Doğruluk ve yanlışlık formel ve göreli kavramlardır. Başka bir söylemle, bir şey ancak başka bir şeyle formel mantık kuralları bağlamındaki ilişkisine göre doğru ya da yanlış olabilir. Örneğin, A = B, B=C ise A=C formel mantığını doğruluğunu ya da yanlışlığını irdeleyelim. Diyelim ki A, B ve C üç farklı metanın fiyatı olsun; bu durumda değişim değeri olarak A, B ve C birbirine eşit ise bu mantıksal çıkarım doğrudur. Fakat, eğer, A, B ve C, eğer bir metanın kullanım değeri ise bu çıkarım yanlıştır. Dolayısıyla, formel mantık ile nesnelerin ve öznelerin ancak belirli bir niteliği, niceliği ya da durumu doğrulanabilir ya da yanlışlanabilir. Fakat, öznenin ya da nesnenin ontolojisine ilişkin çelişkiyi ifade eden bir diyalektik yaklaşım ortaya konulamaz. Başka bir söylemle, formel mantık bize öznenin ya da nesnenin var oluşunun iç çelişkisini, onu hareket ettirten çelişkiyi ortaya koyma olanağı sağlayamaz. Dolayısıyla, formel mantık durağandır. Belirli şeyleri belir bir durumda birbirleri arasındaki biçimsel ilişkiye karşılık gelir. Formel mantık niteliği de biçime indirgediği için ve durağan olduğu için özsel olanı değişimin yasalarını kavrayamaz ve ifade edemez. Yine, formel mantık, çelişmezlik ilkesinden hareket ettiği için varoluşun iç çelişkini, yani, çelişkinin mutlaklığını kavrayamadığı için özneler ve nesneler arasında ancak göreli ilişkileri ifade edebilir.
Formel mantık, kendi kendisini, yani göreli ilişkileri tanımlayabildiği halde, görelilikle çelişkinin mutlaklığı arasındaki diyalektiği kavrayamaz ve dolayısıyla olumlama ve olumsuzlamalarla devinen gerçekliği, evrenin, doğanın ve toplumlar tarihinin hareketinin iç yasalarını, bu yasalar arasındaki karşılıklı etkileşimleri ifade etmekte yetersiz kalır. Gerek tümevarım gerekse tümden gelim yöntemiyle yapılan formel çıkarımlar, öznelerin ve nesnelerin belirli bir durumdaki göreli ilişkilerinin ötesinde tarihsel materyalin hareket ettirici çelişkilerine dair ontolojik ve epistemolojik gerçekliğin kavranmasına olanak tanımaz. Marksist diyalektik yöntem ise genel olarak sınıflı toplumların, özel olarak kapitalist toplumun ekonomi politiğinin iç yasalarını ortaya koyar. Bu yöntemin diğer bilimlere uygulanması ve tüm bilimlerin giderek bir tarih bilimi olarak birleştirilmesine ilişkin Marksist praksisin gerçekleştirilmesi sorunu ise, komünizm davasının geleceğinin bir sorunu olarak, tarihsel materyalizm bilimini bulunduğu yerden daha ilerilere taşımak isteyen Marksizm’in teorik ve pratik takipçilerinin en önemli görevi olmaya devam ediyor.
Genel olarak insanlık tarihinin, özel olarak sınıflı toplumlar tarihinin tarihsel materyalizm bilimi açısından ontolojik sorunsalı, gerek toplumların ekonomi politik ve gerekse üst yapısal olgulara karşılık gelen devlet, hukuk, ahlak, din, sanat, kültür, etik, bilim gibi toplumsal kurumların hareket ettirici iç çelişkilerini, bu iç çelişkilerin doğal ve toplumsal yasalarla ilişkilerini bütün bilimlerle ilişkisi içinde çözümlemek ve bilince çıkarmaktır. Bu anlamıyla, tarihsel materyalizm biliminin toplum bilime uygulanmasında irdelenmesi gereken temel sorunsal, toplumsal olgular arasındaki göreli ilişkilerin belirlediği ve süreçsel olarak olumlama ve olumsuzlamalarla birbirini doğrulayan ya da yanlışlayan formel yapılar değil, hak, haklılık ve haksızlık kavramlarının temelinde olan ve temel yaşamsal etkinlik olarak emek etkinliğinin ontolojik iç çelişkilerine karşılık gelen ve ancak komünist toplumun ikinci aşamasında ‘’herkese ihtiyacı kadar’’ şiarının gerçekleşmesiyle çözüme bağlanabilecek olan insanlığın varoluşunun mutlak çelişkisinin, hangi aşamalardan geçerek çözüleceğine ilişkin ontolojik ve epistemolojik temellendirmedir.
Doğruluk ve yanlışlık gibi göreli ve formel kavramlar da tarihsel ve dolayısıyla değişken olduğu için komünizm davası, bu kavramlardan ziyade insan toplumlarının varoluşu ve emek etkinliğinin ontolojik mutlak çelişkisine karşılık gelen hak kavramına dayandırılmak zorundadır. Bugünkü burjuva biliminde hakim olan pozitivist yaklaşımların aksine halk türküleri ve deyişlerinde de doğruluk ve yanlışlık gibi göreli, formel ve tarihsel olarak değişken kavramlardan ziyade hak kavramına yapılan vurgudan da insanlığın varoluşunun içsel çelişkisinin onun bilinç altına da yansıdığını, kullandığı dili, söylemi biçimlendirdiğini ve halk diliyle devlet dilinin farklı sınıflı toplumlarda, farklı biçimlerde ayrıştığını söylemek mümkündür.
Sonuç olarak şunu da ifade etmek gerekir ki insanlık tarihini değiştirmek ve bir yeryüzü cenneti yaratma mücadelesinde olan politik özne olarak Komünist Partisi, varoluşun ve dolayısıyla varlığın hareketinin içsel yasalarının birbiriyle diyalektik ilişkisine karşılık gelen çelişkinin mutlaklığının ikiz kenar üçgen modeliyle ifade etmeye çalıştığımız tarihsel argümanları kendi dışına öteleyerek, son tahlilde yanılmaz ve yenilmez bir komünist irade yaratamaz. Söz konusu tarihsel argümanların ve aynı zamanda, insanla doğa arasındaki ilişkinin materyalleri olan dil ve emek aracılığıyla ete kemiğe bürünerek geçmişten geleceğe taşındığını daha önce ifade etmiştik. Komünist Partisi, onun mücadelesinin mutlak çelişkisine de karşılık gelen bu tarihsel öncülleri bilincine çıkarmadan ve onları kendi bünyesinde tarihsel amacına göre yeniden biçimlendirmeden ne sınıflı toplumun devletinden ne de sınıflı toplumun ekonomi politiği, hukuku, ahlakı, sanatı, bilimi, ideolojisi ve etiğinden stratejik, tarihsel, epistemolojik ve ontolojik bir kopuş gerçekleştiremez. Geçmiş sosyalizm deneyimlerinin yenilgileri ve Komünist Partilerin yozlaşmaları ve çürümeleriyle biçimlenen, komünizm davasının geçmişiyle olduğu kadar geleceğiyle de doğrudan ilişkili olan ve yeni ve daha güçlü bir komünist paradigma yaratabilmek için mutlaka aşılması gereken teorik ve pratik sorunsalı biçimlendiren çelişkilerin zemini, burada ifade etmeye çalıştığımız tarihsel materyalin mutlak çelişkisinin ontolojisinden köken almaktadır.
Doğruluk ve yanlışlık kavramları her zaman ve her koşulda hak ve haksızlık kavramlarına özdeş değildir. Doğruluk ve yanlışlık kavramları tarihsel olduğu gibi hak kavramı da tarihsel olmasına karşın doğruluk ve yanlışlığın epistemolojisi ile hak kavramının epistemolojisi, yani mantıksal olarak temellendirilmesi bire bir örtüşmez. Formel ve göreli olan doğruluk ve yanlışlık kavramlarının temellendirilmesine karşın hak kavramının temellendirilmesi çelişkinin göreliliğinden değil mutlaklığından hareket edilerek bir epistemoloji ortaya konulabilir. Çünkü, bütün sınıflı toplumlarda üretim araçlarının mülkiyetini elinde bulunduran sınıflarla, mülkiyetsiz sınıflar arasındaki üretim ilişkileri mutlak bir haksızlık üzerinde inşa edilmiştir. Farklı toplum biçimlerinde bu mutlak haksızlık, insan emeğinin sömürülme biçimine göre farlılık ifade etse de egemen sınıflarla halk sınıfları arasındaki karşıtlık mutlaktır. Sınıflı toplumlar tarihinin bu mutlak çelişkisi, ancak, komünist toplumun ikinci aşamasında ‘’herkese ihtiyacı kadar’’ şiarının gerçekleşmesiyle nihai olarak bir çözüme bağlanabilir. Çünkü, ancak bu tarihsel süreçte insanla insan ve insanla onun üretimi olan nesneler arasındaki çelişki tamamen ortadan kaldırılarak, üretim ilişkileri insanın her yönüyle kendini özgürce ifade edebileceği ve geliştirebileceği bir niteliğe bürünebilir.
Formel olarak doğrulanabilen bir şey, yine, formel olarak yanlışlanabilir de. Fakat, buna karşılık, çelişkinin mutlaklığı hiçbir zaman formel olarak yanlışlanamaz. Yine örneğin, atom bombasının fiziği de formel fizik yasalarının doğru bir kullanımına bağlıdır. Fakat, bu atom bombasının bir savaş silahı olarak kullanılmasına haklılık vermeye yetmez. Emperyalist savaşlarda silah olarak kullanılan atom bombası neden olduğu kitle katliamları ve silahsız masum insanların hem bugününü ve radyoaktif etkileriyle hem de geleceğini hedef almasıyla mutlak bir haksızlığa karşılık gelir ve emperyalist kapitalist sistemin bilimi etik dışı kullanımının bir göstergesidir. Atom bombası, Genetiği Değiştirilmiş Ürünler, Siyanürlü altın madeni işletmeciliği, ekolojik sistemi tehdit eden sera gazı salınımının denetimsizliği gibi uygulamalar emperyalist kapitalist sistemin bilimi sermayenin çıkarları için, insanlığın genel menfaatlerine aykırı kullanımına örnekleri olarak gösterilebilir. Bu örneklerle ifade etmeye çalıştığımız gibi doğruluk ve yanlışlık kavramları, her zaman ve her koşulda haklılık ve haksızlık kavramlarına özdeş değildir. Bu anlamıyla, sınıflı toplumda, diğer her şey gibi bilim de politiktir ve doğruluk ve yanlışlık gibi formel ve göreli kavramların ötesinde sınıflı toplumların mutlak çelişkisine karşılık gelen hak ve haksızlık kavramlarının muhatabıdır.
Şunu da ifade etmek gerekir ki tüme varım ve tümden gelim gibi formel mantığa ilişkin olan doğruluk ve yanlışlık gibi göreli kavramlar çelişkinin mutlaklığını kavramaya ve ifade etmeye yetmeyeceği gibi hak ve haksızlık kavramlarının içeriğini temellendirmeye de yetmeyecektir. Çünkü, doğruluk ve yanlışlık gibi formel ve göreli kavramların tarihselliğine ve tarihsel olarak değişebilirliğine karşın çelişkinin mutlaklığı hiçbir zaman değişmeyen evren, doğa ve toplum yasalarının diyalektiğinin temeli, varoluşun ve hareketin mutlak yasasıdır. Bir başka ifadeyle, bir bilgisayarı açıp kapatarak, yani, onun elektrik devresinin formel ilişkilerini değiştirir gibi formel mantığı ve dolaysıyla, doğruluk ve yanlışlık kavramlarını iradi olarak değiştirmek mümkünken, çelişkinin mutlaklığını ortadan kaldırmak mümkün değildir. Dolayısıyla, formel mantığa karşılık gelen doğruluk ve yanlışlık gibi göreli kavramlar, varoluşun ve hareketin iç çelişkisini, hareketi, her defasında, öncesiz ve sonrasız olarak kavrayan ve her defasında yeniden başlatan formel ilişkilere indirgerken, diyalektik yöntem, çelişkinin mutlaklığından hareketle evren, doğa ve toplum tarihini olumlama ve olumsuzlamalarla temellendirilebilen mutlak doğrunun kesintisiz akışı olarak kavrar.