Bizimle iletişime geçin

Editörün Seçtikleri

Komünistler Asla Kusursuz Değildir, Kusurlarına Rağmen Komünisttirler…

Özcesi, karşımızdakilerin bazı hatalarında bizlerin de payı ve katkısı olduğunu görerek kabul etmek durumundayız. Aksi halde, kendimizi mükemmel görme hatasına düşerek, gerçeğe ulaşamaz, gelişimimizi engelleyerek baltalamış oluruz. Kendi hatasını görmeyenlerin ilerleme şansı çok daha az ve zayıftır…

Örgütlü ya da örgütsüz olanları fark etmeksizin, komünist ve devrimciler esasen toplumun bilinçli ve ileri kesimlerini temsil ederler. Hata ve sorunlarına, zayıflık ve noksanlıklarına rağmen böyledirler. Şayet bir paradoks yoksa bu değerlendirmenin ortak kabul gören bir belirleme olduğu onaylanır/onaylanmak durumundadır. En azından, toplumsal ortalamanın üstünde bir niteliği temsil ettikleri söylenebilir.

Kuşkusuz ki, bu belirlemeler her şart ve durumda mutlak değildir ama genel bir doğrudur. Burada izafiyet teorisine kaçarak komünist-devrimci niteliği fululaştırmak bilimsel tutumdan uzaklaşmak olur. Yani, “şunu yapanlar mı, bu hataya düşenler mi, bu suçu işleyenler mi toplum ortalamasında ileri niteliği temsil ediyor” şeklindeki muhtemel itiraz, komünist-devrimci niteliğin ileri olduğunu yanlışlamaz, yanlışlamaya yetmez. Bu yaklaşım, kısmen dar deneyci ya da ampirik yaklaşımdır. Genel niteliğe göre değil, parçaya göre, ya da tek-tek hatalara göre hareket etmektedir…

Basit olgu ve örneklerle toplumsal ortalama ile komünistler arasındaki nitel seviye farkını açıklayacak olursak: Komünist ve devrimciler, parçacı-dar ve bireysel-bencil düşünme yerine; a)- toplumsal düşünme, davranma, hareket etme ve eylemde bulunma pratikleriyle, b)-toplumsal-sınıfsal çelişki ve sorunları çözme öngörüleri ya da teori-pratikleriyle, c)- bu çelişki ve sorunları kavrayışları, anlamaları ve kaynaklarını açıklamalarıyla, d)- bu çelişki ve sorunları neden-sonuç ilişkisi içinde ele alıp diyalektik bilim zemininde açıklamaları ve materyalist yorumlamalarıyla, e)- sınıf kaynaklı bütün çelişki ve çatışkıları ideolojik-teorik-felsefi zeminde biçimlenen siyasi-örgütsel-askeri mücadele biçimlerine başvurarak sınıflar mücadelesi yasasına bağlı çözme bilinçleriyle, f)- toplumsal değişimi sınıf devrimleriyle ele alıp sınıf mücadeleleri iradesini sergilemeleri ve bu mücadele iradesini evrensel teori-ideoloji bilimi ve devrimler tecrübesi pratiğiyle birleştirip enternasyonalist nitelikte yükseltmeleriyle ve daha birçok temel özellikleriyle, gerici egemen sınıf sistemleri tarafından geri bırakılmış olan toplum kitlelerden daha ileri bir niteliği temsil ederler… 

Komünist ve devrimciler zaman zaman geri yanlar barındırabilir ama asla gerici olmazlar

Komünist devrimcilerin “her söylediği doğrudur” görüşü idealisttir. Lakin “söylediklerinin hepsi yanlıştır” iddiası da gerçek dışı mesnetsiz bir safsatadır. Bazen, özellikle pratikleri bağlamında kitlelerin gerisine düştükleri de olur ve bazen açıklamaları-iradeleri subjektif de olur ama bu durum genel ölçekte temsil ettikleri ileri nitelik bağlamındaki genel kaideyi bozmaz. Buna karşın, komünist devrimciler bütün söyledikleri ve yaptıklarından sorumluluk duyar, tartışmasız biçimde hatalarının sorumluluğunu taşırlar. ‘‘Tarihimizdeki her doğru da her yanlış da bizimdir” bilinci onlara hastır… ‘‘Doğruyu sahiplenmek, yanlışı sahipsiz bırakmak”, “doğru benim, yanlış başkasının”, “iyi benim, kötü senin” şeklinde işine geleni almak ama işine gelmeyeni satmak komünist ahlakla bağdaşmaz. ‘‘Bütün doğrular bende, bütün yanlışlar sende‘‘ biçimindeki idealist tez komünistlere yabancı, bilime aykırıdır…

Mesele anlayış meselesi ve doğru-yanlış sorunudur. En yanlış anlayış bile doğru bir içerik barındırır. Klişe sözle, “bozuk saat bile günde iki defa doğruyu gösterir.” Bu, saatin bozuk olmadığını ispatlamaz ama bozuk olmasına karşın iki defa da olsa doğruyu gösterdiği anlamına gelir. Bu, kesinlik veya mutlaklık kavramlarındaki yanlışı ispatlar…

Mekanikte durum buyken, dinamik olan düşünce eyleminde durum çok daha ileri ve niteliklidir. Düşüncenin etkileşimi çok daha kuvvetlidir; karşıt sınıftan bile etkilenir, onu etkiler, etkileşim gösterir… O halde, bir anlayışın esasta yanlış olması, onun her şeyiyle ve hepten yanlış olup hiçbir doğruyu içinde taşımadığı anlamına gelmez, bunun tersi iddia edilemez. Aynı şey tersten doğru düşünceler için de geçerlidir. Genel olarak veya esasta doğru olan düşünce, öyle ya da böyle ama mutlaka bağrında yanlış fikirler barındırır. Aksini iddia etmek, materyalizme aykırı olup katıksız idealizmdir. Fakat doğru düşüncede (komünist fikir veya çizgide) yanlış görüşlerin olması onun genel niteliğini değiştirmez. En kaba yanlış bağrında doğru fikirler barındırdığı gibi, en büyük doğru da bağrında yanlış fikirler barındırır. Bilim ve düşünce dünyasının tabiatı budur; onda mutlaklık, kesinlik ve teklik-monolitiklik yoktur. Bilakis, çelişki vardır. 

Komünist devrimciler de bazen istemsiz olarak incitici olabilir, incitici hatalar yapabilir, hatta kaba suçlar işleyebilir. Sadece istenç dışı değil tabi ki; kavrayış ve bilinç düzeyleriyle ilgili darlıkları nedeniyle de incitici olabilir, kaba hatalara düşebilir, hatta ciddi suçlar işleyebilirler. Onlar som altından kusursuz varlıklar değildir. Sınıflı toplumun birer yansıması olup, davranışları ya da söylemleriyle sınıf yansımalarını ayna eder-edebilirler.

İdeolojik-siyasi-örgütsel tutumda, doğru-yanlış ya da hata-suç ikilemleri açısından durumu nispi farklılıklar gösterir. Sorunun esası da burada ortaya çıkar, burada düğümlenir. Kendi yanlışımızı görmeden başkasının yanlışıyla meşgul olduğumuzda objektif olmaktan uzaklaşır, tek yanlı öznelciliğe düşeriz. Yani, hep karşımızdakini görür ama kendimizi görmeyiz. Bu temel bir sapmadır, büyük bir yanılgı yoludur. Ve bu yol bizleri, karşımızdakiler üzerinde kışkırtıcı bir baskı kurarak onları yanlışa yöneltme ya da hataya sürükleme tavrına götürür. Kısacası, karşımızdakilerin hatasının bazen bizlerin hatasıyla koşullandığını görmeyiz ama bunu görmek durumundayız. Görmez isek, “hep başkası yanlış, biz doğru” idealist sapmasına düşer, daha büyük yanlışa savruluruz. Bizlerin karşımızdakiler üzerindeki koşullayıcı baskısını veya hataya sevk eden etkisini; “o da yanlışa düşmesin, etkilenmesin” ya da ‘‘belirleyici olan iç çelişkidir” vb. vs. şeklindeki gerekçelerle boşa çıkaramayız.

Zira karşıt sınıfların etkileşiminin gerçek olduğu dikkate alındığında, örgütsel-siyasi muhatapların birbirinden etkilenmemesi düşünülemez. Öte taraftan, iç çelişki belirleyici de olsa, dış etkenlerin tetikleyici, harekete geçirici olduğu ve hatta kimi şartlarda belirleyici etkide bulunduğu yadsınamaz. Bilhassa uygun olan iç çelişkilerle birleşen dış etkinin somut rol oynaması çok daha kolaydır… Özcesi, karşımızdakilerin bazı hatalarında bizlerin de payı ve katkısı olduğunu görerek kabul etmek durumundayız. Aksi halde, kendimizi mükemmel görme hatasına düşerek, gerçeğe ulaşamaz, gelişimimizi engelleyerek baltalamış oluruz. Kendi hatasını görmeyenlerin ilerleme şansı çok daha az ve zayıftır…

Kibir ve kapris, insanı diğer insanlardan öğrenmeye kapatan illet bir hastalıktır 

Kapris, kibir ve küçüklük kompleksi komünistlere değil, küçük-burjuvaziye özgüdür. Böbürlenme ve kuru övgü de komünistlere yabancıdır. Dolayısıyla anlayış çerçevesinde ortaya konulan doğru fikirleri kaygıya kapılmadan sahiplenmek ve yanlış fikirleri eleştirerek yadsımak tek doğru yaklaşımdır. Bu hatalar komünistlere de, başkalarına da ait olabilir. Sorun bunlardan öğrenmek, ders almaktır. Kitlelerin öğrencisi olmayı onurla kabul eden komünistlerin kendi dışındaki devrimcilerden ya da siyasi görüşlerden öğrenmesi kadar tabii bir şey yoktur.

Unutmamak gerekir ki, Mao, burjuvaziden öğrendiğini, burjuvazinin ileri olan yanlarından yararlandığı ve gerektiğinde burjuva toplumlardan öğrenilmesi gerektiğini salık vermektedir. Marks, Engels, Lenin, Stalin de öyle yapmadılar mı? Somut olarak Kaypakkaya hareketi tarihsel dayanakları bağlamında, yerel isyanlardan, bunların tecrübelerinden öğrendiğini açıklamaktadır. Ulusal hareketin yürüttüğü savaş tecrübesinden öğrenmeyi önemseyerek benimsemekteyiz vb. Bu durumda, bizlerin birbirinden öğrenmesinde ne gibi bir yanlış olabilir. İşte, temel noksanlardan biri budur; dışımızdakilere hep eleştiri gözüyle tek gözle bakma ama öğrenme gözünü kapatma…

Öğrenme, öğrenebileceğimiz şeylerin olabileceği gerçeğine uygun davranma ve en genelde bu gözle bakmak bir yana, birlikte iş yapmak, eylem ve güç birliğine girmek, devrimci ilişkiler geliştirmek ve bu ilişkiler içinde bulunmak gibi tabii anlayış ve pratiklerimiz bile yadırganıp eleştirilmekte, adeta suç sayılmaktadır. 

Başka tipik bir davranış ya da refleks ise şöyledir: Ortaya koyulan görüş ve anlayışlara doğru-yanlış temelinde yaklaşmaktan ve bu zeminde eleştiri yürütmektense, söylenen şeylere karşı, ‘‘siz önce kendinize bakın‘‘ şeklinde salt savunma refleksiyle hareket edip olağan diyalog sürecini kapatan yaklaşım sergilenmektedir. Bu aslen doğru-yanlış tartışmasından kaçmaktır. Karşımızdakileri karşı cephe olarak algılayıp hata ve olumsuzluklarını ileri sürerek anlayış düzleminde ortaya konulan somut gerçek üzerinde tartışma yürütmekten imtina etme tavrı siyaseten boş bir tavırdır. Somuta veya söylenene ne diyeceksen onu de. Bunu yapmayıp dolambaçlı yollara başvurmak gerçeklerden kaçışın yolu ve öğrenmeye kapalılık tutumudur. Eleştirirken, doğru ya da olumlu yanı sahiplenmeyi ve ondan öğrenmeyi ihmal etmemeliyiz. Problemin esası, tavrın tek yanlı olarak hatalara kilitlenmesi ve tek yanlı yaklaşım ya da anlayışla biçimlenmesidir. 

Sonuç olarak, çoğu kez anlamsız olan birbirimizle dövüşme haline düşmekte ve bundan kurtulamamaktayız. Kurtulamıyoruz ama kurtulmalıyız. Hatalarımız üzerine dövüşmeli ama hataları düzeltme amacıyla, kolektifin ve sınıfın-halkın çıkarları adına dövüşmeliyiz. Ezmek, burun sürtmek, mahkum edip üstünlük kurmak ve özellikle de karşımızdakilerin hatalarından nemalanma, bundan siyasi rant devşirme amacıyla dövüşmemeli, dar bencil hesap ve bencil egolarımız uğruna hiç dövüşmemeliyiz. Ne eleştiren “sütten çıkmış ak kaşıktır” ne de eleştirilen. Dahası, somut bir mesele ya da sorunda haklı-doğru olmak ayrı bir şey ama her konuda pürüzsüz olup salt karşımızdakilerin hatalı olduğu bilinciyle hareket etmek daha ayrı şeydir. Ancak başkalarının da hatalı olması bizlerin hatalar yapmasını meşrulaştırmaz. Biz ne kadar az hata yaparsak karşımızdakileri de o kadar az hataya iteriz. Ama hatalı davranırsak, karşımızdakileri de hataya sevk ederiz. Hatalara gösterilen tepki hatalı zeminde olursa, hataları büyütmekten başka bir işe yaratmaz. Doğru davranmak erdemdir. Erdemin büyüğü hatalar karşısında doğru davranmayı becermektir.

Hataların yarıştırılması ya da kıyaslanması dipsiz bir süreçtir, bir çıkmazdır. Doğrulara bağlı kalmak, her şartta doğruyu savunmak ve uygulamak komünist ilkedir. Komünistler davranış ilkelerini dostlarının hatalarına göre belirlemez. Onların tek ölçütü bilimsel tutum ve gerçekler karşısında alçak gönüllü olmaktır… Komünistlerin hata yapmayacağını beklemek ham hayaldir. Hatasız olduklarını, hiç hata yapmayacaklarını düşünmek gerçeğe aykırılıkla kaba bir yanılgıdır. Hatalarından dolayı komünistleri yere batırmak ise, aymazlığın daniskasıdır… Mükemmeliyetçilik temel bir yanlıştır…

Bu yazı ilk olarak Halkın Günlüğü Gazetesi’nin 34. sayısında yayımlanmıştır.



Eylül 2024
PSÇPCCP
 1
2345678
9101112131415
16171819202122
23242526272829
30 

Daha Fazla Editörün Seçtikleri Haberler