Bizimle iletişime geçin

Makale

Bağlantısız Sıçrayışların Hükmü Altında Olan Bir Doğa Anlayışının Eleştirisi- 4

Diyalektik materyalizmin madde ile ilgili hareket anlayışında, enerjinin de maddenin hareketinin bir biçimi olduğu anlamında enerji ile madde arasında eş değer bir ilişki kurulur. Engels’te madde ile enerji arasındaki ilişki; madde ya da hareketin nicel eklemeleri ya da nicel eksilmelerini gözeten bir kategorinin konusudur.

Yanlışları bertaraf eden sürecin asla bitmemesinin sebebi, gerçeğe yaklaşmanın kendisinin hiçbir zaman bitmeyeceğinden kaynaklanmaktadır. Şeylerin taşıdığı “geçicilik” karakterinin tarihten ötelenemeyeceği bir gerçektir. Bizim diyalektik ve tarihsel materyalist anlayışımız, doğanın, toplumun ve bilginin belirli gelişme safhalarındaki gerçekliğini kendi zamanlarının şartları içinde doğruya yakın bulur. Engels’in klasik Alman felsefesinin eleştirisinde dediği gibi; “Bu görüş tarzının muhafazakârlığı izafidir, devrimci karakteri mutlaktır. Zaten onun değer verdiği tek mutlak budur.” Bu anlamda diyalektik ve tarihsel materyalizm, kendi tarihsel koşullarının izin verdiği ve somut olmak zorunda olan zamanın toplumsal ilişkileri ile doğasal süreçlerden edinilen bilgi çıkarımsamalarına kesin, mutlak ve kutsal gözüyle bakmaz.

Enternasyonal proletaryanın metinlerinin artık tarihsel sürekliliğini kaybettiği yönündeki görüşler esas olarak bilgi dezenformasyonuna iyi birer örnek olarak gösterilebilirler. Komünist hareketin tarihsel külliyatını maddelerin yaklaşık kendi ontolojik değerleri ile tarihsel koşulların el verdiği ölçüde zihinlerde yansıması gereken durum arasında başka bir dünyaya yerleştirmek ideolojik tasfiyecilikten başka bir şey değildir. Marksistlerin maddeyi yorumlayışında gizemciliğin, mekanizmin ve statiğin yeri yoktur. Maddeyi kavramak onun hareketi sayesinde mümkün olduğundan, eğer maddenin hareketi sonsuz bir süreçse, tabiatıyla maddeyi tarif etme biçimimizin kendisi de sınırsız bir süreç olmaktadır. Bu anlamda maddenin herhangi bir haline dair yeni bir keşfin varlığı, diyalektik materyalizmi sonluğa itimlemesi şöyle dursun, aksine onu dahada kavramsallaştıracağı çok açıktır. Bugüne kadar ortaya çıkmamış olan yeni bir fizik yasasının keşfinin bile Marksist felsefeyi değişim ve gelişime değil, bilakis yıkıma sürükleyebileceği yönündeki hayalleri besleyen burjuva anlayışlar, her şeyin yoklukta birdenbire oluşabileceği yada sonsuza kadar yok olabileceği fikrini destekleyen yasaları bulmayı ummaktadırlar. Örneğin ışıma dediğimiz doğa olayında olduğu gibi; atomdaki bir elektronun yüksek enerji seviyesinden daha düşük seviyeye geçmek için sisteminden foton fırlatması daha önceden gerçekleşen bir maddi etkileşimin dışında mümkün olmamaktadır. Eğer bir yeni parçacık doğuyorsa, bir başka enerji alanı tarafından madde uyarılmış olmalıdır. Dolayısıyla zaten elektronlara çarparak suğuran ve böylece gözden kaybolan fotonlar enerjilerini elektronlara aktararak bu süreci başlatırlar.

Kuantum mekaniğinin ilk basamağı bu şekilde başlamaktadır. Bu süreçler metrenin milyarda bir büyüklük ölçeğinde ve saniyenin milyonda bir zaman aralığında gerçekleşmektedir. Var ya da yok olmak denen şey aslında; başka şeylerle etkileşime girerek yine başka şeylerin suretinde yeniden var olmanın kendisine dönüşmektedir. Yani evrende bir varlık kendi varlığını, bir başka varlığın varlığına borçludur. Doğada maddesel etkileşim alanından soyutlanmış bir varoluş biçimi hiçbir zaman ortaya çıkmamaktadır. Odamızda yanan lambanın ışığı, soluduğumuz hava ve ayrıca yediğimiz ve içtiğimiz hiçbir şey yok olmamaktadır. Maddenin uzay/zamanda varoluş biçimine olası yasalar bağlamında nesnel bir sınırlama getirmemiş olan Engels, maddenin hareketinin uzay/ zamanın değişik düzlemlerinde farklılaşacağını ön görmüştü aslında. Bu anlamda kuantum mekaniğinden yola çıkarak insanlık tarihinde ortaya çıkmış olan toplumsal ilerlemeye dair en büyük yöntemsel sıçramayı olumsuzlamak mümkün görünmemektedir. Kuantum mekaniğinde çalışan istatiksel yasaların belirlenimindeki parçacığın aynı anda konum ve momentumunun bilinemeyişi durumu, Engels yoldaşın bahsettiği; maddenin başka bir uzay/zaman düzlemindeki yeni hareketinin bağlantısız bir şekilde mümkün olamayacağı görüşünü çürüten bir kanıt olmaktan uzaktır.

Yazar Engin Erkiner; genel olarak bilim ve özel olarak da fizik alanındaki yeni gelişmeleri göz açıp kapayıncaya kadar bir zaman aralığında boşlukta aniden beliren olaylar gibi görmektedir. Bu tutum, modern fizikteki devrimsel gelişmelerin, Engels döneminde öncü işaretlerinin olmadığını iddia eden mistik bir anlayıştan beslenmektedir. Paradokslara sürüklenerek değişime ihtiyaç duyan eski kuramlar ile bunların yerine yakın gelecekte doğmakta olan yeni kuramlara ilişkin öncü gelişmeler enternasyonal proletaryanın bir filozofu olan Engels’in düşünsel öngörü ve yeteneğini belirleyen tarihsel koşulların bir parçasını oluşturmaktadır. Engels’in zamanında, diyalektik materyalist görüşlerinin oluştuğu tarihsel şartlardaki fizik anlayışıyla, onun ölümünden yirmi yıl sonra patlayan modern fizik buluşlarının belirleniminde ortaya çıkan yeni kuramların işaretleri arasında bir çatışma yaşanıyordu zaten. Bahsettiğimiz bu çatışmanın yeniyi temsil eden tarafı her ne kadar kendisini tamamlamadığı için toplumun çoğunluğundan gerekli desteği görmüyor olsa da, Engels bu henüz çelişkinin zayıf olan tarafı bağlamında hareketin yönünün nereye gidebileceği noktasında seçici diyalektik bir yönteme sahipti. Bu anlamda 1905 de ortaya çıkan “Özel Görelilik” teorisini ve aynı süreçlerde keşfedilen Kuantum Mekaniği’ni sanki geçtiğimiz birkaç yılda aniden keşfedilmiş yeni bir şey gibi algılamamak gerekiyor. Marks’ın “Das Kapital” eserini yazmadan önce öğrenmek zorunda kaldığı diferansiyel matematik, daha sonra Einstein tarafından alınarak 16 ayrı diferansiyel denklemli bir matematik sistemi haline getirilerek “Genel Görelilik” teorisinin temelini oluşturmak için kullanıldı. Bu ise; iki bin yıllık düzlem geometrisinin, Öklid’in “Elementler” adlı eserindeki 5. Postulatından şüphelenen Riemann’ın yol açtığı Küre geometrisinden başka bir şey değildi. Yani günümüzde evrenin her köşesindeki fizik yasalarının tutarlı bir şekilde işleyişini gösteren bilgi ile “Kapital” eserini ortaya çıkaran bilgi aynı kumaştan yapılmıştır. Einstein, bir mülakâtında: “Riemann geometrisinin uzay yorumundan haberim olmasaydı eğer, Genel Rölativite teorisini hiçbir zaman geliştiremeyecektim” der. Engels yoldaş, çağdaş fiziğin öncü işaretlerinin olduğu bir çağda yaşadı. Aynı zamanda Riemann’ın yolunu açtığı uzay/zaman algımızın sayılar ve işaretler ile ifade edilen maddi yansıma biçimi ile karşılaştı.

Yazar Erkiner’in iddia ettiği gibi; Engels uzay ve zaman düzleminde Einstein’dan geri değildi. Erkiner; “Zaman ile mekânı ilişkilendirmek diyalektik materyalizmde yoktu.” diyor. Halbuki felsefe alanında ilk kez Engels yoldaş uzay ve zamanı maddi temeli olmayan Kantçı apriori olandan çıkarıp maddi anlamda ayrı şeyler gibi değil, bilakis birleşik olarak temellendirmişti. Engels için hareket, uzay ve zamanın dolaysız birliği içinde anlam kazanıyordu. Galileo denklemlerini kullanarak uzay ve zamanın hiç değişmeyen statik ayrı şeyler olduğunu söyleyen Newtoncu anlayışları Engels’in kesin ifadelerle aştığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Engels’in maddeyi yoğunlaşmış katı bir erişim yada daha bilimsel bir anlamda ifade edersek eğer; sadece Higgs bazonu yardımıyla kütle kazanmış bir form olarak algıladığına dair bir tek kanıt gösterilemez.

Diyalektik materyalizmin madde ile ilgili hareket anlayışında, enerjinin de maddenin hareketinin bir biçimi olduğu anlamında enerji ile madde arasında eş değer bir ilişki kurulur. Engels’de madde ile enerji arasındaki ilişki; madde ya da hareketin nicel eklemeleri ya da nicel eksilmelerini gözeten bir kategorinin konusudur. Bu anlamda Engels’te ki maddeye içkin olan hareketin tarifi, madde ve enerjinin özdeşliğini ve birbirine dönüşebilirliğini ön gören “Özel Görelilik” yasasıyla çelişmemektedir. Evrenin oluşumu ve geleceğiyle ilgili modern fiziğin günümüzde üzerinde şekillendiği felsefi zemin buralardan gelmektedir. Yazar Erkiner’in iddia ettiği gibi; kaynağından çıkan ışığın hızının uzayda bütün gözlemcilere göre değişmediği gerçeğini test etme görevinin felsefecilerin değil o alanda çalışan bilim insanlarının olduğunu burada hatırlatmak isteriz. Sanki o dönem hiç ışık ve manyetik parçacıklar üzerine çalışmalar yokmuş gibi bir algı yaratıldı son yıllarda. Halbuki, ilk çift yarık deneyinin benzeri, kuantum teorisinin sonradan temeli olacak elektrik ve manyatizma alanının birleştirilmesi ve ilk ışık hızının yaklaşık değerleriyle tespiti Engels zamanında yapıldı. Yazar Erkiner, Engels’in önceden hiçbir şey söylemediğini iddia ederek hem gerçekleri inkâr ediyor hem de neo-pozivitizm etkisiyle Engels’i, neden olgucu olmadığı için suçluyor. Halbuki Engels’in felsefe ve bilim alanında kendi çağının tartışma konusu olan “Esir” ya da “Ether” kavramını onun olmadığını ortaya çıkaran deneyden önce yüksek sesle ilk defa reddederek, gelecekte kuantum mekaniğinin önünü açtığı noktasında ilerici akademik ve düşün dünyası hemfikirdir. Işığın uzayda, içinde hareket ettiği düşünülen bu olası varlık, tamamen dönemin Kantçı matematiğinin bir nesnesiydi. Bütün evrende var olduğu ön görülen bu idealist matematik yorumunun yarattığı sanal nesnenin varlığına Engels son verdi. Daha sonra evrende “Esir” maddesinin olmadığı anlaşıldıktan sonradır ki ancak Einstein’ın önü açılmıştır.

Özetle; İnsanlık tarihi boyunca ışık ile en çok ilgilenen filozofun Engels olduğu bir gerçektir. Erkiner, başından sonuna kadar fenomenciliğin ve neopozitivist bilimciliğin etkisi altındadır. Pisagor’un dediği gibi; “Her şeyin kökeninde sayıların olduğu ve bu nedenle her şeyin hesaplanabilinir olduğu yönünde bir anlayıştan doğan felsefenin etkisi altındadır. Oysa gerçek tam da Başkan Gonzalo’nun dediği gibidir; “Ne matematik ne de mantık insanın zihnini oluşturan sistemler değildir. İnsanın zihnini oluşturan felsefedir.” (1987, Lima, Felsefe Semineri)



Kasım 2024
PSÇPCCP
 123
45678910
11121314151617
18192021222324
252627282930 

Daha Fazla Makale Haberler