Bizimle iletişime geçin

Makale

Kerem Yıldırım yazdı | Devrimin coğrafyası: Toprak nereden çatlayacak?

Emperyalistleşen sermaye devletleri, sömürü ilişkilerini ulusal sınırların dışına taşıyarak hem genişleme olanakları buldu hem de ulusal sınırlar içindeki sınıf mücadelesini silikleştirdi. Emperyalist devletlerin işçileri emperyalist sömürüden pay almaya başladı ve devrimden vazgeçti. Özetle Avrupa proletaryası Avrupa burjuvazisi karşısında hiçleşti.

“İnsanlar bitiyordu topraktan; karıkların arasında ağır ağır filizlenen, gelecek yüzyılın hasadı için boy atan ve yakında toprağı çatlatacak olan, intikamcı, kapkara bir ordu yetişiyordu.” (1)

İstisnasız, Marx’tan bu yana her devrimci komünist iddia kendine bir toprak/coğrafya ve o toprağı çatlatacak devrimci özne belirledi. Marx çatlayacak toprak olarak Kıta Avrupa’sını belirledi. Avrupa’da toprağın çatlaması için, Marx’ın ifadesiyle Parisli işçiler 1871 Mart’ında göğün fethine çıktı, gök fethedildi ama fetih kısa sürdü. Engels Avrupa’da toprağın neden çatlamadığının ilk belirlenimlerini, daha 1844’te yazdığı İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu isimli eserinde “işçi sınıfı içinde oluşan aristokrasi” saptamasıyla ortaya koydu. Maalesef bu saptamanın sönümlenmediği, bilakis, 1844’ten 20. yüzyıl başlarına uzanan süreçte daha da olgunlaştığı bir durum yaşandı. Aristokratlaşan İngiliz işçileri devrimden vazgeçti.

Engels ölümünden kısa süre önce, 19. yüzyılın son yıllarında Almanya işçi sınıfına umut bağladı. Dünyayı sarsacak, toprağı çatlatacak birikimi Almanya emekçilerinde gördü. Hatta Engels, 24 Ekim 1891 tarihinde August Bebel’e yazdığı mektupta 10 yıl içinde sosyalistlerin iktidara geleceğini iddia etti. (2) 10 yıl sonra Almanya’da sosyalist iktidar kurulamadı ve Engels’in iddiasından yaklaşık otuz yıl sonra Spartakist Ayaklanma, sosyal demokrasinin de ihanetiyle Alman burjuvazisi tarafından ezildi.

Marx ve Engels komünizmi bilimsel temellere dayandırarak kendilerinden önceki bütün komünist yaklaşımlardan koptular. İşçi sınıfının iktidar olma olanağını güncel-nesnel gerçekliğe, toplumsal-iktisadi çelişkilere dayandırdılar. Bu anlamda Marx ve Engels’in komünizmi, nesnelliğe bağlı bir zeminde devrimci öznenin/siyasetin değiştirme yeteneği olduğu saptamasına dayanır.

Spartakist yenilgisinin mutlaka devrimci özneden kaynaklı yönleri vardı. Peki Spartakistlerin yenilgisini yalnızca öznel hatalarla açıklamak mümkün müydü?  Sosyal demokrat ihanetin nesnel sebepleri neydi? İşçi sınıfının devrimden uzaklaşma nedeni neydi? Bu soruları sormadan gerçeğe ulaşma şansımız bulunmuyor. En nihayetinde devrimci özne de değiştirmeye yetenekli olduğu nesnelliğe dayanır. Nesnellik ortadan kalkarsa özne de hiçleşir.

Engels’in 1844’te saptadığı işçi sınıfının burjuvalaşma süreci, birinci paylaşım savaşı sırasında ve sonrasında, artık bütün kıtadaki sınıf ilişkilerinin temel olgusuydu. Emperyalistleşen sermaye devletleri, sömürü ilişkilerini ulusal sınırların dışına taşıyarak hem genişleme olanakları buldu hem de ulusal sınırlar içindeki sınıf mücadelesini silikleştirdi. Emperyalist devletlerin işçileri emperyalist sömürüden pay almaya başladı ve devrimden vazgeçti. Özetle Avrupa proletaryası Avrupa burjuvazisi karşısında hiçleşti.

Lenin emperyalizm isimli eserinin 6 Temmuz 1920 tarihli önsözünde, Alman sosyal demokrasisinin başını çektiği II. Enternasyonal’le burjuvalaşmış işçiler arasındaki ilişkiyi şöyle özetledi:

“Yaşam tarzıyla, geliri itibariyle, tüm dünya görüşüyle tamamen darkafalı bu burjuvalaşmış işçiler ya da ‘işçi aristokrasisi’ katmanı II. Enternasyonal’in ana dayanağıdır ve günümüzde burjuvazinin başlıca toplumsal(askeri değil) dayanağıdır.” (3)

Devrim işçi sınıfı için son seçenektir, çözümsüz gibi gözüken zamanların çözümüdür. Ekonomik refahın ve konforun olduğu yerde devrim olanaksızdır.

Gramsci’nin “kapitale karşı devrim” dediği, Lenin’in önderlik ettiği Bolşevik Devrimi, Rusya işçi sınıfı için çözümsüz gibi gözüken zamanlarının çözümüydü. 1917 Ekim’i ekmeksizliğe karşı ekmek, savaşa karşı barış, ulusal tutsaklığa karşı özgürlük, topraksızlığa karşı toprak oldu. Bolşevik Partisi bir yandan Almanya işçi sınıfının devrimci kalkışmasını takip ederken, diğer yandan da 20. yüzyılın ilk günlerinden beri kaynayan kitle hareketini, Petrograd ve Moskova’daki işçileri örgütledi. Toprak Marx’ın öngördüğü biçimiyle, en gelişkin kapitalist ilişkilerin olduğu coğrafyadan değil, tersine, İngiliz ve Fransız tekellerine bağlı, yarı feodal Rusya’da çatladı.

“Kapitale karşı devrim”, devrimin coğrafyasını değiştirdi ve 20. yüzyılı proleter devrimler yüzyılına dönüştürdü.  Emperyalist devletler dışında bütün ülkelerin işçileri, köylüleri ve ezilenleri yarım asır boyunca ayaklanma destanları yazdılar.

1949 Çin’inde, “kapitale karşı devrim”in açtığı yoldan ve onun hatalarından da ders çıkararak, bu defa da Mao önderliğindeki ÇKP “Komintern’e karşı devrim” yaptı. “Komintern’e karşı devrim” SBKP’nin sosyalizmin anavatanını koruma refleksleriyle emperyalist olmayan dünyadaki burjuva-milliyetçililerle uzlaşma siyasetine karşı emekçi kitlelerin sürekli seferberliğini temel alan bir yol tutturdu. Toprak Çin’de, Rusya’daki gibi büyük kentlerde değil kırlarda, Hunan’da çatladı. Çin kırının baldırı çıplakları kızıl bir isyanla, 1935’ten 1949’a dek Pekin’i zapt etmek için yürüdü ve zapt etti.

20. yüzyılın üçüncü çeyreğinin sonuna kadar Asya’dan Afrika’ya, Afrika’dan Latin Amerika’ya sosyalist devrim denemeleri ve ulusal kurtuluş savaşları oldu.

20. yüzyılın üçüncü çeyreğinin sonunda dünya devrimci atılımı durgunluk ve gerileme dönemine girdi. Hâla bu dönemin içindeyiz.

Sovyetler Birliği’nde 1960’larda iktidarı ele alan revizyonizmin(sosyalizmden kapitalizme geçme ideolojisi) temsilcileri, fiilen yıktıkları sosyalizmin resmi ilanını 1991’de açıkladılar. Sosyalist Çin ise 1978’de Deng Xiaoping’in başını çektiği karşı devrimle kapitalist yola girdi ve Çin’de sosyalizm tasfiye edildi.

***

Dünyanın güneyinde ve doğusunda Sovyetler Birliği ve Çin dışında da birçok sosyalist deney yaşandı. Neredeyse bütününde demokratik ve sosyalist iktidarlar yenilgiler yaşadı, bugün hâlâ bu yenilgi döneminin içinde yaşıyoruz.

Emperyalist devletlerde ise işçiler ve işçi örgütleri neredeyse bir asırdır, devrimci eylemden uzak ve konforlu yaşamaya devam ediyor.

Peki her şey bitti mi? Artık kızıl bir dünya insanlığın önünde bir seçenek değil mi? İşçi sınıfı dünün nostaljisinden başka bir anlam ifade etmiyor mu?

Hem Kuzey Amerika’da hem de Kıta Avrupa’sından çok yazıp çizildi:

“Sosyalizm öldü.”

Biz bunu tartışmayacağız. Ancak “sosyalizm öldü” önermesinin önemli bir ayağı da “geleneksel işçi sınıfı yok oldu” saptamasına dayandırıldı. Biz esas olarak bu önermeyi tartışacağız. Aslında bu önerme bütünüyle yanlış değildir. Çünkü dünyaya Batı’dan bakınca böyle düşünmek için güçlü maddi gerekçeler sunulabilir.

Çünkü 1980’den bugüne Kuzey Yarıküre’de sanayi üretimi azaldı. Kuzey Yarıküre’de emek gücünün imalat ve üretimden hizmetlere ve ticarete kaydırılması, Batı’daki işçilerin sendikal örgütlenme imkânlarını zayıflattı.(4)

Avrupa’da, Japonya’da ve Kuzey Amerika’da fabrikalar kapanmaya devam ediyor. Emperyalist-kapitalizm, sosyalizmin yenilgisi ardından, en dünyalılaştığı aşamada neoliberal programı hayata geçirdi. Neoliberal dönemin en ayırt edici özelliği sanayi ve imalat üretiminin Güney’e taşınması oldu. Neoliberal dönemde kaynaklar üzerindeki güç, küresel bir proletarya doğurdu. 1980’den itibaren sanayi üretimin ağırlıkla Güney’e kayması Kuzey’deki tekelci kapitalistlerin emperyalist dünyadaki işçileri alt etmesi olgusu neoliberal döneme ait bir başka ayırt edici özelliktir. Bugün dünya sanayi işçisinin %80’i Güney’dedir ve emperyalist sanayi sermayesi Güney’in emek gücüne bağımlıdır.(5)

Kısacası geleneksel işçi sınıfı ölmediği gibi, daha büyük kalabalıklar hâlinde Güney’den yükselmektedir.

1980’den günümüze, Güney’de sanayi işçisi sayısı yaklaşık iki kat artmıştır. Immanuel Ness’in deyimiyle, 1840’ların Manchester’ı bugün Güney Yarıküre’dir.(6) Bu benzerlik sadece yoğun işçileşme ve ağır çalışma koşulları arasındaki bir benzerlikle sınırlı değildir. Aynı zamanda bugün Güney’den militan bir işçi hareketi yükselmektedir. 1940’lı yıllarda Marx ve Engels’i heyecanlandıran işçi dinamizmi bugün Güney’dedir. Özellikle Güney Asya yeni işçi hareketinin merkezidir.

Son 40 yıl içinde Kuzey’de sendikal örgütlülük hizmet ve kamu sektörüne sıkışırken, Güney’de sanayi sektöründe militan sendikacılık gelişti.

Immanuel Ness’in son derece titiz ve ampirik (deneysel) çalışması olan Güneyin İsyanı eseri, yeni işçi sınıfı hareketine dair önümüze çarpıcı ve ezber bozan veriler sunuyor. Ness yaptığı çalışmada Çin, Hindistan ve Güney Afrika’daki işçi hareketlerini inceliyor. İnceleme sonucunda her üç ülkede de bazı ortak sonuçlar ortaya çıkıyor:

Birinci sonuç; işçi sınıfı geleneksel sendikalara karşı işyerlerinde kurdukları kendi mücadele birlikleriyle mücadele ediyorlar, yeni mücadele araçları ve yöntemleri üretiyorlar.

İkinci sonuç; yerli işçiler göçmen işçileri de işçi birliklerine ve taban örgütlerine dahil edebiliyor. Yerli ve göçmen işçiler birlikte örgütlenme becerisine sahip.

Üçüncü sonuç; kendiliğinden gelişen, sürekliliği olan ve dinamik bir işçi hareketi var.

Üç sonuç çerçevesinde, bu üç ülkedeki deneyimlerden somut örnekler de verelim.

***

Hindistan ile başlayalım. Hindistan parlamentosundaki reformist-sol partiler tarafından kurulup yönetilen geleneksel sendikaların gücü önemli ölçüde azaldı, bu da işçilerin harekete geçip fabrikalarda özerk ve radikal örgütler kurmasına yol açtı. Örneğin 2012’de Suziki fabrikasında işçilerin kurduğu yeni sendikal yapı işgücünün %75’ten fazlasını oluşturan ancak hiçbir sosyal yardım ya da güvencesi olmayan ve kalıcı işçilerin aldığı ücretin ¼’üne çalışan sözleşmeli işçilere eşit haklar verilmesini istedi. İşçilerin kararlı direnişi sonrasında Haryana eyalet polisi fabrikayı kapattı ve yaklaşık 150 işçi hiçbir suçlama olmaksızın 3 yıl hapiste tutuldu.

Haryana’daki olayın bir benzeri de aynı yıl içinde Güney Afrika’da yaşandı. Lonmin Plc’de grev örgütleyen 34 madenci Güney Afrika polisi tarafından öldürüldü. Hindistan’daki işçi hareketi devletin şiddet eylemlerine rağmen militan bir hatta sürmeye devam ediyor. Bunun yanı sıra, Hindistan’da geçtiğimiz yıl içerisinde 200 milyona yakın çiftçinin katıldığı dev bir grev yapıldı.(7)

Çin’deki işçi sınıfı hareketinden de kısaca söz edecek olursak; Çin’de devletin tanıdığı tek sendika Çin Sendikalar Federasyonu (ÇSF) ve tahmin edileceği üzere sendikanın ipleri ÇKP’nin elinde. ÇSF dışında bir sendika kurmak yasak. Ancak ÇSF’nin patronlarla kriz yaşayan üyelerini temsil etmekten kaçınması, işçilerin tabanda eyleme geçerek eşsiz bir mücadele deneyimi kazanmalarına ve paralel, kalıcı bir sendikal yapı oluşturma potansiyeli yaratmalarına olanak yaratıyor.

2008’de işçilerin taban eylemleriyle değiştirilmek zorunda kalınan iş kanunuyla, işçilere 10 yıl çalışma güvencesi getirildi. Bu güvence göçmen işçilerde de sınıf bilincinin gelişmesine yol açtı. Yerli işçilerle göçmen işçiler birlikte örgütleniyor. Ayrıca deneyimli işçiler çalışma koşullarının iyileştirilmesi için genç işçileri örgütlüyor.

2014’teki Bahar Grevleri ÇSF’ye rağmen büyük bir taban hareketinin ortaya çıktığını gösterdi. İşçi hareketi Bahar Grevleri’nde hem devleti hem de yabancı sermayeyi hedef alan gösteriler yaptı.

Çin’de 2023 yılının ilk yarısında en az 741 grev oldu. Ülkede 2022’de 830 grev ve eylem gerçekleştirilmişti. (8)

Çin devletinin yoğun baskısına ve operasyonlarına rağmen deneyimli ve genç komünist işçiler, işçi sınıfı hareketinin gelişmesi için önemli bir çaba harcıyorlar.

Son olarak Güney Afrika’dan söz edeceğiz. Güney Afrika’da platinin çıkarıldığı 1910’lardan 100 yıl sonra bile, dünyanın bilinen platin rezervinin %75’ten fazlası Bushveld Kompleksi’nde bulunmaktadır. Güney Afrika madenleri 2009 ile 2014 arasında büyük grevlere sahne oldu. Madenciler mevcut sendika UMB’ye karşı kendi örgütlülüklerini inşa ettiler. 12-13 Ağustos 2012 Marikana direnişinde işçilerle resmi sendika arasında çatışmalar çıktı. UMB şirket yöneticileriyle bir olup yürüyüşe geçen işçileri taradı. İki madenci Karee maden kuyusunda vurularak öldürüldü. İşçiler UMB’nin ve şirketin silahlı saldırılarına karşı kendi ürettikleri ve knobkerrie ismini verdikleri mızraklarla savunmaya geçtiler. Knobkerrie ilk olarak Apartheid (resmi ırkçı politika) dönemindeki protestolarda kullanılmıştı. İşçiler silahlarını bırakmayı kabul etmediler, madene kamp kurdular ve açık hava meclisi tertiplediler. Televizyon kameraları kayıt hâlindeyken 16 işçi acımasızca katledildi. 18’iyse bu katliamdan kurtulmak için kaçarken öldürüldü. 78 işçi de yaralandı.

2014’te yeni bir grev dalgası geldi. Bu sefer AMCU’nun arkasında birlik olan işçiler UMB’nin çıkarlarını temsil etmediğini ilan etmişlerdi. Yeni grev dalgasına metal sendikası NUMSA da katıldı. Örgütlü olduğu bütün işyerlerinde grev tertipledi ve Apartheid döneminde gelişmiş Marksist-Leninist politikaların uygulanmasından yana tavır aldı. NUMSA aynı dönemde temel sanayi kollarındaki kuruluşların millileştirilmesini savundu.

En son 2021 yılında NUMSA’nın örgütlediği büyük metal grevi 150 bin işçinin katılımıyla başladı ve grev haftası boyunca greve katılım sayısı 300 bin işçiye vardı. Polis bazı bölgelerde işçilere silahla saldırdı.

Güney Afrikalı madenciler ve metal işçileri devletin ve şirketlerin bütün baskı politikaları karşısında, mücadelelerini her geçen yıl daha da arttırarak sürdürüyorlar.

***

Çin, Hindistan ve G. Afrika’nın yanında; sanayi üretiminin yoğun olduğu Endenozya, Myanmar, Bangladeş, Filipinler, Nepal, Kamboçya, Laos, Vietnam da, Güney Asya’da sınıf mücadelesinin hem ekonomik hem de siyasal düzlemde çetin yaşandığı ülkelerdir.

Güney Asya’nın bir özelliği de, komünizm mücadelesinin güncel olarak en dinamik zemini olmasıdır. Hindistan ve Filipinler’deki mücadeleler komünizm mücadelesinin en ileri mevzileridir.

Hindistan’ın 1/5’i Hindistan Komünist Partisi (Maoist)’nin, diğer bir ifadeyle Naksalistlerin kontrolündedir. Parti yarım asırdır süren halk savaşına önderlik ediyor. 1967’de başlayan Naksalist İsyan bugün dün olduğundan daha güçlüdür. On milyonlarca yoksul köylüyü ve işçiyi seferber etme becerisine sahiptir. Hindistan devletinin kalkınma bölgesi olarak belirlediği alanın %40’ını Naksalistler yönetiyor.(9) Hindistan devleti büyük teknolojik silahlarla Naksalistlere saldırsa da, Naksalistler alanlarını genişletmeye ve emekçi halkı korumaya ve devrimi geliştirmeye devam ediyor.

Benzer bir durum Filipinler için de geçerlidir. Filipinler Komünist Partisi (FKP) İspanyol sömürgecilere, Amerikan ve Japon emperyalizmine, komprador burjuvaziye karşı, yarım asırdır Filipinler halkının birleşik devrimci mücadelesine önderlik ediyor. FKP ülkenin 1/3’ünde çok etkili bir mücadele yürütüyor.

***

Son tahlilde; bugün, hem üretim yoğunluğu hem sınıf mücadelesinin gelişkinliği hem de siyasal mücadeledeki olgunluk açısından Güney Asya, yarının olası proleter devrimci atılımının coğrafyasıdır.

Başta Türkiye komünistleri olmak üzere, bütün dünya komünistlerinin bir gözü de Güney Asya’daki sınıf mücadelelerinde olmalıdır. Güney Asya mercek altına alınmalıdır.

Elbette her ülkenin sınıf mücadelesinin kendine özgü koşulları vardır. Güney’deki isyanın öğrettiklerini şablonlaştırmadan, ülkemizdeki mücadele pratiklerinde ufuk açacak dersler çıkarmak çok değerlidir.

Dediğimiz gibi, bir gözümüz toprağı çatlatacak olan Güney’deki isyandadır…



Kasım 2024
PSÇPCCP
 123
45678910
11121314151617
18192021222324
252627282930 

Daha Fazla Makale Haberler