Aristotales ve Batlamyus’un dünya merkezli evren tasarımı üzerinden çok zaman geçmiş ve bilimsel gelişmelerin seyri yeni anlayışları getirmişse de, modern zamanların burjuva siyaset felsefesi üzerindeki izleri hala gözlemlenebilmektedir. Tarihsel anlamda öncellerini yadsıyan ilerici ilk halka niteliğinde olan Kopernik ve Galileo’nun matematiksel sisteminin merkezine yerçekimi yasasını ekleyerek bir sentez oluşturan Newton mekanizminin sosyalist siyaset bilimi üzerindeki etkilerinin önemli oranda günümüzde hala devam ettiğini, burada eklemek isteriz. Belirgin bir merkezi ve kesinleşmiş kenarları olan, değişmeyen, donuk, kuralcı, belli koşullarda önceden kestirilebilen rutin hareket seyri olan ve tarihsel özellikler gösteren insan sağduyusunu tatmin etmesini zorunlu sayan kaba nedensellik arayışı gibi kesinleşmiş bir fizik mekanizmasının algısından damıtılan siyaset felsefesinin, sınıf mücadelesinin karmaşık sorunlarını anlama ve çözme yeteneğini göstermesi beklenmemelidir. Hatta bu bakış açısı sorunsaldır, yani sorun içerisinde sorun çıkaran bir durumdadır.
Devrimci gruplar ile halk tabakaları arasındaki sorunları çözmek için kullanılan politik dili bu mekanizma belirlemektedir. Örneğin suç ve ceza diyalektiğine; “Suç varsa o halde cezada buralarda bir yerlerde olmalıdır.” diye bakan bir politik önerme daha başından Newton statiğine saplanmış demektir. Bir fabrika parçasından türetilen statiğin, günlük yaşamın çoklu ilişki ve çelişkilerinin ürettiği bir karmaşayı çözümlemesi beklenmemelidir. Diyalektik Materyalizm zaten varlığı ve var olmanın bir yansıması olarak yol açtığı sorunları bir ilişkiler ağı olarak algılamaktadır. Varlığı ilişkilerden koparmak, ya da bir tek ilişki ile açıklamak, varlığı oluştan soyutlama ile eş anlamlıdır. Hareket varlığa içkin olduğuna göre, varlıkta birçok hareketin iç içe geçmiş çelişkin mücadelesi sayesinde kendisini yeniden var edebilmektedir. Bu sonsuz gelişim, basit ve az karmaşalı aşamadan, karmaşık bir şekilde organize olmuş kompleks yapılara ve ilişkilere doğru akış eğilimindedir. Niceliğin niteliğe dönüşümü birikimli değişimlerin yüksek bir ivme kazandığı esnada gerçekleşmektedir. Çünkü çelişkili birliğin hayat verdiği nesne, kendisini yeni bir çelişkisel birlik ile var etmek için yadsımıştır.
Bizim buraya kadar anlattığımız diyalektik prensipler, aynı zamanda kuant dünyadaki, çift parçacıkların varoluş ve “yok oluş” serüvenlerini yönetmektedir. Gama ışıması, pozitron ve elektron çiftlerinin akıbeti ve fotonların soğurması süreçlerinde çalışan diyalektik esaslardan bahsediyoruz. Kuant alandaki hiçbir çarpışma, yeniden varoluş ya da yadsınma durumunda hiçbir şey etki olmadan gözden kaybolmamakta ve yine yeni gelen hiçbir şey başka şeyleri etkilemeden var olmamaktadır. Bir atoma çarpan foton oradaki bir elektronu daha yüksek enerjili spine sıçratmadan soğurup gözden kaybolmamaktadır. Bu durum kuantum mekaniğinin mistizmden kurtulmak için diyalektik materyalist bir yeni yoruma ihtiyacı olduğunu bizlere bildiriyor. Lenin yoldaşın deyimiyle, kuantum fiziği diyalektiğin kapsamlı olumlanmasına hizmet etmektedir ama unutmamak gerekir ki bu araştırmaları yapan insanların hiçbiri komünist değildi ve Kopernag yorumunda olduğu gibi kendi idealist bilinçlerini işlerine karıştırıyorlardı. Olasılık yasasının bilinmezlik örtüsünün yine bu yasanın istatiksel olması nedeniyle bir sahnenin perdesi gibi açılıp olay ve olguların genel hareket ve yoğunlaşma bölgeleri ile ilgili bize bilinebilir kanıtlar sunduğu bir gerçektir. Eğer biz doğaya soru yönelttiğimiz anda doğa olasılıkçı bir yöne dönüp belirsizleşiyorsa, bizim doğaya soru sorduğumuz ortamın, yani deney aletlerimize gelen epistemolijik veri ile bu verinin ontolojik kaynağı arasındaki ilişkinin bozulup bozulmadığından nasıl emin olacağız? Atomlardan oluşan gözlem aletleri ile atomaltı parçacıkların incelenmesi başlı başına bir çelişki doğurmaktadır. Planck bu konuyu; “Bir cismin içine sondaj yapmak, sondaj cismin kendisinden büyükse olanaksızdır.” şeklinde açıklamaktadır. Heisenberg gözlemin kendisini etkileşim ve nedenselliğin dışında yorumlamaktadır. Ona göre kuantum nesnesinin bilgisi, bizim onu gözlemleme ya da gözlemlemememize bağlı olarak farklılaşmaktadır. Sorun tam da burada başlıyor, çünkü gözlemcinin etkisini bilginin ontolojik kaynağına yükleyerek, aynı zamanda tarihsel bilincin ürettiği epistemolojik veriyi nesnenin varlık bilgisine de indirgemiş oluyor. Burada zihin maddenin bir yansıması olmaktan çok, madde ile özdeş olarak durmakta, hatta madde zihnin yarı bir yansıması olarak durmaktadır. Heisenberg, doğanın kuantum düzeyde bilgiyi sınırladığını ve kısmi kesinlik getirdiğini, bu yasaların matematik ya da başka bir dil ile kesin olarak saptanabileceğini söylerken, eğer olası bir yasanın özgünlüğü matematik dili ile saptanabiliyorsa, doğanın işleyişindeki en yaygın ve belirgin özelliğin belirsizlikten kurtulmak eğilimi olduğunu unutmuşa benziyor.
Olanaklı olandan gerçekleşmiş olana geçiş sorusu kuşkusuz Laplace tarzı bir determinizm ya da kaba materyalizmin konusu değildir. Olanaklı olan her şeyin gerçekleşmesi gerektiği yönündeki belirlenim, olayların gelişiminin önceden kesin varsayımını ön görmektedir. Bu anlamda kaba determizmi ya da nedenselliği mantıksal bir zorunluluk olmaktan alıkoyan ya da maddenin hareket biçimini sınırlayan peşin belirlenimci anlayışların elinden özgürleştiren Diyalektik ve Tarihsel Materyalizmdir. Mikro dünyadaki kütle ve elektrik yükü, belirsiz olmayan kesin değerlerle tanımlandığı için maddenin belirsizliği üzerindeki sis perdesi aralanmaktadır. Gözlem aletlerinin gösterge değerleri ile atomik nesnenin özellikleri arasında ne kadar bir nesnel iyelik olduğu meselesi bilimsel olarak şüphelidir. Ölçüm araçlarından soyutlanabilen ya da sapmaya uğrayıp belirsizleşmeyen nesnel özelliklerde kuşkusuz vardır; yük, kütle, spin ve çevresel etkileşim gibi. Bu durum, bir nesnenin, onu gözlemeden bağımsız olarak var olduğu gerçeğine yetmektedir.
Ölçülen niceliğin kesin bir değer değil, niceliğe içkin olasılık dağılımından bir tanesi olması diyalektiğin temel ilkeleri ile çelişmemektedir. Burada verili değere bütünlüklü sahip olanın atomik nesne değil, niceliğe dair olasılıksal dağılımdan sadece birisi olması nesnelliği yadsımaz. Ve burada kesiniz olan nesnelliğin varlığı değil, nesneye söz konusu olan atomik parçanın konum ve momentumunun aynı anda bilinemiyor oluşudur. Nesnelerin kuantum düzeyde mekaniksel konseptinin temelini oluşturan olasılık dağılımının maddenin mikro düzeyde bir varoluş biçimi olması ya da maddenin hareketinin temel bir biçimi olması durumu, mikrodan makro doğru, atom, hücre, molekül, gezegenlerin hareketleri, deprem ve tarihsel olguların ortaya çıkışları gibi süreçlerin anlamsızlığını ve tesadüfler dünyasının egemenliğinde geçirimsiz bir nedensellik bizlere vermez. “Rastlantısal olan zorunlu değildir.” dediğimiz anda; maddi varlıklar temelinde olasılıkçı davranışlar sergiliyorlarsa eğer, “olmaları zorunlu değildir” gibi idealist bir sonuca ulaşmış oluruz. Tam tersinden; “Zorunlu olan rastlantısal değildir.” şeklindeki mutlak bir önerme ise bizi dogmatizme ve kaba mekanizme doğru sürükleyecektir.
Maddenin varoluşsal zorunluluğunun olasılık gibi yeni bir özellik ile temellendirilmiş olması neden bizler açısından sorun olsun? Olasılığı burada maddenin varoluş biçimi olarak görmemizin önünde ilkesel bir engel gözükmemektedir. Varlık hakkındaki bilgimizin varlığı şekillendirdiği yönündeki idealist ilke ile kuantum mekaniği yorumlanamaz. Oysa varlık hakkındaki bilgimizin yine varlık tarafından şekillendirildiği yönündeki önermede kaba materyalist bir yorumdur. Oysa Tarihsel ve Diyalektik Materyalizme göre epistemoloji ile ontoloji arasında kopmaz bir birlik vardır ve birbirlerini karşılıklı şekillendirmektedirler.