Soru: Kadınlar seni “Kadın Düşmanı” olarak ilan etti. Bu nasıl oldu böyle?
Cevap: Hareketin haklı ve ileri bir hareket olduğunu ama işi, yazara ve kitaplarına yönelik bir linçe dönüştürdüğünü söyledim. Ufuk çizgisi bu noktada kırıldı. Kırıktan ben çıktım. O kırığa da sokup sokup çıkardılar beni. Anlayamadım. Acı kahveyi sevmezdim. Oturdum içtim bir tas.
İfşalar tabi ki önemlidir. Susmuş, açığa çıkamamış, korkmuş, titremiş, sinivermiş tüm ülke ifşalarına cesaret veriyor, kadın inisiyatifinin önünü açıyor. Gelgelelim ki mevcut ifşalar kesinlikle gerçektir ve yazarlar suçludur, anlayışıyla hareket edip ceza kesemeyiz. İfşalar kanıtlanıncaya kadar yazarlar suçlu değil, zanlıdır. Karşı olduğum mevcut dünya sisteminin bu noktadaki hukuku da budur.
Hasan Ali Toptaş, iddialar henüz kanıtlanmadan suçlu ilan edildi ve akıl almaz hakaretlere uğradı. Yüzlerce kez taciz edildi. Onun o güzel edebi emeğine saygı hatırlanmadı pek. Yazara isnat edilen tacizler kanıtlansa bile kimsenin hakaret etme hakkı yoktur. Yayıncısı, bu hakaret ve suç kesmelere karşı çıkacağına, suçu sabit gördü ve onu kitaplarıyla birlikte dışarı atıp mahkum konumuna düşürdü. İşte paranın adaleti. Birkaç yazarın dışında tüm yazarlar sustu. Utandım. Hareketin ileri gelenlerinden bir kadın, yazdığı makalede, beni kadınlara “kadın düşmanı” olarak hedef gösterdi. Makale yazarı benim gözümde, eli kalem tutan, aydın, mücadeleci bir kadındı. Ben onu hala kendi siper arkadaşım olarak görürüm. Beni hedef göstermesine rağmen onu sevgiyle karşıladım. Çünkü haklı bir hareketin kalem mevziisindeydi. Bununla kalmadım, anlamlı ve dik duruşundan dolayı alın, dudak ve yanaklarından öptüm.
Soru: İş büyüdü.
Cevap: Evet. Öpüş, taciz olarak yorumlandı. Bunun üzerine şöyle bir Twitter attım: “Öpmeme kızmayın. Mücadele için ayağa kalkan, dik duran, ışığa ve kitaba aşık her kadını öperim. Yanaktan, alından, dudaktan, benim için hiç fark etmiyor. Zaaf ve hataları ne olursa olsun, isterse bana kadın düşmanı desin. Öperim. Hayatım onları öpmeyle geçti.”
Soru: Dudağı niye kattın? Dudak tehlikeli.
Cevap: Hiç de değil. Yıllardır yazdığım yazılarda, organlar arasında ayırım yapan, onların bir bölümünü kafese sokan, mekruh sayan, bir bölümünü ise öven, aşkın berceste mısrasında tahta oturtan mülk dünyasının anlayışına karşı çıkmışımdır. Kurulu dünya ahlakının dışında düşünmeye çalışan bir insanım. Bunu ne ölçüde başarıyorum bilemem. Hiçbir organın, ayırıma uğramasına tabu, yasak, mahkum haline getirilmesine taraftar değilim. Bu benim, yaşamın çıplaklığına saygı duyan Aborjin ilkemdir. Toplumun, kadim cinsel ahlak yasasına, diline ve ruhuna göre hareket etmek kafama uymuyor. Mücadele eden, ayağa kalkan, bana yakın hissettiğim bir kitleyi kucaklama ve öpme hakkına sahibim. Uyuşmuş, sıradan bir güruh değil bu. Beni kendine ram eden bir ayağa kalkıştır. Benim kültürümde, sütyenlerini çıkarıp atan, topluma cinsel özgürlüğü dayatan 68 Alman kadınlarının renkleri var.
Soru: Peki bu tepkinin gücü nerden geliyor?
Cevap: Mülk dünyasından, onun mülkü koruyan ahlak ve namus anlayışından, kültüründen, yaşam tarzından geliyor. Özellikle de onun iki ana kalesinden, devlet ve aileden geliyor. Aile mülkün kalesi, devlet ise bekçisidir. Bu sistemin dili, kültürü, değer yargıları, ahlak ve namus anlayışı, mücadele eden kadınların iç dünyasında capcanlı yaşıyor. Bu çok şaşırtıcı değil. Sisteme karşı patlayan en büyük devrimler bile ondan kopamamış, tam bir kopuş yaşayamamıştır. Kaldı ki bu devrim değil, mevzi bir ayağa kalkıştır.
Soru “Kimse masum değil,” diyorsun, ne demek bu?
Cevap: Hepimiz, mülk sisteminin çeşitli kurumlarından, en başta da aileden geliyoruz. Orada, güçlü bir sahiplik duygusuyla hem birbirlerini hem de çocukları ve hayvanları tutsak eden iki karşıt cins, iki hayırlı meta yaşıyor. Her cins, hem kendi, hem de karşıt cinsin gövdesine ve ruhuna temellük ediyor. Tecavüz, orada zımni bir haktır, zora baş vurmamak şartıyla tabi. Bütün toplum bu hakkı içselleştirdiği için orada yoğun işlenen tecavüzler, mahkemelere aksetmiyor. Erkekler zaten kısmen tecavüze mütemayildirler. Bu onların hem genetiğinden, en çok da toplumsal baskı şartlarından kaynaklanıyor. İnsanın iç özgürlüğü, belirttiğim tüm bu baskılarla çatışıyor. Yalan, iki yüzlülük, aldatma ve parçalanma üreten bir makine gibi çalışıyor aile. Burada mülk, erkek kan bağı ve döl zinciriyle nesepten nesebe kesintisiz geçiş halindedir. Yabancı nesebe karşı vajinanın kapısında, hem eşler, hem devlet, hem de bir bütün olarak toplum bekçilik yapıyor. Çoğumuz namus murtazası veya yumuşak tecavüzcüyüz.
Soru: Senin kadınlarla yaygın ilişkin olduğu söyleniyor, doğru mu?
Cevap: Bu kanıya romanlarımdan varıyorlar. Romanlarımda çok kaçık ve yırtık tip var. Ben de bunlardan biriyim. Ama bunlar kadar şanslı değilim. 39 yıl, cinsel ilişki yaşayamadım. Biriken ateş romanlarımda patladı, renklendirdi onları. Yatılı okullar, devrimci yıllar, sokaklar, dağlar, hapishaneler… bunlar da çok şey kattı. 39’dan 72’ye kadar, severek birlikte yaşadığım üç arkadaşım, iki gerçek, iki de platonik ilişki arkadaşım oldu. Toplam yedi. Bunlardan bir tanesi hariç hepsi beni buldu. Bulunmaya muhtaçtım. Çünkü teklifte utangaç bir adamım. Bu utangaçlık zamanla zayıfladı. İş işten geçtikten sonra tabi.
Sevgililerimin ikisi on dokuz, diğerleri kırkın üzerinde idi. Bunların bana kattıkları güzellikleri anlatamam. Beni telef ettiler, ayağa kaldırdılar, berhudar olsunlar. Bir tanesi hariç hepsi beni bıraktı. Ama güçlendirerek bıraktı. Niye bırakmasın ki, cezaevinden çıkmış, dışarda cezaevi yaşamını sürdüren, yazı, resim ve okuma işlerinin delirttiği dangalak bir adam. Ayrılıktan sonra da iyi arkadaşlığımız devam etti hepsiyle. Sevgililerimi açıklamak hoşuma gider. Tabi izinlerini alarak. 19 ve kırk yaşındaki iki sevgilime yazdığım mektupları yıllar öce Büyücüye Mektuplar adıyla kitaplaştırıp yayımladım. Sevgililerimin resimlerini yaptım, sırtlarını keseledim, onlara şiirler yazdım. Ama dudaklarından pek öpmedim. Öpmemek kadar büyük bir taciz yoktur. Lanet olsun bana. Dudaktan öpmek hoşuma gitmiyor. Babam gibi yanakçıyım.
Soru: Kadınlara karşı yaşamının herhangi bir döneminde düşmanlık hissine kapıldın mı?
Cevap: Kapılmış olabilirim ama ben hatırlamıyorum. Anamı ve ablalarımı çok severdim. Küçükken kadın sohbetlerini dinlerdim dikkatle. Onların yalanları ve dedikoduları bana çok şey kattı. Trakya’da çalışırken, Çingene kadınlarını çok sevdim. Ama bana kadınları en çok sevdiren, Dersim kadınları oldu. Kırımdan artakalan, yoksul, acı yüklü kadınlardı. Sanki bir yerde kırım olmuş da ben o kırımdan kaçıp onlara sığınmışım gibi davranıyorlardı. Bir yıllık dağ hayatında, onların engin merhamet duygusuna dayandım hep. Onların yiyecek, elbise desteklerini, tavsiyelerini, bizim için Xızır’dan yardım dilemelerini unutamam. O zamanlar orada bir sevgilim olsaydı ne güzel olurdu. Onlar beni çok etkiledi. Yurt dışına çıkar çıkmaz kadınlarla birlikte Kadınların Kurtuluşu adlı derginin çıkışına önayak oldum. Beş ülkede sergilenen ilk resim sergimin adı “Anadolu Kadınları” idi. Türk, Kürt, Ermeni, Süryani…..
Soru: Twitter ’de çıkan yazıları okudun mu?
Cevap: Okudum. Sağ olsunlar. Çoğu, akıl almaz hakaretler, suçlamalar ve hiçlemelerle malüldür. Başkalarına olan kızgınlıklarını bana niye yöneltiyorlar. Roman ve hikayelerimde konuşan karekterlerin sözlerini benim görüşümmüş gibi göstererek saldırıyorlar. Onları okuyanların kafasında kadın düşmanlığını da aşan korkunç bir imaj oluşuyor. Bunlar taciz olmuyor da benim dostane uyarım ve direnişin kadınlarını içten gelerek öpüşüm nasıl taciz oluyor, anlamış değilim. Hepsini hoş karşılıyorum. Hakaret de etseler, ayaklanan insanlardır nihayetinde. Bunların içinde, iki gözüyle iki bin yere aynı anda bakan deli kadınların sayısı az değil. Bunlara ilgi duyuyorum. Bunlar olmadan yer yerinden oynamaz, devrim olmaz. Berhudar olsunlar.
Not: Kimse benimle söyleşi yapmayınca, ben kendi kendimle söyleşi yaptım.