Bizimle iletişime geçin

Makale

Fikret Karavaz Yazdı: Antonio Negri ve Değer Yasasına İlişkin Yanılgılar Bağlamında Yeni Bir Sosyalist Paradigmanın Marksist Ontoloji ile Temellendirilme Zorunluluğuna Dair- 2

Sosyalizm yenilgilerinden çıkarılacak en önemli ders odur ki kolektivizmin etiğini kültür devrimleri aracılığıyla yeniden ve yeniden üretecek bir doğrudan demokratizm yaşama geçirilmeden bir sosyalist paradigmayı sınıfsız toplum ereğine doğru sürdürebilmek olanaklı değildir.

Üretim araçlarının toplumsal mülkiyeti koşullarında da üretici güçlerin tarihsel olanaklarıyla sınırlandırılmış mübadele kolektif üretim ilişkilerinin zorunlu biçimi olduğu sürece, kullanım değerinin gerçekleşmesini değişim değerinin gerçekleşmesine, somut emeğin gerçekleşmesini soyut emeğin gerçekleşmesine tabi kılan bu tarihsel zorunluluk ancak somut emeği doğrudan gözleme dayalı bir doğrudan demokratizmle hukuklandırarak aşılabilir. Çünkü, genel olarak üretici güçlerin tarihsel olanaklarıyla sınırlandırılmış bir mübadele ilişkisinin, özel olarak burjuva ekonomi politiğinin üretim ilişkilerinin tarihsel olarak belirlenmiş zorunlu biçimi her türlü insancıl niteliklerden soyutlanarak bir niceliğe indirgenmiş olan bir eşdeğerler mübadelesidir.

Sosyalizm koşullarında her iş yeri aynı zamanda üst yapının kimi işlevlerini üstlenen bir birime dönüştürülerek minimalize edilen bürokrasi sayesinde ona ayrılan toplumsal fonlar doğrudan gözleme dayalı bir doğrudan demokratizm aracılığıyla somut emeğin kolektif niteliklerine göre dağıtılır. Değer yasası sosyalizm deneyimlerinde olduğundan daha sıkı ve kolektivizmin amaçlarına daha uygun biçimde denetim altına alınabilir ve kolektivizmin nitel gelişimi için bu bir zorunluluktur. Böylelikle, ilk sosyalizm hamlesini ve kazanımlarını yenilgiye sürükleyen bürokrasi ve bürokratizmi minimalize ederek değer yasasıyla birlikte, kapitalizmin ekonomi politiğinden devralınan kalıntıları sıkı bir denetim altına alacak bir doğrudan gözleme dayalı doğrudan demokratizm aracılığıyla daha güçlü bir sosyalist paradigma yaratma olanağına erişirken, es geçmeyeceğimiz şey, daha güçlü bir sosyalist paradigma yaratma olanağını sağlayan asıl kaynağın Marksizm ontolojisiyle birlikte sosyalizmin tarihsel pratiklerinin deneyimleridir.

Emek yaratıcı bir töz olarak bir niteliktir ve nicelik olarak ölçülmesi totolojimidir? Negri’nin demeye çalıştığı budur

Yaratıcı temel insansal etkinlik olan, töz olan somut emektir. Somut emek belirli bir mübadele ilişkisinde insansal niteliklerinden soyutlanarak bir niceliğe indirgenir. Başka bir söylemle, soyut toplumsal emek, yaratıcı töz olan somut emeğe yabancılaşır. Bu yabancılaşmayı yaratan genel olarak meta üretiminin, özel olarak kapitalist ekonomi politiğin doğasıdır.

Sosyalizm koşullarında da üretici güçlerin tarihsel olanaklarıyla sınırlandırılmış mübadele halen üretim ilişkilerinin zorunlu biçimi olduğu için kullanım değeri ile değişim değeri, somut emekle soyut emek arasındaki bu yabancılaşma yaratan karşıtlık ancak soyut toplumsal emeğin yanında somut emeği de hukuklandıran doğrudan gözleme dayalı bir doğrudan demokratizmle çözülebilir. Zamanın emek gücünün ölçütü olmasına ilişkin tarihsel zorunluluk ancak komünist toplumun ikinci evresinde üretici güçlerdeki muazzam gelişmenin olanakları ”herkese ihtiyacı kadar” şiarının gerçekleşmesine ve böylelikle tarihsel olarak sınırlandırılmış olan mübadelenin sınırlarının ortadan kalkmasıyla aşılabilir. Çünkü, ancak o zaman teorik olarak değil ama fiilen değer bir değersizliğe dönüşür. Bu, yaratıcı temel töz olarak emek-gücünün sınırları tarihsel olarak belirlenmiş bir alanda ve bu alanı belirleyen yasalarla hareket etme zorunluluğu ile sınırsız bir evrende hareket etmesi arasındaki fark gibi de düşünülebilir. Burjuva ekonomi politiği ve hukukunun tamamen aşıldığı yer de burasıdır. Zaman, farklı somut emek türlerinin tarihsel olarak sınırlandırılmış bir mübadele ilişkisi içinde soyut emek formunda toplumsallaşmasının ortak momentidir ve bu ortak moment ancak ”herkese ihtiyacı kadar” şiarının gerçekleştiği koşullarda, tarihsel olarak üretici güçlerin olanaklarıyla sınırlandırılmış mübadelenin sınırlarının aşıldığı yerde anlamını yitirir. Tıpkı, Einstein’ın E = mc² formülasyonuyla belirlenmiş olan görelilik yasasında olduğu gibi emek gücünün içinde hareket ettiği evren ışık hızının karesini temsil edebilecek bir yetkinlikte üretici güçlere sahip olduğunda zamansal moment de anlamını ve işlevini yitirir. Tabi ki bu bir teşbihtir. Biz bu teşbihi yaratıcı temel insansal töz olarak emek-gücünü kuşatan ve ona üretici güçlerin tarihsel olarak belirlenmiş hareket yasalarını dayatan tarihsel zorunluluğu ifade etmek için yapıyoruz. “Herkese ihtiyacı kadar” şiarı kolektif üretici güçlerin bu benzetmeden çok daha küçük hızlarında da gerçekleşebilir. Kolektif üretici güçlerin belirli bir süre için, örneğin bir aylık bir süre için ürettiği toplam kullanım değeri miktarının emek- zamanı biçimindeki toplam toplumsal soyut emek miktarına oranı birim zamana karşılık gelen kullanım değeri miktarını verir ki bunun da nüfusa oranı “herkese ihtiyacı kadar” şiarının gerçekleşip gerçekleşmediğini ortaya koyar.

Başka bir söylemle, değer ölçütü olarak zaman momenti, ancak, mübadele ilişkilerini sınırlayan tarihsel zorunlulukların aşıldığı koşullarda ortadan kalkabilir. Bu, bir şeyin ne kadar zamanda üretildiği ve eşdeğer olarak neye eşit olduğuna dair hesaplamaları gerektiren sınırlı mübadelenin tarihsel zorunlulukları ”herkese ihtiyacı kadar” şiarı tarafından ortadan kaldırıldığında değer ölçütü olarak zaman ölçütünün burjuva ekonomi politiği ve burjuva hukukunun bütün kalıntılarıyla birlikte aşılması anlamına gelir.

Kapitalizm koşullarında niteliğe karşılık gelen somut emekle, niceliğe karşılık gelen soyut emek arasındaki karşıtlığın çözümü yoktur. Sosyalizm koşullarında ise somut emekle soyut emek arasındaki karşıtlık her iş yeri aynı zamanda üst yapının işlevlerini üstlenen bir birime dönüştürülerek ve soyut emeğin yanında somut emek de doğrudan gözleme dayalı bir doğrudan demokratizmle hukuklandırılarak çözüm yoluna konulabilir. Böylelikle, zorunlu tüketim nesnelerine karşılık gelen tüketim nesneleri soyut emek niceliğine göre paylaştırılırken sosyal haklar insancıl niteliklere (çalışkanlık, özveri, dürüstlük, feda ruhu vb.) karşılık gelen somut emeğe göre paylaştırılabilir. Bu, aynı zamanda kültür devriminin sosyalizm koşullarında süreklileştirilmesinin biçimine karşılık gelen bir sosyalist demokratizmin güncellenmesi anlamına gelir ki sosyalizm deneyimlerinin yenilgilerine neden olan bürokratizm hastalığının panzehri de kitlelerin öz denetimini etkin bir biçimde yaşama geçirecek olan böyle bir kolektif demokratizmdir. Böylelikle emek niceliğine karşılık gelen eşdeğerler paylaşımı, yani, burjuva hak sınırları içinde tarihsel olarak sınırlandırılmış zorunlu paylaşımın yanında, temel insansal yaratıcı töz olan somut emeğin insancıl niteliklerine karşılık gelen haklar, sosyal hak biçiminde paylaştırılarak, burjuva hukukuyla birlikte değer ölçütü olarak zaman momenti, kısmen de olsa aşılabilir. Bu, kitlelerin öz denetimini yaşama geçiren bir kolektif demokratizm aracılığıyla burjuva ekonomi politiği ve burjuva hukukunun kalıntılarının kolektif üretici güçlerin olanakları ölçüsünde aşama-aşama aşılması anlamına gelir.

Emek niceliğine, yani, ölçüt olarak zaman momentine göre paylaşım burjuva hakka karşılık gelir. Marx’ın komünist toplumun birinci evresi için emek niceliğine göre paylaşımdan, yani, burjuva haktan başka bir şey önermemiş olması, onun, burjuva ekonomi politiği ve burjuva hukukunun kalıntılarının üretim araçlarının toplumsal mülkiyeti koşullarında bu derece sorun çıkarabileceğini ön-görememesinden kaynaklanıyor. Marx, bunu öngöremezdi. Çünkü, örneğin, bürokratizm gibi bir hastalığın öngörülebilmesi için somut bir sosyalizm pratiğinin yaşanması gerekiyordu. Bir sosyalist paradigma için Marx’ın öngörüleri, hukukun hiçbir zaman üretici güçlerin tarihsel olarak belirlenmiş belirli bir gelişmişlik düzeyinden üstün olamayacağı materyalist anlayışından hareket eder. Fakat bu, bir sosyalist paradigmada kolektif üretici güçlerin olanakları dahilinde burjuva hakkın aşılmaya çalışılmayacağı anlamına gelmez. Sosyalizm deneyimlerinin yenilgilerinden çıkarılacak dersler ışığında yeni bir sosyalist paradigma için burjuva hakkın aşılma koşullarını “herkese ihtiyacı kadar” şiarının gerçekleşme sürecine ertelemeyen, burjuva ekonomi politiği ve hukukun kalıntılarını aşama-aşama geriletme yeterliliğinde olan bir doğrudan demokratizmi yaşama geçirmek ihtiyacı kendisini hissettirmektedir. Tabi ki bu kalıntıların ekonomi politiğin bütün yasalarıyla birlikte nihai olarak ortadan kalkacağı yer ” herkese ihtiyacı kadar” şiarının gerçekleşeceği tarihsel momenttir.

”Demokrasiyi sonuna dek geliştirmek, bu gelişmenin biçimlerini araştırmak, bu biçimleri pratiğin deneyinden geçirmek vb. toplumsal devrim savaşımının en önemli görevlerinden biri de budur. Tek başına alındığı zaman, hangisi olursa olsun, hiçbir demokratizm sosyalizmi sağlamaz; ama gerçek yaşamda, demokratizm hiçbir zaman “tek başına” değil, “tümün içinde” alınacaktır; demokratizm bir yandan ekonomik gelişmenin etkisine uğrayacak, ama bir yandan da dönüşümün uyardığı ekonomi üzerinde etkide bulunacaktır vb. Yaşayan tarihin diyalektiği böyledir.” (Lenin, Devlet ve Devrim)

Bir sosyalist paradigma, kültür devrimleri aracılığıyla kolektivizmin etiğini güçlendirecek; kitlelerin öz denetimini etkin bir biçimde yaşama geçirecek bir doğrudan demokratizmle moral değerleri yükseltirken, üretici güçlerdeki kolektif gelişmeyi ivmelendirmek suretiyle sınıfsız toplum ereğini de belirleyecektir. Lenin’ in işaret ettiği gibi demokratizmin niteliği ile ekonomi politik arasındaki ilişkinin diyalektiği buradadır. Bu anlamda, Maoizm kültür devrimlerinin bir sosyalist paradigma için önemine vurgu yapmaktaysa da süreklileştirilmiş kültür devrimlerini bir doğrudan demokratizm aracılığıyla kolektif ekonomi politikle ilişkilendirmekte yetersiz kaldığı için burjuva hak yandaşları tarafından sabote edilerek yenilmiştir. Burada, emek niceliğine göre paylaşım burjuva hakka; doğrudan demokratizm ise, kolektif hakka karşılık gelir ve kolektif üretici güçlerdeki gelişmeye bağlı olarak burjuva hak aşıldığı oranda kolektif hak “herkese ihtiyacı kadar” şiarına doğru genişleyecektir.

Sosyalizm deneyimleri, kendi pratiklerinde, Marks ve Engels’ in sosyalizmin ekonomi politiğine ilişkin formülasyonları aşmışlardır. Sosyalizm pratiklerinde komünist subbotnikler, Stahanov Hareketi, parça başı ücretlendirme gibi bütün olumlu deneyimleri sahiplenen ve kolektivizmin içeriğini onun ekonomi politiğiyle kitlelerin yaratıcı gücünü yaşama geçirebilecek bir demokratizm etrafında daha nitelikli olarak ilişkilendirme arayışında olmalıyız. Sosyalizm deneyimlerinin olumluluk ve olumsuzluklarıyla bize bıraktığı tarihsel mirasın yeni ve daha nitelikli bir sosyalist paradigma için bizden beklediği güncel görev budur. Sosyalizm deneyimlerinin teorik ve pratik sorunları, yeni bir sosyalist paradigmanın gerçekleşmesini, zamanına ertelemeyi kabul edilemez görür. Komünistler olarak, sosyalizm deneyimlerinin yenilgi nedenlerini bilince çıkararak bürokratizm gibi bir hastalığa ve onun aracılığıyla kapitalizmin üst yapısal ve alt yapısal kalıntılarında gelişme zemini bulan oportünist ve revizyonist eğilimlere karşı daha güçlü bir yeni sosyalist paradigmayı inşa etme görevi ile karşı karşıyayız. Bu görev için referansımız ise yine Marksizm’in bize miras bıraktığı ekonomi politiğin tahlilinin somut emek, soyut emek, kullanım değeri, değişim değeri arasındaki karşıtlıklarda tarihsel rolünü oynayan ontolojik kavramlarıdır. Kullanım değeri bir şeyin bir ihtiyaca karşılık gelen yararlılığıdır. Kullanım değeri olan her şeyin mutlak bir biçimde değişim değeri olması şart değildir. Örneğin, anne emeğinin kullanım değeri vardır ama değişim değeri yoktur. Fakat kişi bir kreşte ücret karşılığında annelik yapıyorsa onun emeğinin ücret biçiminde bir değişim değeri vardır. Buna karşılık değişim değeri olan her şeyin bir kullanım değeri olmak zorundadır.

Sosyalizm yenilgilerinden çıkarılacak en önemli ders odur ki kolektivizmin etiğini kültür devrimleri aracılığıyla yeniden ve yeniden üretecek bir doğrudan demokratizm yaşama geçirilmeden bir sosyalist paradigmayı sınıfsız toplum ereğine doğru sürdürebilmek olanaklı değildir.

Yeni bir sosyalist paradigma için referansımız yine Marksimzdir. Kullanım değeri ile değişim değeri, somut emekle soyut emek, burjuva hakla kolektif hak, burjuva ekonomi politiğin kalıntılarıyla kolektif moral değerler arasındaki bu çatışma bir doğrudan demokratizmle süreklileştirilmiş kültür devrimleri aracılığıyla sınıfsız toplum ereğini belirleyecek bir kaldıraç olarak anlaşılmalıdır. Çünkü her farklı üretim ilişkine niteliğini veren hak kavramının içeriği ancak gerçekleşebilirliği toplumsal üretici güçlerin tarihsel olarak koşullandırılmış olanaklarına bağlı olan ” değer” kavramı ile doldurulabilir ve “herkese ihtiyacı kadar” şiarının gerçekleşmesi ekonomi politiğin ekonomi politik olarak mutlak bir yasa olan eşitsiz gelişme yasası hariç bütün yasalarıyla birlikte ortadan kalkması ve insanlığın önündeki üretim ilişkilerinden kaynaklanan tarihsel zorunlulukların aşılması anlamına gelir.

Kapitalist toplumda sosyolojinin konusu olan moral değerlerle ekonomi politiğin konusu olan değer arasındaki bu düalizmin üstündeki mistik örtüyü kaldırdığımızda onun nedeninin somut emeğin soyut emek formunda özneye yabancılaşması olduğunu görürüz. Üretim araçlarının toplumsallaştırılması sosyalist inşa süreci için moral değerlerle ekonomi politiğin konusu olan değer arasındaki bu karşıtlığı esas olarak çözüm yoluna koysa da tamamen ortadan kaldırmaz. Eski toplumun üst yapısından devreden alışkanlıklar ve ekonomi politik kalıntıları varlığını sürdürdüğü sürece sosyalist inşa sürecinde de moral değerlerle ekonomi politiğin konusu olan değer arasındaki karşıtlık güncelliğini korur ve burjuva hakka dayanılarak sosyalizmden geriye dönüşlerin ideolojik zemini oluşturur. Bu anlamda, kültür devriminin sosyalist inşanın ekonomi politiği ile ilişkilendirilmesinde somut emekle soyut emek arasındaki karşıtlığın çözüm yöntemi bir sosyalist inşa süreci için ayrı bir önem kazanmaktadır.

Marx, kapitalizmin ekonomi politiğini yalnızca analiz etmekle yetinmemiş, Kapital’in alt başlığında olduğu gibi çeşitli çalışmalarında ekonomi politiğin eleştirisini de yapmıştır. Bu anlamda Marx’tan şu pasaj temel yaratıcı insansal töz olarak somut emeğe içkin olan ve sosyolojinin konusu olan moral değerlerle ekonomi politiğin konusu olan ”değişim değeri” arasındaki çatışmayı ifade etmesiyle dikkate değerdir. Marksın, ‘’İnsanların başka bir şeye çevrilemez gözüyle baktıkları her şey değişime, alışverişe konu olmuş ve başka bir şeye çevrilebilir hale gelmiştir. Bu, o zamana kadar iletilip aktarılan ama asla değişilmeyen; verilen ama asla satılmayan, edinilen ama asla satın alınmayan erdem, aşk, görüş, bilim, vicdan vs. gibi şeylerin nihayet hep birden, ticaret alanına geçtiği zamandır. Bu, genel kokuşma zamanıdır veya ekonomi politiğin terimleriyle söylersek, her şeyin hak ettiği en yüksek pahayı bulmak için pazara taşındığı zamandır diye tarif ettiği kapitalizmin moral değerlerde yarattığı ahlaki çöküntüyü onarabilecek kültür devrimleri ve demokratizm her sosyalist inşa sürecinin temel hedefi olmalıdır.

Bir dostunuzun paraya ihtiyacı olduğunda bu parayı ne kadar zamanda kazandığınızı hiç düşünmeden çıkarır ona verirsiniz. Bu, dostluk ilişkisinin etiğidir ve kapitalist üretim ilişkisinin ” değişim değeri” ne tahvil edilemez. Çünkü, bu davranış değişim değerinin yasaları tarafından değil sosyolojik bir değer olan vicdan mevhumu tarafından koşullanmaktadır. Bir sosyalist paradigmanın da kendisine temel alması gereken praksis, bireyler arasındaki bu dayanışma pratiğinin toplumsallaştırılmasından başka bir şey değildir. Ne var ki bir sosyalist paradigma makro ölçekte bir ekonomi politik üzerinde yükseldiği için onun sınıfsız toplum ereğini belirleyecek kolektif bir demokratizme ihtiyacı vardır.

Ekonomi politiğin “değer” kavramıyla sosyolojinin konusu olan moral değerler arasındaki temel fark şudur: Ekonomi politik “değer” üretim araçlarının özel mülkiyetine tabi her üretim ilişkisinde, o üretim ilişkisinin yasaları aracılığıyla özel mülkiyete dönüşür. Sosyolojinin konusu olan moral değerlerin ise özel mülkiyeti yoktur. Bu değerler kim sahiplenirse onundur, onun somut emeğine içkin bir nitelik haline gelir ve bu yüzden kendiliğinden kolektiftir. Bu moral değerleri bir sosyalist paradigmanın etiğinin nüvesi haline getiren de bu kendiliğinden kolektif nitelikleridir.

Temel yaratıcı töz olarak insansal tözün insana dair bütün öznelleşmiş nesnel nitelikleri içeren somut emek olduğu Marx’ın yukarıdaki belirlemesinde açıktır. Değişim değerine karşılık gelen soyut emek meta üretiminin nesnel koşullarını yaratan tarihsel zorunlulukların aşılmasıyla değişim değeriyle birlikte tarih olacaktır. Komünist toplumun ilerleyen evrelerinde kolektif üretici güçlerin olanakları geliştiği oranda somut insan emeği, değişim değerinin yabancılaştırıcı tahakkümünden özgürleşerek insansal etkinliğin temel yaratıcı tözü haline gelecektir. Bu temel yaratıcı tözün hakiki değeri olarak somut emeğin değeri insanlığın bütün tarihsel birikimini içerdiği kadarıyla ona karşılık gelir ve bu değer komünist hak olarak “herkese ihtiyacı kadar” şiarında maddeleşir.

Ancak, komünist toplumun ikinci evresinde “herkese ihtiyacı kadar” şiarının gerçekleştiği koşullarda dahi bu komünist hak size örneğin, televizyonunuzu balkondan aşağı atma hakkını vermez. Çünkü, “herkese ihtiyacı kadar” komünist şiarının tanımladığı kolektif hak bir özel mülk hakkı değil toplumsal olarak üretilmiş kullanım değerlerinin kullanım hakkıdır. Böyle bir şey yaptığınızda bunu denetleyecek olan bir toplumsal denetim mekanizması olmalıdır. Komünist toplumun ikinci evresinde Komünist Partinin işlevi ancak onun temsil ettiği komünist hukuk ve etik tüm toplumun hukuku ve etiği olarak sahiplenildiğinde ve bu hukuk ve etik tüm toplum tarafından bir özdenetim mekanizmasıyla yaşama geçirilen bir kültürel alışkanlığa dönüştüğünde sona erer ve devletle birlikte Komünist Parti de gereksizleşerek söner.

Özet olarak Negri, ”değer” kavramının tüm diğer kavramlar gibi tarihsel olduğunu ve içeriğinin üretici güçlerin tarih tarafından belirlenen belirli bir gelişmişlik düzeyi tarafından koşullandırılan belirli üretim ilişkileri tarafından belirlendiği Marksist gerçeğini atlayarak, ampirik bir ”değer” kavramı arayışı içinde, Marksist ontolojiden saparak boş aforizmalar üretiyor.



Kasım 2024
PSÇPCCP
 123
45678910
11121314151617
18192021222324
252627282930 

Daha Fazla Makale Haberler