan saldırgan tutumundan başka bir tutum beklenemez elbette. Yaptıklarıyla konuşamayanların, yapanların yaptıklarını lafazanlıklarına meze etmekten başka bir yeteneği olamaz elbet. Çamur atılan yeri tutmazsa, atana yapışır; Y.D.’nin düştüğü durum budur. Aczin ürünü tüm sözler sahiplerine yakışır… Devam edelim.
“Eğer devlete ve onun uzantılarına karşı devrimci bir mücadeleyi esas almıyorsanız…”!!! Delinin kuyuya taş atması misali zırva bir şey. Kırk akıllı bir araya gelse bile, bu saçmalığın neresini düzeltebilirler. Yaklaşık elli yıllık pratiğiyle dostun ve düşmanın bildiği bir gerçeği, sınıf kavgasındaki düşmana karşı yürüttüğü amansız mücadeleyi ispata kalkışmak akla ziyan, ölümsüzlerimize ve verilen emeklere haksızlık olur. Gerçeği, inkâr sofrasına kurulan sözlere karşı ispatlama çabasına girmeye asla
ihtiyacımız yok. Yaklaşık elli yıllık devrimci mücadele geleneğimiz bu saçmalıklara yanıt olmaya yeter de artar. Siyasi sınıf bilincinden yoksun birileri ancak bu türden iddialarda bulunabilir. Yarım asırlık mücadele tarihinde Türkiye -Kuzey Kürdistan sınıf mücadelesine büyük katkılar sunmuş, devrimci gelenekler kazandırmış, ağır bedeller ödemiş ve bugün de net devrimci duruşuyla tarihsel geleneğine ve siyasi mirasına sırt dönmediği derin analizlere girmeden, çıplak gözle ve aklıselim bir anlayışla bakıldığında rahatlıkla görülebilecekken, “devrimci mücadeleyi esas almıyorsanız” şeklindeki bir kavrayışsızlığı ciddiye almanın ne anlamı olabilir. Bir an sizin o kendini beğenmiş kibriniz ve küçük burjuva anlayışınızla hareket ettiğimizi varsayalım. Pratikteki üç – beş hatayı doğru kabul edelim, peki bu, akıl tutulması iddialarınızın doğru olduğu anlamına gelir mi? Eğer evet diyorsanız, dönüp bir aynaya bakın demekten başka söylenecek söz bulamıyoruz.
Evet, devrimci önder ve değerlerin isimlerini sokaklara, parklara, caddelere veren burjuvazidir, onun yerel yönetimleridir! Kadınlara dönük kararlar ve istihdam sağlayan, olanaklar ölçüsünde iş sahaları açarak kadınları üretime dâhil eden ve ekonomik rahatlamalarını sağlamakla birlikte sosyal yaşam içinde etkin hale getiren veya getirmeye çalışan burjuva iktidar ve yerel yönetimleridir! Üretim Kooperatifi kurarak üretici halk kitleleri üzerinde tefeci tüccar sömürüsünü engelleyen, üreticinin emeğini su pahasına sömürmesine elinden geldiği kadar ket vuran, halkı üretime teşvik edip refahını yükselten politika ve uygulamalar bahsettiğiniz burjuva devlet ve yerel yönetimlerine aittir! Öğrencilere mütevazı olarak burs verip okumalarında yardımcı olmaya-katkı sunmaya çalışan, çocuk ve gençleri okumaya teşvik eden o burjuva belediyelerdir! Su ve hatta cılız da olsa ulaşımda ücreti kaldıran veya sembolik ücrete indiren uygulama ve anlayış, alt-yapı düzenlemeleri vb. çalışmaları, biraz daha geriye gidersek örnek belediyecilik anlayışını hayata geçiren politika ve pratik burjuvaziye aittir! Meclisler oluşturarak kitleleri-halkı yönetime ve kendisiyle ilgili kararlara dâhil eden anlayış ve uygulamalar o burjuva devlet ve yönetimlerinin eseridir! Yakılan ormanlara müdahale ederek söndürmeye giden aynı belediyelerdir! Gerilla cenazelerine sahip çıkan aynı burjuvazidir! Dersim ismi iade edilsin-geri verilsin talebini sahiplenip arkasında duran da burjuva devlet ve yönetimidir(!?) Kayyum uygulamalarını ortadan kaldırıp halkçı yönetim anlayışını birçok alanda uygulayan burjuva devlet yönetimidir! Belediyeleri arpalık olmaktan çıkaran, soygun ve hırsızlık yuvaları olmaktan çıkaran, halka-kamuya ait belediye bütçesinin şahsi ceplere indirilmesine son veren, belediye gelir-giderlerini şeffaf yönetim anlayışıyla gözler önüne sermekten sakınmayan ve her kuruşun hesabını veren uygulama o burjuva devlet ve iktidarın uygulamasıdır! Komünist niteliği toplumun ve hatta daha büyük ölçekte takdir toplayarak meşruluk kazanmasında katkı sahibi olan anlayış ve uygulamalar o bahsini ettiğiniz faşist devlet ve yönetimlerin eseridir! Demokratik, devrimci, sosyalist ve ulusal demokratik güçlerle ittifak politikası güden, ama bağımsız siyaset ve siyasi iradesinden de taviz vermeyen o burjuva yönetimdir! Öyle ya, bunların hepsi, çetelesini çıkarmakta yorulacağımız ”Söz, Yetki, Karar Halka” şiarıyla yöneten yönetim anlayışının tümü, baştan sona dediğiniz gibi gericidir! Peki, sizler neredesiniz, ne yapıyorsunuz, neyle meşgulsünüz? Yine sormak isteriz; sizce bir belediye neler yapabilir, neler yapmalıdır ve istediğiniz devrimci siyaset ve yerel yönetim nedir, bundan ne bekliyorsunuz, neler yapılmamıştır, devlet ve uzantılarıyla birliği nedir, onları hedeflemeyen siyaset ve yönetim nedir? Bunları palyatif eleştirilerle değil, bütünlüklü bir anlayış kapsamında ortaya koymanızı bekleriz. Tabi o bütünlüklü bakabilme ve bütünlüklü anlayışa muktedir iseniz…
Toplumun hemen her kesiminden halkın, insanların gösterdiği ilgi anlamsız mıdır? Elazığlı köylü kadının, Mersinli çiftçinin, Rizeli üreticinin, İstanbullu işçinin, Eskişehirli öğrencinin, Diyarbakırlı gencin, Urfalı köylünün, Roboskili Cami hocasının, Alevi derneğinin, Demokratik ve Yöre kurumlarının, İstanbul ve Suruç belediyesinin, burjuva TV kanalları ve gazetecilerin, Berlinli göçmenin, Grazlı belediyenin, İngiltereli profesörün ve Üniversitelerin, yani Kürdün, Türkün, Lazın, Çerkezin, Ermeninin oluşturduğu tüm toplumsal katmanların, dahası Almanın, İngilizin, Fransızın ilgisine mazhar olup taktirini alan bir anlayış ve siyasetin ya da yönetim anlayışının sizde karşılığı nedir? Bunca alaka ve etki anlamsız mıdır? Ne dersiniz?…
Her şeye karşın belediyenin yapabileceği, yapması gereken ve yapacağı çok şey var elbette. Yapılan muntazamdır, dahasına hacet yoktur diyemeyiz. Bilakis yapılamayan ve özellikle de devlet ve kayyumunun özel siyasetleriyle belediyenin proje yapıp yürürlüğe sokmasını adeta elini-kolunu bağlayarak borçlandırıp hareket alanını daraltan özel yönelimin eseri olarak yapılamayan ve fakat yapılması gereken bir dizi iş, görev ve sorumluluk vardır. Devlet ve iktidarın olanaksızlaştırma ve kuşatma siyaseti başta olmak üzere, bunlarla mücadele içinde belediyeyi sosyalist-devrimci-halkçı belediyecilik anlayışıyla yönetmeye ve bu alandaki görevlerini yerine getirmeye uğraşırken, bu yetmiyormuş gibi, dostlarımızın aymaz saldırılarıyla da ideolojik mücadele ve efor sarf ederek belediyeyi yönetmek durumunda kalıyoruz. Görev ve sorumluluklarımızı bu zorluklar içinde yürütüyoruz ve bu çalışmalarımızı kolaylaştıran değil, zorlaştıran bir tutum olarak önümüze engel olarak çıkmaktadır. Biz bunu yapıyoruz, ya siz!
Şu “Vefa Sosyal Destek Grubu“ masalını Alican Önlü ortaya attı. Dersim Belediyesinin bunlarla hiçbir sosyal faaliyet içine girmediğini bile bile… Aynı sakızı şimdi Y.D. çiğniyor. Virüs salgını sürecinde İçişleri Bakanlığı‘nın kurduğu sözde yardım amaçlı bir kurum. Her yerde olduğu gibi Dersim’de de belediyelerle toplantılar yapıyorlar. Belediyenin bu toplantıya katılması ne halkçı belediye anlayışımıza ne de devrimciliğimize helal getirir. Madem “sosyal yardım” için kurulmuş, o toplantıya katılabilinir ve halkın sorunları, ihtiyaçları dillendirilir, halka hizmet adına yapılabilecek bir şey varsa yapılır, yoksa belediye kendi imkânlarını seferber ederek halkın ihtiyaçlarını giderme yoluna girer. Bağımsız olarak zaten çalışmalarını yürütür, yürütmektedir de. Tamı tamına yapılan bu mu? Evet. “Vefa Sosyal Destek Grubu”nun halka bir şey vermeyeceği zaten bilinen bir gerçek. Bu durum karşısında belediye ne yaptı. Sizin iddianıza göre o grupla sosyal çalışmalar mı yürüttü. Hayır. Kendi imkânlarıyla ve kendi adına halka hizmet sunmaya başladı. Maddi olarak ihtiyacı olan yoksul ailelerin ihtiyaçlarına cevap olmaya çalıştı. Hatta sokak hayvanlarının bile ihtiyaçlarını unutmadı. Şehrin dezenfekte işlerini yürüttü. Kendi öz gücüne dayanarak, esnafın, kooperatifin ve belediyenin imkânları birleştirilerek bugüne kadar beş yüzün üzerinde ihtiyacı olan aileye yiyecek-içecek kolileri dağıtıldı. Özellikle yalnız ve ihtiyacı olan kadınlara sınırlı imkânlara rağmen mali destek sunuldu. Virüs sonrası oluşabilecek ekonomik sıkıntıların öngörüsünde bulunarak halkı uyarıp tarımsal üretime teşvik etme siyasetini güttü. Bunların hiç birisini “Vefa Sosyal destek Grubu“ yapmadı. Yapmaz da zaten. Belediyeyle ortak bir sosyal faaliyette olmadığına göre, sizin bu, çamur at izi kalsın tavrınız niye. Ama unuttuğunuz bir şey var, attığınız çamur iz bile bırakmadı, elinizde kurudu kaldı.
Deniliyor ki “Kuşkusuz belediye çalışmalarının bazı yasal çerçevelerle, protokollerle kuşatılmış bir çalışma alanı vardır. Ancak bir yere kadar anlaşılır bu gerçekliğin de sınırları vardır.” Y.D. bunun farkında. Fakat sınırlar konusunda kafası karışık. Ya da o sınırları kendi subjektif keyfine göre düşünüyor. Sanki kurtarılmış bölgede belediyecilik yapıyorlar. Bu yüzden sapla samanı birbirine karıştırıyorlar. Uzun vadeli mücadele sabırları yok. Gerçeği unutarak tam sosyalist belediyecilik bekliyorlar. Ve en önemlisi de stratejik yönelimle, taktik, hatta günlük birtakım pratikleri birbirine karıştırıp aynılaştırıyorlar. Evet, pratikte hatalar, eksik davranışlar olmaz mı, olur. Yığınca olumlu çalışmalarınızın içinde muhtemel gördüğünüz bir-iki hatalı eksik pratiğiniz sizi stratejik yöneliminizden alı koyar mı? Y.D.‘nin anlamadığı, anlamak istemediği bu. Şimdi Y.D.‘nin mücadele sürecindeki bir dizi hata, zaaf ve eksikliklerini ortaya koyup desek ki bunların anlamı „devlete teslim olmaktır“. Bu, objektif, doğru ve sorumlu bir yaklaşım olur mu? Elbette ki hayır. Ama Y.D.’nin mantığı tam da böyle çalışıyor. Sanıyorlar ki devrimcilere ne kadar saldırırsak, o kadar devrimci oluruz. Yok
“Cumhuriyet bayramında” belediye başkanı protokolde yer almış da, yok aşure kazanına valiyle beraber kepçe daldırmış da. Bu mu yani şimdi. Siz şu yukarda adını koyup da açıklamadığınız sınırları bir açıklar mısınız? Bilelim bari. Ne de olsa her şeyin en doğrusunu, en iyisini siz biliyorsunuz(!?)
Bugün ki Dersim Belediyesine yönelik saldırılar sadece sizden taraf gelmiyor. Ağız birliği etmişçesine farklı cenahlardan da geliyor. Ta 2008 yılında işletmeye konulan, ruhsatı o günkü belediyece verilen taş ocakları işletmeciliği bugünkü belediyeye mal edilerek, “ekolojiyi bozduğu, doğayı tahrip ettiği” suçlaması, rahatlıkla yapılabilmektedir. Bugüne kadar susanlar neden acaba bugün hiç alakası olmayan belediyeye mal etmeye kalkışıp gündeme getiriyorlar. Tıpkı üzerinden aylar geçmiş pratik bir yaşanmışlığı bugün gündeme taşıdığınız gibi. Yanlış bir şeye tavır konulacaksa anında konulur. Aradan aylar, yıllar geçtikten sonra değil. Bu, samimiyetsizliğin en bariz halidir.
Kendi anlayışınız doğrultusunda üç -beş taktik pratik hatadan yola çıkarak, yarım asırlık devrimci komünist bir geleneği yargılamaya kalkışırken, devrimci mücadelenin gelişimine hizmet eden, önemli katkılar sunan şu devrimci patikleri nereye koymayı düşünüyorsunuz. Ki sadece devrimci yönelim ve stratejimizin küçük bir parçası olan küçük bir alanın mücadelesidir burada söz konusu olan.
Mazgirt ve Ovacık’tan Dersim’e kadarki süren devrimci-halkçı yerel yönetimler anlayışımız ve pratiğimiz tavizsiz bir şekilde esas olarak devam ediyor. Kuşkusuz her şeyi dört dörtlük, eksiksiz, hatasız yaptık iddiasında değiliz. Ama esasa ilişkin olarak olumlu bir çalışma seyri izlendiğini söylersek abartmış olmayız. Tarıma, ulaşıma, suya, yola dair halka sunulan hizmet politikaları Türkiye-Kuzey Kürdistan coğrafyasında olduğu kadar, sınırların çok çok ötesinde destek buldu, sempatiyle karşılandı. Sadece kendimiz açısından değil, genel devrimci mücadele açısından önemli bir halka yakalandı. Çok farklı çevre ve bireyler halka hizmet konusundaki sosyalistlerin devrimci, politikalarını, çalan, çırpan, saklayan değil şeffaflığını alkışladılar. Halkla belediye arasındaki duvarları yıkarak, halkla iç içeliğin öncülüğünü yaptı yerel yönetimlerimiz. Halka, doğal olarak devrime hizmet politikalarını ülkedeki ve Avrupa‘daki bir kısım belediyelerle buluşturma yönünde önemli çabalar içine girildi.. Fırsat buldukça yereldeki esnafın ve halkın sorunlarını gerek kendilerine giderek ve gerekse ortak toplantılar düzenleyerek halkla birlikte çözüm arama yollarını denediler. Yol yapımı, park bahçe bakımı gibi rutin çalışmaları aksatmadan yürüttüler. Dersim halkının talebi üzerine otopark projesini hayata geçirmeye çalışıyorlar. Kooperatifleşmeyi Dersim sınırlarının dışına taşıyarak ülkenin çeşitli yerlerinde 14 ayrı yerde tüketim kooperatifi şubeleri açıldı. Ki kooperatifleşmenin devrimci mücadelenin önemli araçlarından biri olduğunu herkes bilir. Halkın ilerici kültürüne sahiplenilerek bir dizi sanatsal ve kültürel çalışmalar yapıldı. Yoksul üniversite öğrencilerine karşılıksız burslar veriliyor. Kadına şiddetin önünü almak adına ciddi çalışmalar yürütülüyor. Bütün bu çalışmaların yürütülebilmesi için kadın ve gençlik meclisleri, kooperatif örgütlemeleri gibi örgütsel araçlar da yaratılmış durumda.
Kısacası halka hizmet, örgütlenme, ajitasyon ve propaganda politikaları ve araçları devrimin hizmetine sunulmuşken, kepçeyle, protokolle bu çalışmaların üzerine sünger çekmek, hele de devrimciliğimizi yargılamaya kalkışmak devrimci bir anlayış olmasa gerek. Devrimci-Halkçı program ve programın uygulayıcıları kitlelerin sel gibi büyüyen sevgisini, saygısını kazandıkça, küçük grup hesapları peşinde koşanların çılgına dönmesini yadırgamıyoruz. Çünkü onlar devrimin ve halkın genel çıkarlarını değil, kendi küçük grup hesaplarının peşinde koşarlar. Tekrar altını kalın çizgilerle çizelim. Hatasız, eksiksiz değiliz. Sadece ölüler hata yapmaz. Yapılanlar, yapılacakların yanında devede kulak gibidir. Ama yapılacakların da garantisidir. Kitlelerin desteğini ve olurunu almışsak en büyük garanti de budur. Henüz yürünecek zor ve çetin uzunca yolumuz var. Küçük hesaplarla uğraşacak zamanımızsa hiç yok.
Dereciklerde boğulanlar denizlerde kulaç atamaz…