Türkiye’de faşizm tarihi geçmişe dayanan bir temele sahiptir. Bugün AKP-MHP faşizmiyle tekrardan farklı bir ivme kazansa da yayılmacı-Osmanlıcılık kültünden İttihat Terakkiye ve Kemalist iktidara kadar dayandırılması gereken bir temel söz konusudur. Her ülkede yöneten sınıf, yönetim biçimi ülkenin içinde bulunduğu durumu belirlemiştir. Sınıfsal niteliği gereği Türk devleti emek sömürüsüne dayalı burjuva bir iktidarı icra ederken yönetim biçimi ise kesinlikle faşizm olmuştur.
“Cumhuriyetin” kuruluşunda “Meclisin” Kürt, Arap, Laz ve hatta Ermenilere söz hakkı verdiği ve devletinse Kemalizm’le beraber demokratik bir niteliğe büründüğü safsatası ise acınması gereken bir teori olarak ideolojik bozukluğu yansıtmaktadır. Faşizmin tarihselliğini okumayarak doğru bir devlet-niteliği tahlilinden uzaklaşılmış ve buna bağlı olarak da devrim stratejisinde, teorik temellerde sarsılma meydana gelmiştir. Günümüz TKP’sinin tarihselliğe bakışı ve bugünkü durumu da buna işarettir. Doğu Perinçek gibi iş birlikçi, faşizmin kullanışlı aracı olan, tarihi saptırarak ideolojik çürümüşlüğe, faşizmin bataklığına saplanmış klikler ise tamamıyla halk kitlelerini aldatmanın ve sınıf işbirlikçiliğinin temsili olmuşlardır.
Bugün içinden geçmekte olduğumuz süreçte de faşizm tarihsel misyonunu oynamaya devam etmektedir. 2015 ve sonrası süreçte daha da atılıma geçen faşizm her alanda saldırılarını arttırmış kendi sınıf çıkarlarını korumak uğruna her yola baş vurmuş durumdadır. Faşizmden beklenen farklı bir şey değildi, gerçekleşen de farklı olmadı. Darbe girişimi bahanesiyle ülkeyi OHAL yönetimi altına alan faşist devlet aygıtının günümüz temsilcisi AKP-MHP faşizmi devletin ve iktidarda olmanın verdiği tüm ayrıcalık ve imkanlarla halk kitlelerini zapturapt altına almış durumdadır.
Kendi burjuva muhalefetine dahi tüm imkân ve kapıları kapatan AKP-MHP faşist bloğu yönetememe krizinin getirdiği histeri krizi halinde Kemalist CHP’yi dahi devlet düşmanı ilan edecek duruma gelmiştir. Tek adam diktatörlüğünün genel anlayışı, “partime ve bana yönelik tüm eleştiriler ve muhalefetler vatana ve devlete ihanettir” genel iç dalaşlarının özeti budur. Diğer yandan halk kitlelerinin taleplerine ise doğrudan terörist damgasını yapıştırmakta ve terör uygulamaktadır.
Yönetememe krizi ile karşı karşıya kalan iktidar kliği emperyalist kutuplaşmanın arasında mekik dokuyarak elde avuçta yitirdiği döviz ve altınları ülkeye döndürerek birazda olsa ekonomiyi rahatlatmaya çalışmaktadır. Hatta geçtiğimiz yıllarda bebek katilliğinden diktatörlüğe varan sözlerle saldırdığı, Mısır, BEA, Suriye, İsrail gibi ülkelerle “bir gece ansızın” ilişkileri normale döndür(ebil)mektedir.
Ekonomik buhran kitlelerin sırtına inanılmaz derecede ağır çökmüşken faşist şef Erdoğan başka bir ülkede yaşayan ve durumdan habersiz gibi işsizlik ve yoksulluk konusunda yalanlamalara gitmektedir. Emek mücadelesi vererek haklarını talep eden, grevlerle eylemsellik açığa çıkaran işçi sınıfına ise pervasızca saldırmaktadır. İşçi sınıfının hareketi egemenler için korkulu bir rüya olmuştur. Bugünde alın teriyle para kazanan emekçi sınıfımız ciddi anlamda geçim sıkıntısı çekmektedir. Gıda da enflasyon, gaz, tüp, okul, kira gibi yaşamın temel ihtiyaçlarında ortaya çıkan pahalılık halkımızın da sabrını taşırma aşamasındadır. “Bıçak kemikte” ve kemiğe dayanan bıçak başta AKP-MHP faşist saray kliğiyle beraber tüm burjuva-faşist düzeni korkutmaktadır.
Yakın süreçte yaşanan maden kazasında 41 madenci iş cinayetinin kurbanı olmuştur. Hiçbir üretim merkezinde, işletmeler ve tersaneler de fabrika ve maden ocaklarında üreten sınıfın emeğinin karşılığı yoksulluk sınırının üstünde bile değilken çalışma-iş güvenliği ise bulunmamaktadır. Burjuva sistem her zaman işçinin cebinden, iş güvenliğinden, sigortasından keser ve iş saatini uzatarak kazancını arttırır. İşçi sınıfı bu zulüm altında ezilirken örgütlenme dinamiğiyle belirleyici bir yerde durmaktadır.
Belirli reformist sendikalar dışında işçi sınıfımız içerisinde güçlü devrimci bir örgütlülüğün zayıflığı görülmesi gereken bir hakikattir. Girilen grevler istenen maaşın verilmesi, talep edilen hakkın alınmasıyla sonlanmaktadır. Ülke siyasetinden uzak ekonomist tarzda sürdürülen bu tarz grevler siyasi grevlere, destek grevlerine dönüştürülerek devrimci niteliğe büründürülmelidir. Örneğin gençliğin sorunlardan kaynaklanan eylemsellikler bir bütüne kavuşturulamadan olağan akışına dönerken kadın cinayetleri, LGBT+’lara yönelik fiziki psikolojik şiddet ise sıradanlaşmaktadır. Kürt ulusuna yönelik saldırılarla işçi sınıfı ve ezilenler milliyetçi duygularla bölünüp parçalanmaya çalışılırken faşizmin iktidarda kalma aracına dönüşmektedir.
Sosyal medyanın örgütlenme aracı ve gerçek haberciliğin alanı haline dönüşmesi de iktidarın korkulu rüyası olmuş ve “Dezenformasyona Karşı Mücadele Yasası” ile gerçek haber yapma, sosyal medyadan örgütlenmenin önünün kapatılması hedeflenmiştir. Basında, sosyal medyada, iş cinayetleri, kadın cinayetleri, polis şiddeti, gerillalara karşı kullanılan kimyasal silah ve diğer savaş suçları iktidarın üstünü kapatmaya çalıştığı kirli işleri durumundadır. Ancak hakikat saklı kalmaz ve halk kitleleri gerçeğe elbette ulaşır, devrimci-demokrat-aydınların görevi ise halka gerçekleri anlatmak ve harekete geçirmektir. Faşizmin büyük korkusu da budur, hakkını arayan ve örgütlü bir mücadeleye atılan halk kitleleridir.
İktidarın çıkmaz hali, İstiklal’de patlayan bomba ve Kürdistan’da işgal saldırıları
Türk devleti her çıkmaza girdiğinde coğrafyamızda bulunan başta Kürt ulusu olmak üzere tüm azınlık ulus ve inançlara karşı saldırıya geçerek ırkçı-şoven-milliyetçi duyguları kabartarak bir yol tutturmaya çalışmaktadır. Bugünde uluslararası alanda, ekonomide ve içeride ki diğer tüm krizlerinin üstesinden gelebilmek için yeni bir savaş bayrağı açmıştır. İktidar ve çete güruhunun iş birliği ile daha öncede deneyimlediğimiz gibi bir patlama meydana gelmiş ve olağan üstü bir durum yaratılarak “ülkemiz saldırı altında” algısıyla kendilerini temize çıkartmaya çalışmışlardır. Patlayan bombayla birlikte büyük bir karmaşayla açıklama yapan iktidar kliği bir ABD’yi bir Gülen cemaatini bir PKK ve SDG’yi suçlamış büyük bir suçluluk duygusuyla savunma iç güdüsüne bürünmüştür. Erdoğan patlama günü G20 toplantısına gitmektedir, Soylu ise İdlip’te bulunmaktadır senaryo bitmiş harekete geçilmiştir! Artık kitleler nezdinde hiçbir inandırıcılığı kalmayan AKP-MHP faşizmi her türlü senaryoya başvursa da kendisini açık etmiştir.
Nitekim ülke içerisinde de durumu sırasıyla izah eden birçok gazeteci ve yazar kitlelerin takip ettiği noktalar olmuştur. En sonunda kendi denetiminde ki çetelerle bağlantılı çıkmış ve yavaş yavaş gündemden düşürmeye çalışarak Rojavada’ki Kürt ulusunun Özerk Yönetim bölgelerine saldırı başlatmıştır. Zaten son 3 yıldır Başur Kürdistan bölgesinde operasyonlarını yoğunlaştıran “TC”, Kürt Ulusal Hareketi gerillalarının kahramanca direnişine çarpmış ve ağır kayıplar vermiştir. Bugünde gerillanın direnişi karşısında çaresiz kalmış ve kimyasal silahlarla savaş tünellerine saldırarak sonuç elde etmeye çalışmaktadır. İnsanlık suçu işleyerek savaş kazanmaya çalışan Türk devletine sessiz kalan uluslararası kamuoyu da bu suça ortaklık etmektedir, zaten kullanılan birçok silah NATO-ABD menşelidir. Emperyalistler kendi istediği çizgiye getiremediği tüm direnişleri yalnız bırakmış, tüm insanlık suçlarına karşı sessiz kalmıştır bunlar acı tecrübelerle bir kez daha tekrarlanmaktadır.
Rojava topraklarına karşı giriştiği saldırılara karşı içeride hiçbir hareketi kaldıramayan faşist ‘TC’ emperyalistler arasında git-gel yaparak bir çıkar yolu bulmaya çalışmaktadır. Emperyalistler ise kendi çıkarları doğrultusunda hem Kürt ulusuna hem de ‘TC’ye karşı tutum takınmaktadır. Son 10 gündür gerçekleştirilen saldırılara karşı hem ABD hem de koalisyon güçlerinin sessizliği ise tamamen kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmelerinden dolayıdır. Gerçekleşen hava harekâtı yayılmacı, işgalci faşizmin Efrin, Serekani ve Gri Spi’deki gibi bir işgal planının başlangıcı durumundadır. Hava harekâtında ne Rusya ne de ABD’nin muhatap alınmadan gerçekleştirildiği söylense de tamamen emperyalizmin belirlediği çerçevede hareket edilmiştir.
Kara harekâtı konusunda ‘TC’ faşizmi kuklası olduğu emperyalist güçlerden icazet beklemektedir, beklediği izin çıkarsa operasyonun gerçekleşmesinin önündeki bütün engeller kalkacaktır. Amerika operasyon konusunda sürekli yaptığı açıklamalarda DAİŞ ile mücadeleyi etkileyebilir vurgusu yapsa da “Türkiye’nin sınır güvenliğini de önemsiyoruz” diyerek yeşil ışık anlamına gelecek bir dip not düşmektedir. Rusya ise işgalci Türk devletinin talep ettiği 30 km derinlikteki güvenlik hattına rejim güçlerini yerleştirmek ve SDG’yi zayıflatmak rejimin ise elini güçlendirmek peşindedir. ABD ise ikili bir yöne sahip, bölgede ki varlığını DAİŞ’e karşı mücadele ile temellendirmektedir ve Suriye Demokratik Güçleri’ni müttefik olarak görüyor. SDG’nin zayıflaması veya bölgeden çekilmesi ABD’nin de varlık konusunu tartışmaya açık hale getirebilir. Bundan dolayı kendi belirlediği sınırlar çerçevesinde bir operasyona yeşil ışık yakma ihtimali vardır. Tamamen kendi çıkarları temelinde, Kürt ulusu ve bölge halkının direnişiyle kazandığı bölgelerde konumlanan ABD her saldırıda personelinin zarar görmemesi gerektiğini vurgularken bölge halkının ve SDG’nin çıkarları konusunda söz etmeye hacet görmemektedir. Emperyalizmin halklara düşmanlığı bugün Rojava topraklarında bir kez daha gözler önündedir.
Direnenler kazanacaktır!
Türkiye-Kuzey Kürdistan’da hüküm süren faşizme karşı proletarya ve emekçilerin mücadelesini örgütlü bir güce dönüştürmeden güçlü bir devrimci çıkış yolu da mümkün değildir. Zora karşı zor ilkesini rehber edinen devrimci çizgi gereği direnişi ve devrimci mücadeleyi örgütlemekte bugün başlıca görevimizdir. Ekonomik krizin altında ezilen emekçi yığınların öfkeleri burjuva-faşist devlet partilerinin dayandığı zemin olmamalıdır. Bugün iktidara alternatif olarak ortaya çıkan faşist partiler kitlelerin ruh haline oynayarak devlet çıkarı gereği birleşerek emekçilere zulmün kalesi olacaklardır, bu gerçeğin halk kitlelerine taşınması ve devrimci mücadelenin alternatif olarak götürülmesi hayati önemdedir.
Bugün Kürt ulusu ve hareketi direnişle tüm saldırılara cevap vermektedir ve direnerek varlığını kabul ettireceğini kendi tecrübeleriyle öğrenmiştir. Bugün savaşın çözüm olmadığını, çözümün diyalogla gerçekleşeceğini savunan ve direniş çizgisine, devrimci çizgiye ve silahlı mücadeleye parlamento yolunu göstermeye çalışanlar tarihin yaşattıkları altında ezileceklerdir. Devrimci çizginin gerekliliği şarttır.
Gerici faşist Türk devletinin işçiler ve emekçiler üzerindeki baskısını teşhir etmekle ve tüm bir ezilen-emekçi sınıfı iktidar odaklı mücadelede her taktiği kullanarak sınıf mücadelesine aktarmakla, Kürt ulusuna karşı sürdürülen kirli savaşa karşı faşist tüm egemen sınıflarıyla “TC” devleti ve onun iktidarına silahları döndürmekle gerçekleşecektir. Faşizmin her türlü açığından yararlanarak taktik politikalarımızı devreye sokarak stratejik yönelimimizi beslemek, halk kitlelerine politikamızı götürmek ve devrimci sınıf mücadelesini alternatif çıkar yol olduğunu göstererek ve devrimci-sosyalist-demokratik tüm güçlerin devrimci/demokratik birliği ile halklarımızı faşizme karşı örgütlü bir güç haline getirmeliyiz.
Tüm mücadele biçimlerinden ve olanaklarından yararlanmak, halk kitleleriyle buluşmak devrimci örgütlenme becerisidir. Ve bu beceriyi işleterek faşizme, savaşa, kadın ve LGBTİ+ cinayetlerine, işçi cinayetlerine karşı örgütlü kitle hareketini yaratabiliriz. Her geçen gün saldırganlaşan faşizmin yenilgiye mahkum, ezilen kitlelerinse zafere mahkum olduğu bilinciyle, sosyalizme odaklı, komünizm hedefli örgütlenme bilinciyle halk kitleleri içerisinde ki çalışmalarımızı daha da güçlendirelim!