Milli Mesele ve İki Süper Devlet tanımı tartışmalarıyla yapılan Baş Düşman Tespiti üzerine topraklı köy evlerinin arkalarında, köy meydanı ve harmanlarında yürütülen tartışmaları ilgiyle dinliyorduk. Köyümüzde tek TİKKO’cu olan öğrenci amcamın Van’dan tatil dönemi köye geldiğinde, Halkın Gücü ve Devrimci Halkın Birliğinden yoldaşların onunla ateşli tartışmalarını izliyorduk. Örgütler arasında, Halkın Gücü, Devrimci Halkın Birliği ve Halkın Yolu arasında köyde düzenlenen tartışmaları, özellikle Halkın Gücü ve Devrimci Halkın Birliğinin ilçede düzenlediği gece-piesleri izliyor, sonra canlandırıyorduk. Aynı yıllardı, Halkın Birliği ile Devrimci Halkın Birliği bölünmesiyle saf tutuyorduk. Bazen de katledilen devrimcilerin cenazelerinde mahşere karışıyorduk küçük yaşımızla. Kaypakkaya ve Ali Haydar yoldaşların çatışmasını canlandıran pieslerde kullanılan patlar mantarları gerçek sanarak hem korkuyor hem izlemekten alıkoyamıyorduk kendimizi. O kadar küçüktük… Bazı sabahları, dışarı taşmış komşu evdeki kavga sesleriyle uyanıyorduk. Evin iki, çocuğu Halkın Gücünden diğer ikisi ise Devrimci Halkın Birliği’ndendi. Kavga bu kardeşler arasında yaşanıyordu. Köyümüz, bir amcam hariç, tamamen Halkın Gücü ve Devrimci Halkın Birliği ile ikiye ayrılmıştı. Geceleri köyde mitingler ve yazılamalar yapardık. Bazen karşı köydekiler de köy sınırına kadar gelirdi. Karşılıklı sloganlarla köy yerinde yürür, slogan atıp yürürdük. Karşı köydeki aynı örgütten yoldaşlarla birleşip ilçe merkezine duvar yazılamalarına da giderdik. Polis bekçi kovalardı genellikle…
18 Mayıs’lar köyün politik atmosferinde zirve günleriydi. Günlerce, belki aylarca öncesinden ilçe merkezinden araba lastikleri toplayıp biriktirirdik. Aynı günler boyunca ateş küllerini biriktirirdik tenekeler içinde. Tabi benzin de tedarik ederdik. Heyecanla 18 Mayıs’ı beklerdik. 18 Mayıs akşamı, önceden toplanmış olan bütün araba tekerleri, bütün küller ve benzin tepelere taşınırdı. Karanlık bastıktan sonra bütün tepelerde ateşleri yakardık. Araba lastikleri uzun ve iyi yanarlardı. Ateş şöleni, topladığımız külleri benzinle harmanlayıp yazdığımız örgüt isimleri biçiminde yakardık. Hangi köyün tepesinde ateş yakılmamış diye bakardık. Ne mümkün ne kadar tepe varsa alev topu gibi yanıyor, aydınlatıyordu adeta. Benzinlenmiş kül de hatırı sayılır bir zaman boyunca yanardı. Askere yakın yerlerde asker gelir diye, fazla beklemezdik; varsa bir tabanca birkaç el ateş eder, slogan attıktan sonra dönerdik tepelerden. Tabi ki, köyün tüm evlerinin duvarları ve ilçenin de duvarlarına renk renk boyalarla yazılar yazılırdı. Boya alamadığımız durumlarda eski pilleri toplardık ve onları kırarak siyah boya elde ederdik ve onunla yazardık yazılarımızı. Bazen gece olduğu için renkli boyalar duvarda görülmediği için yanlışlıkla diğer örgütün yazılarının üstüne yazardık. Sabah bunun tartışması başlardı; neden bizim yazının üstüne yazdınız diye. Tartışma, duvarları yazılan kimi ev sahiplerinin küfürleriyle köye yayılırdı. 18 Mayıs’ı bu hummalı hazırlık ve büyük heyecan içinde kutlardık. Tepelerin zirveleri ateşlerle süslenirdi… Ama her şeyden de önemlisi büyük bir devrimci ruh vardı. Hareket diriydi, ruh yüksekti…
Aynı yıllardı, orta okuldaydık. Liseler boykot düzenlerdi, biz de katılırdık. Okul tatil olurdu. Boykot günleri dışında okulda örgütler arası tartışmalar, toplantılar, seminerler düzenlenirdi. Öğretmenlere durum bildirilir ve ders saatleri bazen öğretmenlerinde katılımıyla siyasi tartışma ve seminerlerle doldurulurdu. Yürütülen tartışmalarda anlaşmazlıklar çıkar, yer yer kavgalar olurdu.
Katledilen devrimcilerin cenaze törenleri mahşeri miting ve yürüyüşlere tanık olurdu. Küçük çocuklardan, yaşlı kadın ve amcalara kadar ilçenin, köylerin en kalabalık kitleleri kortejleri doldururdu. “Katil iktidar” sloganını “katil ikiki” diye atan köylü kadını, “Efendi Diril Ölümsüzdür” sloganına, “çocuk ölmüş” diyen o yaşlı kadınları, polise-askere taş atan yaşlı kadınları gördük cenaze törenlerinde. Tutuklanan devrimcilerin polislikten serbest bırakılması için “Hükümet Konağı” önünde toplanan, genç-yaşlı, çocuk-kadın kalabalığın sloganlarına ve kalabalıktaki kadroların polise süre tanıyarak, “arkadaşlarımızı beş dakika içinde bırakmazsanız karakolu basıp alırız” diyen kararlı haykırışlarını ve içeri alınan devrimcilerin serbest bırakıldığını gördük… Akşam değil, öğlen saatlerinde ilçe merkezine girerek terzi Kazım olarak bilinen devlet işbirlikçisinin silahla cezalandırılmasını ve sloganlar atarak ilçe merkezinden çıkıldığını gördük. Ve “Deşt toprak işgalini” tanıdık. Dağlardan, patikalardan akım akın Deşt merkezine giden militan ruhu gördük. O günler, “Kırdan şehre doğruydu” devrimin yolu.
Sonra bir sabah okula gitmek için hazırlanırken, “darbe olmuş” diyen büyüklerin sessiz konuşmalarından ve çevrede gezinen panzerlerden öğrendik 80 AFC’sini. Darbe gerçekleşmişti. Sonuçları ağır oldu darbenin. Maalesef yenilgi alarak gerilemeleri tanıdık. Ama darbe döneminde de, yenilgi dönemlerinde de dağlarımızın ve illegal mücadelemizin bitmediğini yaşayarak gördük. Ama buna rağmen bu dönem iyi örgütlenemedi, iyi pozisyon alınamadı. Yenilgi koşulları sağ eğilimleri gündeme getirmiş, bu durum mevcut örgütleri iç tartışmalara çekmiş, hatalı eğilimlere girmesine yol açmış, henüz taze olan yenilginin dersleri çıkarılıp buna uygun konumlanmaya gidilememişti. Ki, henüz yenilgi almamış olan örgütlerin sonradan yenilgi almasında bu durum etken olmuştu…
Yenilgiyi muhasebe ederken, sağ-sol çatışmasının adeta bir tuzak olarak önümüzü sürülüp dayatıldığını ve esas yönelinmesi gereken devlet ve kurumlarının arka planda kalındığını, bu sebeple mücadelenin merkezi görevinde yoğunlaşamadığını, devrimci hareketin bu güçlü devrimci durum şartlarını bilinçli olarak organize edip iyi önderlik yapamadığını, ciddi kurumsallaşmalara girmediğini, siyasi hedeflerine odaklanmada zayıf kaldığını, kendiliğinden örgütlü olan büyük kitlelerin bilinçli, sıkı devrimci örgüt niteliğine getirilmediği, hesaplanan ve öngörülen darbeye karşı gerekli ve doğru önlemlerin alınıp geliştirilmediğini, darbeye karşı ciddi bir direnişin bile sergilenemediğini, nihayetinde esasta kendiliğindenci davranıldığı vb. değerlendirmeleri yapıldı.
Ne yazı ki, şimdi aynı toplumsal ruh ve hareketten, durum ve dirilikten, aynı 18 Mayıs ateşlerinden bahsedemiyoruz. Aynı toplumsal siyasi şartlar bugün yok. Birçok değişim ve biçimsel değişim egemendir. Bugün düne dönmez ama dün bugüne taşınabilir. Aynı biçimle değil ama aynı özle, aynı ruhla, aynı militanlıkla, aynı kararlılıkla, aynı fedakarlık ve aynı mücadele çalışmasıyla, devrimci dün bugüne taşınabilir. Taşınan boyutlarıyla zaten taşınabilirliği ispatlıdır. Devrimci savaş ve silahlı mücadele pratikleri ve değişik direniş ve mücadelelerde ortaya koyulan irade, ödenen ağır bedeller o devrimci dünün gelişen bilinç ve koşullarla bugüne taşınmasını ifade eder. Dahası, SİHA ve İHA’lara karşı can siper yürütülen Sosyalist Halk Savaşı, Partizan Halk Güçleri silahlı savaş ve eylemleri o devrimci dünün bugüne aynı kararlılıkla taşındığını ve aynı özde taşındığının kanıtıdır. Yüzlerce parti ve devrim şehidi bunun en parlak kanıtıdır. En zor şartlarda sürdürülen devrimci mücadele biçimleri bunun kanıtıdır. Şimdi, değişen toplumsal koşul ve nesnel şartlar egemen. Mücadele buna göre biçimler almakta. Baştan sona bir biçim değişikliği. Devrim, sosyalizm, Komünizm hedef ve amacında bir değişim yok ama bu hedefler uğruna mücadele ve örgütlenme biçimlerinde köklü değişimler var; olmalıdır da! Şimdi, haklı olarak kitlelerin biriktiği şehirler esasında, şehirlerle kırların eş güdümüyle biçimleniyor devrimin izleyeceği yol. 18 Mayıs özüyle aydınlatmaya devam ediyor…
Kaypakkaya yoldaşın ölümsüz anısı önünde sonsuz saygıyla eğilirken, yüzlerce parti şehidimiz şahsında tüm dünya ve coğrafyamız devrim şehitlerini saygıyla anıyor, selamlıyoruz.
Not: Bir önceki köşemde, Komünist ve devrimci harekette öteden beri görülen ve günün de sorunu olarak da devam eden iradeciliği ele almaya çalıştım. Konunun önemi, iradecilik ile irade kavramlarının aynı kelime kökeninden türemesi nedeniyle hatalı bir şekilde aynılaştırılması, dolayısıyla pratikte ciddi hatalara düşülmesinde yatmaktadır. Ki, dilim döndüğünce buna dikkat çekmeye çalıştım. Bunu yaparken, şehit düşmüş bir yoldaştan örnek vererek sorunu canlı yaşamla birleştirip daha iyi anlatabilmeyi ve daha iyi anlaşılmasını hedefledim. Yoldaşların pratiğinden örnek verirken, hatıralar içinde olan bazı yoldaşları karıştırmış, yanlış isimler vermiş olabilirim. Örneğin, Agit yoldaş diye hatırladığım yoldaş, Özgür yoldaş olabilir. Sadece muhtemel olan bu karışıklıktan dolayı, yani bir bakıma olası bir hatanın düzeltilmesi sorumluluğuyla bu notu okuyucuyla paylaşmayı zorunlu gördüm.