Deşme yarayı
Köy meydanında
Buluşurken hasretten
Derinden bir sohbet
Bir sayım kendimce
Yarıdan fazlası yok
Ya dertten yataklık
Ya toprakta mezarlık
Yakın dere suyundan
Demlerken çayı
Gelen gideni arar oldu
Geçmişe yanıtsız krater
Büyük “bir” boşluk
Yokluğunda memleket
Hüzünle deşerken anılar
Bulutlandı gözler yağmur
yağmur
Kalkıp gitmekse yarına
Düne oturup ”bin” dinlemek
Anlatabilmek çocuklara
(Mazgirt- Nisan 2019)
Günümüzde şiir tanımlaması ısrarla Türk Dil Kurumu’nun (TDK) standart izahı baz alınarak yol alınmıştır. Bu, şiir yazanlar veya şair iddiasındaki ‘şiir sahipleri’ hiçbir önermede bulunmaksızın; kendi ütopyasını hiçe sayarak bilgi ve becerilerini sorgulamada veya önermede bugüne dek tek bir adım atılmamıştır. Bu yaklaşımla şiirin felsefe ve edebiyatla olan ilişki ve iç içe geçmiş gerçeği yadsımak anlamına gelir. Şiir, ısrarla TDK’nin anlatım mantığı doğrultusunda anlatılmış ve anlamak istenmiştir. Türkiye’de istisnasız olarak tüm şiir severler, daha doğrusu şiir yazanların tümü TDK’nin şiirdeki mantık ve yöntem kalıbı içerisinde hapsolarak şiir yazmıştır. Bu noktada kişi, kendi şair ve şiir dünyasını TDK’nin izahında bir pedagojik formasyon olarak bağlı kalmış; yazmış, sevmiş ve düşünmüştür, şiir ve şair ilişkisi düşünende. Oysa biliyoruz ki, düşün ve düşüncenin en temel ve de zorunlu bir kuralı vardır; araştırmak, sorgulamak ve fikir yürütebilmeye neden olabilecek yeni alternatiflerin yaratabilme gücünün önemi gibi. Zira, Türkiye’deki şair ve şiir severler TDK’nin etki gücünden sıyrılmadığından şiire dair düşün zihni hep “özürlü” kalmış, “yeni” tanımlamalarla alternatif önermeden de yoksun kalmıştır. Bunun tek bir nedeni olsa gerek; ‘hata yapmamak’ kaygısı!
Oysa yabancı şiir kitaplarının çevrisine ayrılan zaman dilimi, ayrıca o şairlerin antolojik çalışmalarının Türkçeye çevrilmesindeki yoğun çaba, bu olabildiğince çelişkili bir üretim anlayışıdır. Yabancı eserlerin çevirisine karşı olmamakla birlikte, bunun daha da olmasından yanayım.
Eğer söz konusu bilgi paylaşımı ise. Ancak öyle anlaşılıyor ki; böyle bir yoğun iş ortamına kendini veren birçok çevirmen, şair veya yazarlar “çeviri eserlerini” kendi başarısıymış gibi medyaya yansıttığını da gözlemleyebiliyoruz.
Hatta onlar, zaman zaman bu çevriler üzerinden kendi şairlik ustalığını kamuoyuna pazarladığını ve bununda önemli bir haber değeri şeklinde farklı iletişim kanallarını kullandıklarını da görüyoruz.
TDK’nin genel anlamdaki şiir tanımlaması şu kelimelerle dile getirilir; “şiir, hoş kelimelerin ahenk dizemidir” veya “şiir, sözcüklerle güzel biçimler kurma sanatıdır” denir. Bu izah eksik olmakla birlikte, bir o kadar da yanlış bir saptama olduğunu düşünüyorum. Zihinsel devşirme noktasında, bilgilenme ve ondan yararlanma söz konusu olunca hep işin kolayına kaçarız. Bu bağlamda iyi bir bilgi tüketicisiyiz, okuyup geçmek ve nedenselliğini düşünmeksizin. Dolayısıyla, bilgiyi bilimselleştirip paylaşımını sağlamak ve de alternatif bilgi yaratma noktasında çaba ve alışkanlığımız pek olumlu bir noktada olduğunu söylemek mümkün değildir.
Sanat, edebiyat, bilim ve felsefenin anayurda olarak bilinen ve kabullenen Avrupa kıtasını görmezden gelmek olası değildir. Zira, Avrupa’da yazılanların Türkçe diline çevirisi yapılan eserlerle ancak bilgi, okuma ve öğrenme boşluğumuzu doldurmaya çalıştık, bu bugünde bundan farklı değildir. Geri kalmış ülke insanlarının birçok konuyu öğrenme kapasitesiyle, aynı konuları içselleştirmiş ve onları öğrenme noktasındaki geri kalmış ülke insanından nitel farklılıklarının olmuş olması doğal olarak kaçınılmazdır.
Avrupa’da şiirin tanımlaması Türk Dil Kurumu’nun çok ama çok ötesinde daha rasyonel, anlaşılır ve de açık bir tercihle ifade edildiğini biliyoruz. Her şeyden önce verilen yanıt açık bir dil tercihi ile anlatıldığı için; bundan hareketle şiiri anlamamızda daha kolaylıklar sağlamıştır. Bu izah sayesinde şiire dair fikir yürütmemizi kolaylaştırırken, konuyu daha net bir şekilde araştırma, yorumlama ve yeni analizde bulunmamıza da katkı sunduğunu düşünüyoruz. Felemenkçe (Hollandaca) dilinden şiir tanımı şöyle izah edilir; “Het korte verhaal”, yani “Kısa hikâye” anlamında. Şiirin İngilizce dilendeki tanımlaması ise “The short story”, “Kısa hikâye” olarak bir izah söz konusudur. Görüyoruz ki; şiirin tanımı “kelimelerin ahenkli dizemi” şeklindeki bir mantık algısı değildir. Doğru olanda bunun “kısa hikâye” olarak yapılan izahıdır. “Kısa hikâye” anlamını biraz daha anlaşır kılmak için, bu yoruma vereceğimiz örneklemeyle desteklemek gerekiyor.
Şiirde insan gerçeği olmak
Şiir tanımına ilişkin birçok yorum ve tarif vardır. Bunlardan en kısası “yazılı veya sözlü ifade” olarak geçer. Şiir esasında birçok konuya ilişkin farklı yoruma neden olan, bir anlatım deseni olsa bile, o özünde kısa bir hikâyenin dile getirilme sanatıdır. Diğer bir ifadeyle, estetik çokluğa ve bir o kadarda içeriğe sahip bir anlatımın yazı veya sözlü dilden olan kısa bir hikâyeye dönüşmesidir şiir.
Şiir, günlük yaşamın bütün ayrıntılarıyla dilde buluşan bir hikayedir,
Şiir, her şeyden önce yazma ve söylemlerle ifade edilen bir hikayedir,
Şiir, acıların, hüznün, varsa mutlulukların ve de hasrettin buluştuğu insan öyküsünden çıkan bir hikayedir.
Bütün şiirler bağrında bir olayın hikayesini taşır veya bir hikâyenin anlatım yazımı olarak kurgulanır. Yazılan bütün şiirlerde her şeyden önce bir “sebep” ve “sonuç” ilişkisi olmuştur, farklı özne ve konulara rağmen. Dolayısıyla; ekonomi, siyaset, özlem, aşk, hasret vb.ler birer sebeptirler. Tüm bu sebepler hayatın ve sürecin akışı ile birlikte doğurduğu bir diyalektik gerçeklik kaçınılmazdır. Bu gerçekliğin zaman zaman bireyler tarafından şiire yansıtılması ise “sonuç” olmuştur.
Örneğin; sebebim ol, sebebim sensin, sebebim oldu, şeklindeki vurgular yaşamdan soyutlanmaz ve o, onun bağrından sıyrılıp gelen birer maddi gerçektir. Şiirlerin bu öznelerle süslenmiş olması; “kelimelerin ahenk dizemi” ile ilgili bir mantık algısı değildir ve olamazda. Onlar, kişi yaşamındaki nesnel gerçeklerin varlığından da başka bir şey değillerdir. Bu bağlamda; “sebep” ilişkisinin insanları farklı konum ve yönelimlere çekmesi, olumlu veya olumsuz etkilemiş olması hep süregelmiştir. Yoksa kuşkuculuk felsefesinin en önemli temsilcilerinden Descartes’in, “Düşünüyorum, öyleyse varım” anlayışından hareketle; şiirlerim var, o halde şairim demenin ne kadar yanlış olması gibi. Diğer bir ifadeyle; “güzel sözcükleri dizayn etmekle” değil de belli sebeplerden hareketle bir hikayedir, yazılan şiirler…