Bizimle iletişime geçin

Makale

Gücü Paylaşamama Hırsı

Bu sayededir ki ileri kapitalist ülkelerde parti ve seçmen ilişkisi mutlak bir “aidiyet” ilişki veya ilkesine göre işlemiyor. Partiler her zaman seçmen gözünde bir deneme Laboratuvarı olarak görülür ve tercihini de ona göre yaparlar, siyaset ayrımı yapmaksızın. Dolayısıyla ileri kapitalist ülkelerde seçmenin hesap sorma tercihi öncelikli olmuştur. İşte bu nedenledir ki Avrupa’da yukarıda değindiğimiz Türkiye’dekinin aksine iktidar partilerinin bir “forvet kadrosu” oluşamıyor. Çünkü halk buna müsaade etmiyor!

“Kapitalizm=demokrasidir, demokrasi=kapitalizmdir aldatmacası”, Samir Amin (1)

Günümüzde kapitalist sistemde iktidar değişiklikleri rejimin öngördüğü şartlara bağlı kalarak ve de belirlediği koşullar dahilinde işlev görmektedir. Rejimler kendi hukuk sistemini meşru kılmak adına söz konusu yönetimlere hükmeder ve onları işler hale getirmeye zorlarlar. Bununla mevcut sistem (kapitalist) kimi zaman iktidarları barışçıl yollarla kullanıp işletirken, kimi zaman da tereddütsüzce başvurduğu şiddetle onu dizayn etmek istemiştir. Her rejim ülkesinde kendi düzenini sağlamak ve onu işletmek iddiasıyla periyodik olarak iktidar olmak isteyen parti yöneticilerine alan açar ve görünürde bir demokrasi tezahürü anlamında kendilerine rol biçilir. Bu işleyiş ileri kapitalist ülkelerde belli bir uyum ve zaman(lama) dilimi içerisinde olurken; benzer iktidar provası antidemokratik ülkelerde zorun etkisiyle kavgalı, tehditkâr, kısıtlayıcı, korku besleyici ve tüm bunlarla birlikte şiddet uygulayıcı konumundan hareketle yönetimde bulunmak istenmiştir.

Antidemokratik ülkelerdeki siyasal yönetimlerin kontrolsüz ve de tek taraflı olarak sahip oldukları aşırı güç konumu, bu onları zaman zaman kendilerine muhalif olan güçlerle karşı karşıya gelmelerini kaçınılmaz kılmıştır. Süregelen bu uzlaşmaz ilişki ve yönetim anlayışı, sonuç itibarıyla belli siyasal çatışmaya neden olması kaçınılmaz olmuştur. Güç erkiyle (iktidar) demokrasi ve sosyalizm mücadelesini veren devrimciler, emekçiler ve en geniş yelpazeden anti emperyalistlerle kaçınılmaz olarak hep bir çatışma ortamında bulunmuştur.

Bu antagonizmadan kaynaklı olarak doğan siyasal ilişki ortamı bir anlamda nedeni olduğu ikili bir sonuca evrilir olmuştur. Bir yandan mevcut iktidar(lar) sahip olduğu gücü başkalarıyla bölüşmemekte ısrar ederken, diğer yandan da gücü korumak pahasına daha da baskıcı olmayı tereddütsüzce göze alabilmektedir. Bu süreçte ülkedeki hak ihlali inanılmaz bir boyuta taşınırken, her şey ülke “çıkarı” ve de “güvenliği” iddiasıyla yapılan bütün baskılar iktidarca meşru görülür. Bu anlayış sonucu aşağıda vereceğimiz “iki” ülke örneğinde de görüleceği üzere; milliyetçi ve şoven duygularla toplumu kendi çıkarları doğrultusunda nasıl manipüle ettiğini göreceğiz.

Bir diğer etkileşim ise, iktidar karşıtı sol sosyalist güçler üzerinde ki baskıların gün geçtikçe yoğunlaşarak artması ve paralelinde baskı ortamının egemen olduğu ve bunun biat kültürüyle harmanlama çabasının olduğu gözlenmektedir. Gücün siyaset üzerindeki baskı ve etkisi geçmişte olduğu gibi bugünde farksız bir şekilde devam etmektedir, zira bu durum gelecekte de aynı parametreler üzerinden yürümeye devam edecektir.

Egemen güçler her dönem kendi çıkarları uğruna toplumun önemli bir bölümünü ve hatta çoğunluklu olarak hiçe sayarken ve onu bile bile bir çözümsüzlüğe terkedilmesinde de hiç tereddüt etmemiştir. Bu bağlamda insanlar kendi tercihleriyle, düşün ve doğrularıyla özgürce yaşama seçeneği yerine, güç ve zorla dayatılan biat kültürünün alternatifsiz seçeneğiyle karşı karşıya bırakılmak istenildiği bir gerçeklik vardır. Bu türden manipülasyonlar en genel anlamda toplumun niteliksel düzeyi ile ilişkilendirmek ve ölçmek yanlış bir saptama olmasa gerek. Zira sözünü ettiğimiz bu yaklaşım ve anlayıştan kaynaklı olarak, halkın iktidarlara ilişkin sitemleri bir çaresizliği hep tercüme ederken ve çoğunluklu olarak zaman zaman bunu “bir kader” veya “onlar daha iyi bilirler” vb. söylemlerle özgüvenin giderek tükendiği bir toplum gerçeğine dönüşmedir. Bu anlayış bir yerde siyasi mandacılık anlamını taşır; yönetilmek, akıl almak, doğrusunu dinlemek ve kendi doğrularına yabancı kalmak gibi.

Bu soyut söylem başvurusu nihayetinde söz konusu ülkelerde, sömürü ve adaletsizliğin kesintiye uğramama noktasında önemli bir rol ve hatta sponsor görevinde olduğu söylenebilir.

Antidemokratik ülkelerdeki en ciddi toplumsal sorunlardan biri de insanların kamusal bilinçten yoksun olmalarındandır. Bu yaklaşım bir anlamda yöneticileri, politikacıları ve güç hırsına düşen insanları şu düşüne zorlamıştır: “Devlet malı deniz yemeyen keriz”. Dolayısıyla kapalı veya antidemokratik ülkelerde yönetenle yönetilenler arasındaki ilişki saydam olmamakla birlikte, öteden beri içinde yoğun bir güvensizliği barındırır olmuştur.

Sonuçta; biri mevcut güç olanağını daha da pekiştirmek isterken onu asla paylaşmak istemez, diğeri ise kamusal düşünden uzak olmuş olmasından siyasal tercihini özgür birey olarak yapmakta hep sorunlu olmuştur. Zira, legal platformda siyaset yapan tüm siyasi parti yönetici kadroları seçilmiş (temsili) değillerdir ve bunlar büyük çoğunluklu olarak atanmış kadrolardır. Atanmış kadrolar olabildiğince farklı ve de özel bir durumu arz etmektedirler, burada kişinin maddi konumu öncelikli olarak belirleyici olmuştur. Temel kıstas parti kadrolarının bilgi bagajı değilde, maddi konum ısrarla liste sıralamasını belirler olmuştur.

Dolayısıyla, bu gerçeklikten hareketle siyaset yapanlar halkla olan ilişkileri hiçbir zaman sorun(ları) giderici (bazı istisnai durumlar hariç) olarak değilde, partinin insanları kendi çıkarı doğrultusunda nasıl bağımlı kılacağı düşüncesi hep belirleyici olmuştur. Kabaca istatistiksel olarak bakıldığında, bugün AKP iktidarında bakanlık yapmış veya halen yapmakta olanların yüzde 100’ü büyük işyeri sahibi veya sermayesini büyütmüş “işveren politikacılardır”. Gücü paylaşmamakta ısrar eden bu elit kesim, sahip oldukları yoğum sermaye birikimi ile “yeşil sermaye” esprisini çoktan aşmış, tekelleşmiş ve uluslararası konumda güç sahibi, birer işveren patron veya fabrikatörler grubu olarak kendilerini konumlandırmış duruma gelmişlerdir, demek abartılı bir saptama olmasa gerek.

Siyasetin bu kadrosuna “forvet” demek yerinde olur, iktidar olan partilerde birden çok “forvet” olur, çünkü hepsi “forvet” ve gol atmak istiyorlar. İktidarların “forvet kadrosu” belki de siyaset alanında en çok hata yapan, en fanatik ve de uzlaşı karşıtı olanlardır. Bunlar en genelde siyasi kavgadan, uzlaşmazlıklardan fazlasıyla nemalananlar olduğu için, kendi “güç” ve zenginliklerini toplumun çıkarını gerektiren icraattan daha da önde tutanlardır.

Yaşanan tüm bu olumsuzluklarla birlikte, parti yönetimi bu ilişkinin yaratmış olduğu handikabın bilincinde olmasına rağmen, çıkarlar söz konusu olunca siyaset kurumu bu işleyişten pek memnun kalmıştır. “Kemikleşmiş parti taraftarı” veya “taraftarı konsolide etmek” gibi algı, kavram ve espri yukarıda değinmeye çalıştığımız kamusal düşün zayıflığından doğan boşluktan faydalanmaktır, işin özü…

Bunun bir başka anlamı ise; siyaset halka hizmet eden ve onun temel çıkarı doğrultusunda bir araç olarak kullanılması gerekirken, birey ve toplum aynı aracın bir devamı olarak ve de istemeyerekten de olsa egemen güçler onu hep bir fırsat olarak kollamıştır. Özellikle antidemokratik kapitalist toplum yönetimlerinde halkın sessiz ve pasif duruşu istismar edilmiş ve bu sayede ülkenin güç ve zenginlikleri hoyratça tüketilerek toplum yararına hiçbir zaman paylaşımı olmamıştır. Nitelikli ve de kendisini devamlı yenileyebilen bilinçli ve de birikimli toplum önemlidir, ancak hesap sorma noktasında geleceğe dair umut verebilir. Elbette böyle bir transformasyon spontane olabilecek değişim(ler) değildir, bu en genelde antiemperyalist düşün, hareket ve bilgi birikimi ile sağlanması mümkün olacaktır.

Bu sayededir ki ileri kapitalist ülkelerde parti ve seçmen ilişkisi mutlak bir “aidiyet” ilişki veya ilkesine göre işlemiyor. Partiler her zaman seçmen gözünde bir deneme Laboratuvarı olarak görülür ve tercihini de ona göre yaparlar, siyaset ayrımı yapmaksızın. Dolayısıyla ileri kapitalist ülkelerde seçmenin hesap sorma tercihi öncelikli olmuştur. İşte bu nedenledir ki Avrupa’da yukarıda değindiğimiz Türkiye’dekinin aksine iktidar partilerinin bir “forvet kadrosu” oluşamıyor. Çünkü halk buna müsaade etmiyor!

Genelde kapitalist toplumlarda iktidarların ülke insanının temel ve de genel çıkarlarını gözetememe ve de hiçe saymalarındaki birincil nedeni, elde tuttukları güçle patiler üstü sistem zenginliklerini pekiştirmek ve daha da büyümesini sağlamak olmuştur. Yukarıda anlatmaya çalıştığımız iktidarların aç gözlülükleri, Engels’in şu saptamasına denk düştüğünü söylemek pekte yerinde olsa gerek:

“Ağaçlar yüzünden ormanı görememek” (2) Görünen o ki sözünü ettiğimiz yöneticiler için aslolan ülke bütününde adalet ve eşitliği sağlamak değildir, önemli olan siyasal erkin hayatın her alanında avantajı elde etmek ve güç mekanizmasının kendilerinden yana işler halde olabilmesidir.

Günümüzde siyasal iktidarlar elindeki gücü koruyarak paylaşamamak kadar da onu sahiplenme hırsına sahiptirler. Bu refleks veya tavır alışı birçok durumlarda kendi dışındaki diğer parti ve oluşumları yok hükmünde görmelerine neden olabiliyor.

Yukarıda anlatılanlara vereceğimiz iki ülke örneğiyle daha anlaşılır kılmak gerek. 3 Kasım 2020’de Amerika’da yapılan Başkanlık seçimlerinin sonuçları henüz kesinleşmemesine rağmen, Trump şu açıklamalarda bulunmuştu:

“Kimse bana beyaz Saray’ı seçimleri kaybettim diye boşaltmamı söyleyemez. Seçim sonuçlarını tanımıyorum ve bunu öngören hukuku da tanımıyorum”. (3)

Trump’ın bu çıkışı ülkede beyazlarla siyahi ve latinolar arasındaki gerginliği daha da tırmandırırken, toplumsal ayrışmalar da tetiklenir oldu. Bu durumdan en çok zarar gören ve 250 yıllık Amerikan tarihi (4 Haziran 1776) boyunca ötekileştirilmiş, ikinci ve hatta üçüncü sınıf vatandaş muamelesini görmüş, horlanmış, köle gibi çalıştırılmış toplumun bir kesiminden bahsediyoruz. Elbette latinolar da tüm bu olumsuz gidişattan olabildiğince etkilendiler. Trump ilk açıklamanın bir adım daha ilerisine giderek, 06-01-2021 tarihinde seçim sonuçlarını tanımadığını ve başkent Washington DC’de miting düzenledi. Miting dağılımından sonra Trump’ın çağrısıyla taraftarları Kongrenin bulunduğu Capitol Hill (Beyaz Saray) binasına yönlendirdi ve işgal edilmesine neden oldu. Bu olayda 4 ölü ve 52 eylemci tutuklandı.

Beyaz Saray böylece tarihte ilk kez 1814’de ve son olarak da 2021’de işgale uğrar. İşgalci Trump taraftarlarının taşıdığı sembollerden de anlaşılacağı üzeri ırkçı radikal sağcılar, Nazi sempatizanları olan gericilerdi. (4) Yoksa Doğu Perinçek’in iddia ettiği gibi bu insanlar devrimciler değildi, bunlar olsa olsa onun mantığına denk düşen ve kendisi gibi düşünen işgalcilerdi:

“İşgalciler (06-01-2021) kahramanlardı, gerçek Kovboylardı ve mazlumları kurtarma geleneğinden gelen (…) savaşçılardı. Bakın göreceksiniz, Beyaz Saray’ı işgal eden bu savaşçılar daha iyi bir Amerika için umut (…) olacaklar”. (5)

Bildiğimiz tek bir şey vardır ki; Kızılderililer uğradıkları tarihin en büyük kıyım, katliam, tecavüz ve topraklarında yaşama şansının elinden alındığı en büyük soykırımını yaşamış bir halktır, bunu yapanlarda beyaz Kovboylar olmuştur. Bu soykırımı tıpkı Yahudi soykırımı gibi Batı’da ders kitaplarında yer almış ve ibretle okutulan ve anılan tarihsel bir olayın zinciridir. Bazen akıl tutulması denilir ya, işte bu noktada Kovboyları kahraman olarak gösteren bir mantığın kendini ele verme acizliğine düşerken, bu davranış açıkçası etik değildir.

Devlet zırhına sığınanlar zaman zaman kendilerini bir dokunulmazlık abidesi olarak görürler, bununla her şeyin kendilerine sorulmasının gerektiğine inanırken, gücü paylaşamamanın kendilerine mahsus hak olarak görürler. Kendi algılarıyla toplumsal olguları tersyüz ederken, hesap verebilirlikten hesap sorar konumda kendilerini konumlandırırlar. Trump benzeri söylemlerin Türkiye’de de alan bulması hiçte şaşılacak bir durum değildir. Aynı retorikle mevcut iktidar “hukuku tanımıyorum”, “siz seçimi kazandınız da ne değişir” gibi provokatör söylemlerle toplumu kutuplaştırmaya yönlendirmek ve uzun vadede de hiç kimseye bir avanta sağlamaz. Bu durumda olsa olsa en fazla halklar arasında kin ve nefretin beslenmesini neden olur.

Aynı Trampinizm anlayışına yakın geçmişte Türkiye’de de aynı söyleme tanık olduk. AK Partili Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu meclis konuşmasında:

“Seçim olsa da iktidar size verilmeyecek (…)”. (6)

İktidar kanadından bu ve benzer mesajların sıkça gündeme taşınmış olmasında, elbette bir nedeni vardır. Bu tepki bir anlamda gücü paylaşamama tezahürüdür. Siyaset biliminde siyasilerin hesap verebilirliği yerine ısrarla savunmaya geçme refleksleri bir tuhaf olsa da – esaslı olarak işin içinde vazgeçilmesi imkânsız bir “pay birikiminin akıbeti söz konusudur” denilir!

Yararlanılan ve kullanılan kaynaklar:

1- Amin, Samir, “Kaos İmparatorluğu – Yeni Kapitalist Küreselleşme”, Kaynak Yayınları, İstanbul 1993, sayfa 66.

2- Engels, Friedrich, “Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm”, Sol Yayınlar, 3. Baskı, Ankara 1975, sayfa 84.

3- De Volkskrant, 06-11-2020 Nederland.

-Een vandaag Avro.Tros, 05-11-2020.

-https://eenvandaag.avrotros.nl

-NRC Handelsblad, 06-11-2020 Nederland.

4- Het Parool, 07-01-2021 Nederland.

5- Perinçek, Doğu, Haber Türk TV, “Nedir ne değildir Tv-programı”, 7 Ocak 2021.

6- 15 Aralık 2020 tarihinde TBMM’sinde Bütçe görüşmelerinde AK Partili Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun konuşmasında, ısrarlı bir tavırla muhalefete “Seçim olsa da iktidar size verilmeyecek” sözleri Mecliste tepkilere neden olmuştu.



Kasım 2024
PSÇPCCP
 123
45678910
11121314151617
18192021222324
252627282930 

Daha Fazla Makale Haberler