Ah be Dersim!
Elâzığ’a gelende hüzünlendim
Geçerken bir uzak
Buram buram kokusu geldi.
Katır sırtında insanlar
Kışta hep kar altında
Mazgirt, Tunceli Ovacık.
Ah be Dersimliler
Tertelede harap ve bitap düşmüş
Yokluk, yoksulluk bir arada.
Yine de umutsuz değiller
Kitapta kalemde en önde
Ne kadar sevsem yerinde… (Ocak 2020)
Her ölüm sonrasında, yaşayanların hafızasında kişiye atfen doğal bir zihinsel devşirme oluşur. Kimdi, neydi ve nasıldı? (…) diye. Bu, ne bir yok oluş anlamında ki uzaklık ve ne de bir unutuluşun başlangıcıdır. Özünde bu, sadece ve sadece ölenin bugün ve de gelecekteki öneminin insan unsuru üzerinde bıraktığı etki ve o değerlerinin teyitti anlamını taşır demektir.
Anılar ya söz veya yazı dilinden sahiplenir. Şiirler veya ağıtlar insan yaşamında acıların, mutlulukların, sevinçlerin ve de hüznün kesiştiği bir buluşma mekanıdır. Bu nedenle birçok kez, söz sahibi bireysel veya toplumsal duygu birikiminin kabararak “volkan patlamasını” önleyecek bir sibop görevinde bulunur. Sonrasında, ustanın (sanatçının) usulcacık soluk alıp vermesini sağlarken, onu şizofreniden kurtarır. İşte orda söz sahibinin rahatlamasını sağlayan bir şair, bir ağıt ustasının dünyasıyla buluşma olur. Şüphesiz her bir sanat eserinin yaratılışı, sadece ve sadece belli toplumsal ilişkiler bütünü ve ne de sınırlı tutulacak bir süreç koşulundan ibarettir. Bu noktada, sanat eseri, sanatçının (şair/yazar, bestekar vs.) iç ve dış koşulların (olayların) özümleme ve yorumlamasındaki yeteneği ile birlikte, özle biçimin birleştirilmesindeki başarısındandır. Yani; sanat (eser), toplumsal gerçeklik ve Sanatçı’nın üçlü bir buluşmasıdır. Bu makalenin özenesi de sözünü ettiğimiz sanat gerçeğinin de ta kendisidir!..
Dersim merkeze bağlı Milli köyünde doğan ve Aralık 2019 tarihinde 104 yaşında vefat eden Sılo Qız’dan bahsetmek istiyorum. Henüz 5 yaşında iken babası Süleyman’dan keman çalmayı öğrenir ve babasıyla birlikte geçimini sağlamak için düğün, sohbet gibi kalabalık etkinliklerde keman çalar söz söyler. Baba ve oğul aynı ismi taşıdıklarından, ona Sılo Qız (Küçük Süleyman) derler. Sılo Qız henüz 10 yaşında iken babasını kaybeder. Küçük yaşına rağmen o babasının yolundan sapmadan ve kararlı bir 2 şekilde hiçbir geri adım atmadan kemanıyla ve icra ettiği söz, şiir ve ağıtlarla adeta Dersim’in sesi ve yanan yüreklere serpilen su olur. “Dersim Tertelesi”nde olgun bir yaştadır ve bu dönem yaptığı tüm ezgi ve ağıtlar ağırlıklı olarak “Tertele”de yaşananlarla ilgili olur ve bu durum onu pek etkiler. Yine de üretkenliği yeni yapıt ve ağıtlarla inanılmaz bir heyecanla devam ede gider…
Şiir yazma sanatında iki gelenek vardır. Bunlardan biri kalem ve kâğıt sayesinde yazarak unutulmamasını kolaylaştıran ve de her zaman geri dönüşü mümkün olanı tarz -ve bir diğeri ise akılda nakış nakış işleyen sözlü şair geleneğidir. En zor ve de akılda tutulması kolay olmayan şiir geleneği de bu olsa gerek. İşte Sılo Qız 20. Yüzyılın en büyük Dersim sözlü şairi demek yerinde olur. “Kaç besteniz var?” sorulduğunda, “hafızam beni yanıltmıyorsa 400, unuttuklarımda beni af eylesin” der.
Sılo Qız’ın beste ve ağıtları sadece hüzün ve acılardan ibaret değildir. Zira o, sevgi ve aşka dair birçok eserin ustası olduğu da bilinmektedir.
Ünlü İtalya şair, yazar, araştırmacı ve düşünür Umberto Eco’nun (1932 – 2016) deyimiyle; “Mutlu insanların hikayesi olmaz
Acıların, hüznün, yokluk ve yoksulluğun harmanlandığı Dersim coğrafyasında “mutlu” bir insan öyküsünden söz etmek, çok uzak ve bir o kadarda zordur. Sılo Qız ömrü boyu hep yaslıydı, hüzünlüydü ve keder dolu bir insan öyküsüydü. On bir çocuk babasıydı ve bunlardan dokuzu farklı nedenlerle vefat eder ve böylece acısına da yenileri eklenir. O, hüznünü yaptığı yüzlerce şiir ve ağıtlarla bahşetmek ister. İşte bu nedenledir ki, o tam anlamıyla bir Dersim Karacaoğlan’ıydı. Sılo Qız’ın kemanı Dersim’in sesi olur, ağıtları bir “zakkum” çiçeği gibi gökyüzünü seyre dalarken, kulaktan kulağa Munzur gibi akar ve dört bir yana yayılır. Sılo Qız gerçek anlamda bir asırlık Dersim hafızasıdır. Onun uğramadığı ne köy ne ilçe ve ne de mezra kalmıştı, bütün Dersim coğrafyasında mutlaka ama mutlaka Sılo Qız’ın ağıtlaıyla hüzünlenmiş ve öfkeler dindirilmek istenilmiştir.
Yaşar Kemal’in deyimiyle (1923 – 2015); “Dert söyletir, hal ağlatır”. İşte bu söylem genel anlamda bir Dersim hikayesinin gerçekliğine işaret etmekle birlikte- diğer yandan da bir Sılo Qız’ın hüzünlü ve unutulmaz öyküsünün toplumsal gerçekliğini vurgulayan anlamı taşımaktadır. Çünkü bu coğrafyanın insan gerçeği hep dertten düne gözyaşı olmuş bir hafızadır. O, ölüm vadilerinde çığlık sesine tanık, beyaza bürünmüş dere boylarında kokladığı topraktan şiirler ve ağıtlarla yastaydı. Sılo Qız Dersim hafızasıydı; bir asırlık insandı, tarihti, tanıktı, ağıttı, şiirdi ve o bir memleketti.