Hafta sonu tarihinde Türkiye genelinde bir dizi toplantı, basın açıklaması ve benzeri eylemler yapıldı. Kızılbaşların, resmi eğitim anlayışına karşı 27 Şubat 2022 geniş çaplı bir eylemler dizisi gerçekleşeceği sürekli gündemdeydi. Saat 15.00’te Kadıköy-İstanbul’daki basın açıklamasına ben de pek çok dost ve arkadaşla birlikte katılma imkanı buldum. İlk söyleyeceğim, eylemin içeriğine ve söylenen sloganlara bakılırsa sorun “eğitim” olayından çok daha büyüktü. Haddizatında bana göre bir toplumda eğitim sorunu varsa orada büyük bir toplumsal sorun var demektir. Dolayısıyla okunan ortak metin, bana göre yüzeysel ve sorunun özünden uzak bir içeriğe sahipti. Topluluğun dile getirdiği sloganlar meselenin özüne daha yakındı. Birini anımsatmakla yetiniyorum: Dersim, Maraş Koçgiri / Unutulmaz Hiçbiri…
Eylemde, okunan metnin içeriğinde öne çıkan tema “zorunlu din eğitimi kaldırılsın” şeklindeydi. Bu düşünceye bağlı olarak savunulanlara bakılırsa 7 yaş altındaki çocuklara din eğitimi verilmesine de itiraz ediliyor. Dahası, diyanet kurumunun kapatılması öneriliyor. Öne çıkan temalardan birisi de “bilimsel, demokratik, parasız ve laik eğitim” talebiydi. Görüldüğü gibi gelişmekte olan kapitalizmin ihtiyaçlarına uygun bir istekle karşı karşıyayız. Bu talepleri, zaten burjuvazinin yüz yıldır adım adım kabul ettiğini düşünebiliriz.
Laik eğitim değil, eğitime müdahil olmak
Marksist perspektifle konuya bakılacak olursa, dinsel ve kültürel özgürlüklerin yerine toplumsal eşitlik anlayışına bağlanmak daha doğru bir yol olarak görülüyor. Yani toplumun reformlarla değil devrimlerle özgürleşeceğini savunmak zorunlu bir çıkış kapısıdır. Elbette böylesi yönelim komünist partisinin programına uygun olurdu. Biz demokratik kurumların eyleminden ve taleplerinden söz ediyoruz. Üstelik inanç kurumlarının organize ettiği bir eylemdir. Eyleme pek çok sol örgüt, dergi ve parti çevresinin katılması, meselenin özünü değiştirmez. Yine de bana göre öncelikle dinlerden kurtulma özgürlüğünün savunulması gerekir.
İkincisi zorunlu din eğitimine karşı olmak yetmez, gönüllü din eğitimine de karşı olmak gerekir. Karşı olmak dediğimizde şiddet uygulamaktan söz etmiyoruz. Zorunlu din eğitimine karşı olmak gerektiği gibi dine ve din eğitimine karşı zor kullanmak da yanlış olur. Din konusunda felsefi-ideolojik sınıf bilincinin toplumda geçerli kılınması önerilmelidir.
Eylemde dile getirilen özerk eğitim talebini anlıyorum. Bence özerk derken başta öğrenciler ve eğitim çalışanları olmak üzere halk tarafından sevk ve idare edilen bir eğitim anlayışını savunmak gerekir. Bilimsel eğitim talebi, kapitalizm koşullarında naif bir talep gibi görülüyor. Laiklik ve laik eğitim talebi ise tümüyle reddedilmesi gereken bir taleptir. Yerine “özerk eğitim” talebinde olduğu gibi toplumun müdahil olduğu eğitim politikası savunulmalıdır.
İslam, ezen din konumundadır
Burjuvazi, bilimden ne anlıyor, neye ihtiyaç duyuyorsa eğitim, dünyada olduğu gibi ülkemizde de benzer tarzda yapılıyor zaten. Devrimci-demokratik bir bilim anlayışı savunuluyorsa yönetime müdahale edilmesi lazım gelir. Laiklik ve laik eğitim talebi, düşünülmeden dile getirilen bir istek gibi görünüyor bana. Halbuki, Türkiye tam da laik bir ulus devlettir! Ekonomik ve siyasal olarak sömürge olduğu için yüz yıldır toplumu doyuramıyor olabilir. Oysa her ulus devlet gibi Türk devleti de kendisine, ezen din konumundaki İslam dinini resmi din olarak almış ve yasalarına eklemiştir. Anayasası ve yasaları ise kapitalizmin gelişme mantığına uygundur.
Feodalizmin üstyapıya etkisi her geçen gün sınırlanıyor Türkiye’de. Milliyetçi sol anlayışların, Türkiye’yi “dinci-gerici” olarak algılaması gerçekleri yansıtmıyor. Yüz yıldır liberal eğitim ve din anlayışını uygulamaya çalışan ama yarı sömürge konumundan dolayı ırkçı-faşist politikalar uygulamak zorunda kalan bir devletten söz ediyoruz. Kızılbaşlar öncelikle bu despotik yapıdan kurtulmayı istemelidir. Alanda da görüldüğü gibi her eylemciye beş on tane kasklı, joplu, tabancalı, silahlı polis düşüyor. Böyle bir devlet ortamında din özgürlüğü, gönüllü din eğitimi veya laik eğitim kime, ne düzeyde bir kimlik ve kişilik katabilir?
Eğitimdeki mağduriyet sorunu çözmez
Konuşma metninde de görüldüğü gibi Kızılbaş toplumunun, sıklıkla Avrupa uygulamalarına atıf yapması, bazen bizatihi Avrupa sözleşmelerini referans alması da sorunlu görülmektedir. Kapitalist-emperyalist ülkelerdeki din-devlet ve toplum ilişkilerini, feodal yapılanmayı tasfiye edememiş bir topluma tatbik etmek de tarihsel materyalist anlayışla örtüşmez. Dolayısıyla, kitleden gelen sözlerin özüne bakıldığında, bunların kürsüden gelen söz içeriklerine oranla daha gerçekçi oldukları söylenebilir.
Çünkü Kızılbaşların eğitim alanındaki mağduriyeti, yalnızca eğitim konusuna sığacak kadar sınırlı değildir. Burjuvazinin genel ekonomik politikalarının bir sonucudur. Bu yüzden de zorunlu din dersine tepki göstermek, sınıf olgusundan, Kürt meselesinden, kadın mücadelesinden ayrı olarak ele alınamaz. Alanda kitlenin seslendirdiği Çav Bella şarkısının da bu gerçeklikle mutlaka bağını kurmak gerekiyor.
Siyasal değil antropolojik din
Kapitalizmin egemen olduğu devletlerde, söylendiği gibi dinden tümüyle mesafe alındığı bilgisi de gerçekleri yansıtmaktan uzaktır. Böyle durumlarda görünüşten ziyade öze bakmak gerekiyor. Kıta Avrupası, laikliği uygulamakla Ada Avrupası ise sekülerizmi uygulamakla bilinir. İlkinde devlet kontrolü var iken ikincisinde devlet, dinden özerktir denilir. Bence yine de bu açıklamalar temele ilişkin değildir, görüntüdedir.
Bununla birlikte Kızılbaş toplumu esasen laikliği değil sekülerizmi tercih etmek durumundadır. Yine de en ikna edici çözümün dinin ve dinselliğin ortadan kaldırılmasını, bunun için de ekonomik ve sosyal altyapının eşitlikçi bir yapıya kavuşturulması gerekir. Dinselliği, komünal toplumda olduğu gibi antropolojik bir özellik olarak yaşamak en iyisi.