Marx’a göre kapitalizmde piyasaya sürülen her yeni ürün, aynı zamanda yeniden tekrarlanan karşılıklı aldatma ve hırsızlık olanağına karşılık gelmektedir. Para denen şeytani gücün hegemonyasında her geçen gün hastalıklı bir şekilde büyüyen gereksinimler dünyasından kendisini kurtaramayan bireyin devrimci kabul edilemeyeceğine dair kanıtlar, bu gereksinimsiz gerekçeleri sihirli bir şekilde yaratan gücün, insanın hayatta kalmak için gereksinim duyduğu öz yaşam etkinliğinin bir sonucu olduğu yanılsamasında yatmaktadır.
İnsanın yaşamak için temel ihtiyaçlara olan gereksinimden, sihirli bir şekilde boyut atlayarak dönüşen paraya olan gereksinim, aynı zamanda onun yabancılaşmaya dair en büyük tarihsel trajedisinin öz hikayesini oluşturmaktadır. Bu anlamda Komünizm ile yaşamsal iç bağlar geliştirememiş örgütlü birey, aynı zamanda hala yabancılaşmayı alt edememiş bireydir. Çünkü yabancılaşmanın yoğunluğu, yaşamın her alanının birbirinden bağımsız olmasıyla kendi yüzünü gösterir. Mesela ekonomik yaşam tarzı ile tarih, moral, etik ve hukuk alanlarının ayrılığı gibi. İyi olmanın, ya da son zamanların aşındırılmış modasına dönüştürülen, gerçekte bir radikal devrimci olmanın doğru tanımı nedir? İyi olan bireysel midir, yoksa toplumsal nitelikte midir? Eğer insani değer ve devrimci adalet üretemiyorsak, nasıl su katılmamış ham bir devrimci olduğumuzu iddia edebiliriz?
Burjuva ekonomik etkinliklerin ürettiği değerleri yaşamın saltık değerleri olarak gören birey, bir devrimci örgüt içerisinde de olsa, insansal değerlerinin yozlaşıp sapkınlaşmasından kendisini kurtaramayacaktır. Yabancılaşma hali bir yerde de hiçbir şeyin bilincinde olamama halidir. Hiçbir şeyin bilincinde olunamamasına rağmen, bireyin devrimci olma iddiası, sorunsallıktan da öte, bireyin özne yanılsamasını yadsıyan bir paradoksa dönüşmektedir. Kendi ticari etkinliği üzerinde yoğunlaşarak yabancılaşmış faaliyetin maddi ve manevi değerlerini üreten birey, devrimci bir çizgide yürüyemeyeceği gibi, kendi dışında gelişen komünist etkinliği de kendi öz yaşam etkinliğinin doğal bir parçası olarak göremeyecektir. Yaşam alanlarındaki bu bölünme, Komünist yaşama karşı yabancılaşmanın suretinde kendisini gösterecektir.
Tarihsel bilinç alanındaki yarılmalar, kavramlar dünyasını bükmekte ve hatta kavramlara yüklenen anlamları sihirli bir şekilde değiştirmektedir. Mesela Ukrayna’nın işgali ile ilgili tartışmalar üzerindeki sis perdesinin düşün ve toplum dünyasında henüz tam ortadan kalkmamış olması bu sebeplerden ileri gelmektedir. Oysa böyle bir yabancı dünyanın bağrında oluşmuş sağduyular çoğunlukla aldatıcıdır. Bahse konu olan yabancılaştırıcı ve bükücü durumun yansımaları doğal olarak gelenek saflarında da gözlemlenmektedir. Bu durum kısaca, başta Türkiye ve Kuzey Kürdistan proletaryası olmak üzere, enternasyonalist proletaryanın nitelikli bir kazanıma dair temsili parçası olan ve epistomolojik olarak mülkü dıştalayan Kaypakkaya mirasının, burjuva hukukuna içkin bir miras hakkı olarak görülmesi şeklinde kendisini göstermektedir. Bir kısım sözde radikal söylencelerin beslendiği kavramsal alan, bu bahsettiğimiz Burjuva hukukuna esas olarak dayanmaktadır. Bilimi gerçekte yapan duygular değildir, tam tersine duyguları çoğunlukla kullanışlı olmaya zorlayan bilimdir. Kaypakkaya’yı, sadece onun tarihsel başarılarını anlatmakla sınırlı tutmak, Kaypakkaya’yı anlamanın ve anlatmanın sorunlu biçimlerinden birisidir. Bu durum birazda, zamanla değerlerin şeyleşip siyaset piyasasına sürüldüğü bir yabancılaşma eylemine dönüşmektedir.
Değerlere bağlılığın Marksist metodolojik ifadesi kısaca değer üretmektir. Kaldı ki bahse konu olan çalışma biçiminin bir yaşam biçimi haline getirilmesi, etik açıdan da zamanla sorunsallığın kapısını çalacaktır. Çünkü geçmişimizin göz kamaştırıcı tarihsel başarıları, bizim gelecekteki başarısızlıklarımızı örten bir örtü gibi kullanılması tehlikesine dikkat çekmek istiyoruz. Ayriyeten, halk savaşı doktrininin geçtiğimiz yüzyıldaki statik hareket parametrelerine bağlılık, ideolojik kararlılığın biricik bir işareti olmayabilir. İdeolojimize kararlılık veren, hayatın değişen parametre değerlerini gözlemlemek ve zamana uyarlamaktır.
İçinde başarıyı gerçekleştirme bilgisini bulmayı amaçlamayan bir “Kararlılık” ifadesi sorunludur. Marksist bilgi teorisi açısından ideolojide kararlılık, harekette kararlılıktır. Siyaset sosyolojisinde, dejenerasyon, başkalaşım, absürtleşme ve hatta kirlenmenin önüne geçmenin tek yolu, yabancılaşmanın bölüp parçaladığı yaşam alanlarına dair her bir parçanın tekrar bir araya getirilmesine hizmet edecek düşün, eylem ve kültür – değer üretimidir. Sahte kişilik ve rol dayatmaları ve ayrıca kaynağı belirsiz toplumsal manevi değerler sisteminin gereksiz ahlaki ağırlığı, ancak yaşama dair bu puzle parçalarının bir araya getirilmesi ile nispeten gereksizleştirilebilinir.
Son yıllardaki davranış modelini motive eden duygularda, animistik döneme geri dönüş belirtilerinin gözlemlenmesinin sebebi bu bahsettiğimiz tablodan kaynaklanıyor. Gerçek, sanki bir havai fişek gösterisi eşliğinde önceden ilan edilmiş gibi durmakta ve insanlar, kurgulanmış statik bir dünyanın emrinde olanlar ve olmayanlar şeklinde durmadan ikiye bölünmektedir artık. Bireyi, toplumsal gericiliğin mutlak bir taşıyıcısına dönüştüren sosyal katalizörleri çalıştıran yasalar işte bu zehirli yasalardır. Proletarya, bu seyleşme sürecini tarihsel olarak çözebilecek olan sınıftır.
Marks’ın, proletaryayı tarihsel bir özne durumuna getirip ona kendini dünyayı değiştirme misyonunu vererek ütopik davrandığı yönündeki görüşler bir paçavradan ibarettir. Hayatta kalmak için yaşam gücünü satmak zorunda kalmanın yol açtığı yabancılaşma alanı, karşıtı olan özgürleşmiş bilince açılacak kapının anahtarını verecek olan, şimdilik ters dönmüş ve görünmeyen yasaların varlığına imkan vermektedir. Proletarya, kendisini de içine alan dış dünyanın metalaşmasını çözülmeyecek bilgiyi, metaların bir ticaret nesnesinden daha fazla, kendi emek etkinliğinin saptırılmış bir öz hikayesi suretinde kendisine görünmesinin olanaklılığı sayesinde bulacaktır. Üretilen ürünlerin iç donanımını oluşturan parçaların birbirleri ile olan ilişkisini ve bu emek sürecinin yapım aletleri ile olan bağının bütün süreçlerinde, işçinin öz yaşam hikayesinin ayak izleri vardır. Bu nedenle Proletarya, dış dünyayı birbirleri ile ilişkisiz parçaların bir toplamı değil, bilakis her parçanın kendisi ve başka parçalar ile ilişkisi temelindeki bir farkındalık sayesinde her şeyin bilgisini bulacaktır. İşçi sınıfı açısından yabancılaşmanın sonsuza kadar sürmesi mümkün değildir. İşçi ile sermaye sahiplerinin özdeşleştiği bir dünyanın hayalini kurmak, madde ile anti maddenin tek bir özdeş yasa altında tekil birleşmesini hayal etmek gibi bir şeydir.
İnsan öz yaşam etkinliğini sonsuza kadar çarpıtmak mümkün değildir. Kurtuluş, tarih boyunca insanlık dışı yaşam koşullarına dair bütün hikayelerin özeti olan proletarya sınıfının öncülüğünde gelecektir.
Bitti.